PROF DR. İBRAHİM CEYLAN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Perşembe, 07 Şubat 2013 10:03
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 4841
PROF DR. İBRAHİM CEYLAN (2 )
Geçen yazımızda ünlü bilim adamı değerli hemşehrimiz Prof. Dr. İbrahim CEYLAN’ın emekli olduktan sonra boş durmadığını tıp dünyasına ve gönülden bağlı olduğu Ermenek’e hizmetler yapmaya devam ettiğini yazmıştım.
Bu yazımızda onun kaleme aldığı ve Türk Cerrahi Derneği tarafından yayınlanan “Türklerde Cerrahinin Gelişimi “ adlı kitaptan bahsedeceğiz.
Kitap içerik olarak “Türklerde Cerrahinin Gelişimi”ni anlatıyor. Kitap, annesi Ummuhan Hanım ve babası Abdullah Efendi’ye ithaf ile başlar. Baş kısmında iki ünlü cerrahın fotoğrafı var: Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver ve Prof. Dr. Hilmi Akın.
Kitabın içindekiler kısmında,
Sunuşta Prof. Dr. Esin Kâhya imzası var.
Başlangıçta Sayın Ceylan, Tıp tarihindeki gelişmeleri kısaca özetler.
Yedi bölümden oluşan kitapta:
1. Türklerde Cerrahinin Gelişimi
2. Türklerde Cerrahi Dallarının Başlangıç Evrelerine Genel Bir Bakış
3. Cumhuriyet Döneminde Tıp Dallarındaki Değişim ve ilerlemeler
4. Dünyada Modern Cerrahiye Geçiş Evreleri
5. Üniversite Reformundan Sonra İstanbul, Ankara ve İzmir’ de Cerrahi.
6. Bitirirken
7. Kaynakça
Kaynakçada, tanıdığımız iki önemli isim var: Ceylan, İbrahim, ( 1996 ) Genel Cerrahi ABD, Ankara s.633.
Bardakçı, Halit ( 1976 ) Bütün Yönleriyle Ermenek –Sarıveliler-Başyayla s.47-48.
Cerrahlar ne der bilinmez ama ünlü cerrahımızın Prof. Dr. İbrahim Ceylan’nın cerrahi ile ilgili sevdiği üçlü veciz cümle şöyle:
* İyi bir cerrah
İyi Ameliyat yapar.
* Daha iyi cerrah
Hangi Hastaya Ameliyat Yapılacağını Bilir.
* En iyi cerrah
* Hangi Hastaya Ameliyat Yapılmayacağını Bilir. “
Bu özlü ve anlamı derin sözleri genç cerrahların dikkate alacağını biliyorum. Tüm cerrahlara sağlık alanlarında ve diğer yaşam alanlarında başarılar dilerken Prof. Dr. İbrahim Ceylan Bey’in Tıp Fakültesi’ni bitirdiği yıllarda bizler köylerde çocuktuk ve ayaklarımıza diken filan battığı zaman yorgan iğnesi ile dikenleri çıkarıp üzerine zift yapıştıran cerrahlar annelerimizdi. Gazlı bez, tentürdiyot, yara merhemi, antibiyotik, yoktu. Koca Ermenek’te rahmetli Dr. Mehmet Sönmez tarafından açılan bir ecza dolabı vardı. Dr. Mehmet Bey’den başka da kışları Ermenek’te doktor yoktu. Ermenekli olup da İstanbul’da görev yapan iki cerrah, Opr.Dr. Necati Bilge ile Yaşar Alıçlı’nın amcası olan Opr.Dr. Sırrı Alıçlı vardı. Ankara’da ise Opr. Dr. Nuri Soylu ile yeni okulu bitirip cerrahi asistanlığına başlayan Prof. Dr. Hüseyin Gürsoy çiçeği burnunda doktorlarımızdı.. Bu doktorlarımızdan özellikle Ankara’da olanlardan bazıları yazları tatil için Ermenek’e geldiklerinde hasta muayene ederler elverişli şartlar olursa cerrahi müdahalede bulunurlardı. Opr. Dr. Sırrı Alıçlı Cumhuriyet Dönemi’nin ilk doktorlarından olup SSK hastanelerinin kuruluşlarında çok büyük emeği olan ünlü bir doktordu. 02.02.2013. Hasan ŞİMŞEK
DOKTORLARA ŞİDDET !( 3)
Kalbi Ermenek sevgisi ile dolu, Ermenek için hizmet adına yaşam boyu bir şeyler yapan ve bu yaşta yapmaya çalışan emekli Prof. Dr. İbrahim Ceylan ve kitabından bahsetmeye devam ediyoruz. Doktorlarla şiddet uygulaması yeni mi? Bu sorunun cevabını aşağıda bulacaksınız.
Prof Dr. İbrahim Ceylan’ın “Türklerde Cerrahinin Gelişimi “ kitabında tarih boyu cerrahideki gelişimleri ve Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki Darüşşifa ve Tıp medreselerinin gelişimini örnekleri ile anlattığı kitapta bazı anılara da yer verir. Benim yazacağım 1900’lü yıllarda Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde geçer. Olayın başaktörü günümüzde de adı Kadıköylüler tarafından çok, diğer İstanbullular tarafından da bilinen ünlü cerrah Prof. Dr. Cemil Topuzlu’dur. O dönemde özel hastaneler olmadığından ve bazı hastalar hastanelerde yatmak istemediğinden evlerde, hanlarda, köşklerde hasta ameliyatı yapılmaktadır. Prof. Cemil Topuzlu, ( 1866- 1958 ) cerrahi ihtisasını Fransa’da yapmış, orada üç yıl çalıştıktan sonra yurda dönmüştür. İlk defa “ Operatör “ unvanını alan cerrahtır. ( 1)
Olay şöyle geçer:
“ Vaka, Şehzadebaşı’nda , bir evde bir Arnavut’a ameliyat yapıyordum. ( O devirde hususi hastaneler bulunmadığından, ameliyatı hastaların evlerinde veya otel, han köşelerinde yapıyordum, ) Besim Ömer Paşa hastaya kloroform veriyor, Süleyman Numan Paşa da bana yardım ediyordu. Oda içinde yalnız hastanın yakın akrabasından ve padişahın silahşorlarından bir Arnavut duruyordu.
Ameliyat bitmek üzereyken bir anda hastanın teneffüs ve nabzı durdu. Besim Ömer Paşa, Fransızca olarak, aman hastayı kaybettik, meğer Fransızca anlayan silahşor, Besim Ömer Paşa’nın söylediği fena haberi bağırarak etrafa yaydı ve kendini kapıdan dışarı attı. Bir anda hastanın bütün akrabaları ve taallukatı kapının önüne toplandı: Hastamızın kılına zarar gelirse ,alimallah hiçbirinizi sağ bırakmayız. “ diye bağrıştılar.
Biz bu sırada hastaya sun’i teneffüs yapmakla uğraşıyorduk. Sıkıca kapıyı kapattık, masa ve iskemleleri kapının arkasına yığdık. Hastanın ölmediğini ve zinhar içeri girip bizi şaşırtmamalarını, aksi takdirde işe devam edemeyeceğimizi söyledik. Bu vaziyette, kan ter içinde tam yirmi dakika uğraştık, hastayı muhakkak ölümden kurtardık. Biz de onunla beraber tekrar hayata kavuşmuş olduk.
Bu esnada içimizden en korkağı, en telaşlısı Süleyman Numan Paşa idi. Hasta açıldıktan yarım saat sonra bile ayağı zangır zangır titriyordu. Arkadaşlarım derhal yaranın sadece kapatılmasını istiyorlardı. Ameliyatın yarım bırakılmasının muvafık olamayacağını ileri sürerek ameliyata devam ettim. Hasta açılıp ailesi ile konuşmaya başlayınca ,biraz evvel bizi ölümle tehdit edenler elimizi, yüzümüzü , öpmeye başladılar, biz de sevinçle oradan ayrıldık..
İşte bu vak’adan sonra ev, otel, hanlarda ameliyat yapmayarak hususi bir hastane açmaya karar verdim. ( Prof.Dr. Cemil Topuzlu ) “
Günümüzde doktorlarımız, özellikle acilde çalışanların hasta yakınları tarafından her an, bir saldırıya maruz kalacakları hesap edilerek ona göre güvenlik önlemleri almaları diye düşünüyorum. Geçen yıl Haziran 20’de sol bileğim feci şekilde kırıldığında evime kuş uçuşu iki km olan Bakırköy Devlet Hastanesi’nde bunun en acı örneğini kendim yaşadım. Doktorların üzerinde var olan yükün üzerine hesap kitap yapılmadan üç misil daha yük bindirerek onları iş yapamaz hâle getiren Sağlık Bakanlığı, şiddete neden olabilecek olayların önünü almak için çareler düşünmelidir.
_____________________________________________________
1) CEYLAN, İbrahim, Prof. Dr. Türklerde Cerrahinin Gelişimi, s.73
PROF DR. İBRAHİM CEYLAN ( 4 )
Prof. Dr. İbrahim CEYLAN, son yazmış olduğu “ Türklerde Cerrahinin Gelişimi “ adlı kitabında, öğrencilik yıllarında ( 1950- 1956 ) , hayranlık duyduğu ve etkilendiği kişi Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsün kurucusu, akademisyen, tıp tarihçisi, kültür adamı ve süsleme sanatçısı Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver ( 1898 -1986 ) hocadır. “ Bu konuyu yazmamda en büyük etken olduğu için onu daima hatırlıyorum. “ diyerek hocasına olan hayranlığı dile getiriyor.
Bu arada bir gerçeği itiraf ederek okuyucuların dikkatini bu konuya çekiyor. “ Ben tıp tarihi konularının uzmanı değilim. Okumaya başlarken ön yargılı olmamanızı, eksikleri ve yanlışlıkları geniş bir hoşgörü içinde değerlendirmenizi bekliyorum.” diyerek okuyucuların dikkatini kendi branşı olan cerrahinin gelişimi üzerine çekiyor.
Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklu dönemleri tarihimizde kurumlaşmış devlet kurma yanında, her yönde aydınlanma çağının başlangıcı olmuştur; bilimde, sanatta, askerlikte, tıpta kalıcı eserler ve etkiler bırakmış, insan sağlığı ve eğitimine çok değerli katkılar sağlamıştır. Bu dönemlerde hastane olarak yaptırılan darüşşifalar, aynı azmanda tıp eğitim kurumları olmuştur. İşte onlardan bazıları,
Amasya, Anber b. Abdullah Darüşşifası
Sivas, İzzeddin Keykavus Darüssıhası
Kayseri, Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Maristanı 8 1206 )
Konya ve Aksaray darüşşifaları
Tokat, Mu’inüddin Süleyman Darüşşifası
Kastamonu, Ali bin Süleyman Maristanı
Çankırı, Cemaleddin Ferruh Darülafiyesi
Mardin, Necmeddin İlgazi Maristanı
Bu dönemde Türkçe olarak Hekîm Beşir Çelebi tarafından yazılan “ Mecmû’ atu ‘l Feva’id ( Faydalı Mecmua ) tıbbi bilgiler kitabı kayda değer. Yazar, kitabında “Bütün Yönleriyle Ermenek “ isimli kitabında Halit Bardakçı’nın bu kitaptan söz ettiğine değinerek kitabı bulmak için bir hayli uğraşı verir ve sonuca ulaşır. Ve “ Karamanoğlu Beyliği Dönemine, ait tıbbı ilk Türkçe bu eser içeriği, bölümleri, konuları Doç. Dr. Ahmet Acıduman tarafından incelenerek özel olarak hazırlanan metni tarihçilere ve okuyucular ilk defa sunulduğu müjdesini verir.
Osmanlı Döneminde, Anadolu Selçuklu Devleti dönemindeki tıbbı gelenekler ve âdetler yaşatılmış, sağlık hizmeti veren kurumlara Darüşşifa ( sağlık yurdu ), Şifahane ( hastahane ), Bimaristan ( akıl hastanesi ) isimleri ile önem verilmiş, X1X. yüzyıldan başlayarak bu kuruluşlar hastane isimleri ile devam etmişlerdir. İşte Osmanlı Dönemi Darüşşifaları(2 ) da kapsayan külliyelerden bazıları
Bursa, Yıldırım Beyazıt Darüşşifası ( 1400)
İstanbul, Fatih Darüşşifası ( 1470 )
Edirne, II. Beyazıt Darüşşifası ( 1488 )
Manisa, Hafsa Sultan Darüşşifası ( 1539 )
İstanbul, Haseki Darüşşifası ( 1550 )
İstanbul, Süleymaniye Darüşşifası ( 1557 )
İstanbul, Atik Valide Bimarhanesi ( 1579 )
İstanbul, Sultan 1. Ahmet Darüşşifası ( 1621 )
Osmanlı dönemindeki darüşşifalar, Selçuklulardan farklı cami, medrese, imaret ( aş evi ), kervansaray, sıbyan ( çocuklar için –ilkokul ) okulu gibitesisler yapılarak külliye (1) oluşturumuşlardır.
_______________________________________________
1) külliye: Bir caminin çevresinde camı ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane gibi çeşitli yapıların bütünü.Fatih külliyesi.
2) Darüşşifanın kadrosunda, bir başhekim, iki hekim, iki eczacı,bir aşçı,ekmekçi, iki şerbetçi, görevli bulunmaktadır. 17. yy da bu kadroya kâtip,vekilharç,kilerci, cerrah kehal ( göz hekimi), eklenmiştir.
PROF. DR.İBRAHİM CEYLAN ( 5 )
Bir önceki yazımızda Selçuklular ve Osmanlılarda cerrahi kurumları ve bağımsız Tıp Medreselerini yazmıştık. Bu medreselerden bir tanesini Fatih Darüşşifası Tıp Medresesi ( 1470 ) ‘ni kitabında Prof. Dr. CEYLAN şöyle tanımlar..
“ 72.000 metre karelik bir alanda, merkezinde cami, sekizi yüksek öğrenim, sekizi orta öğrenim için on altı medrese, sıbyan mektebi, kütüphane, türbe, tabhane, imaret, kervansaray ve darüşşifadan oluşan 1470 tarihli Fatih Külliyesi’nin güneydoğusunda, etrafı duvarla çevrili 10.500 metre kare alan içinde kare plan olarak inşa edilen darüşşifa, ortasında şadırvanlı avlunun etrafı kubbeli odalarla çevrilidir. Odaların bir kısmı kiler, mutfak dışında kalanlar ise hastalara ayrılmıştır. Ayrıca darüşşifanın yanında hastaların yıkanmaları ve çamaşırlarının temizlenmesi için 1577 yılında ayrıca hamam da yapılmıştır.
Külliyenin vakfiyesine göre darüşşifa kadrosunda iki tabip,bir cerrah,bir kehhal ( göz doktoru ) bir eczacı , iki hasta bakıcı, bir vekilharç, bir sarf emini, bir mahzen emini, iki aşçı, bir kapıcı ve hademe bulunmaktadır. Seçimlerinde, din, milliyet, gözetmeden deneyim ve yetenek aranan tabipler, günde iki sefer hastaları muayene edip gerekli tedavi düzenliyorlardı. Ayrıca haftada bir gün darüşşifaya dışarıdan başvuran fakir hastalara da ilaç verilmekteydi. Ölen hastaların cenaze masrafı da vakıftan karşılanmaktaydı. Yüzyıllar boyunca depremlerden hasar gören darüşşifa 1824 ‘teki depremde yıkılmış, tamiri mümkün olmamış, yıkılmıştır.”
Burada ilginç olanı şu günümüzde siyasiler, bizdendir deyip hiç deneyim ve yeteneğe bakmadan koca kurumların başına acemi ve yeteneksiz adamları getirerek ülke çıkarlarını hiçe saymaları düşündürücü ve acı gerçeklerdir.
Diğer önemli bir husus, Osmanlı Devleti’nin ve Cumhuriyet hükûmetlerinin ırkçı bir yaklaşımdan çok insani değerlere önem veren ve günlük hayatta uygulayan devletler olduğunu kitabın muhtelif yerlerinde kurumlarda yaptıkları uygulamalarla görmek mümkündür.
Kitapta, 14 Mart Tıp Bayramı, ilk tıp okulunun kuruluşu olarak kabul edilen 14 Mart 1827 tarihi başlangıç olarak kabul edilmektedir. İlk kez İstanbul’un işgali ile kutlama başlanmış, Bu kutlamaya Dr. Fevzi Paşa, Dr. Besim Paşa, Dr. Akil Muhtar ve diğerleri ile birlikte işgal kuvvetlerinin başhekimi de bu kutlamaya katılmıştır. 1929 yılına kadar 14 Martı esas alan kutlama törenleri Dr.Fevzi Paşa’nını önerisi ile bir süre Bursa Beyazıt Darüşşifası’nın hizmete başlayışı tarihi olan 12 Mayıs 1400 başlangıç kabul edilmiş ise de sonradan 1937’de tekrar 14 Mart tarihine dönülmüştür.
PROF. DR. İBRAHİM CEYLAN ( 6 )
Prof. Dr. İbrahim CEYLAN, “ Türklerde Cerrahinin Gelişimi “ adlı yeni çıkan kitabında , Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlık kadrosu ve alt yapı yetersizdi, 1923 yılında 86 , 1930’ da 182 hastane, poliklinik 1923’te 54.800, 1930’da ise 249..000 sayıya ulaşmıştır. Hekim sayısı ise 1923’te 550, 1930’da 1200’dür. (1 )
Cumhuriyetin ilk döneminde sağlık alanında sadece sıtma ile savaş olağanüstü bir başarıdır. Frengi, trahom, verem, veba gibi yaygın hastalıklar durdurulmuştur.
1933 Üniversite reformu ile birlikte “Mülteci ve Yabancı Profesörlere” kapıları açarlar ve 30 bilim adamı ile sözleşme yaparlar. Yapılan anlaşmalardan hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem de mülteci profesörler memnundur. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip kısa ve öz konuşmasında,
“ Bugün alışılmışın dışında örneği gösterilemeyecek eşsiz bir iş başardığımız müstesna bir gün yaşıyoruz. Bundan 500 yıl kadar önce biz İstanbul’u aldığımız zaman Bizanslı bilim adamları İstanbul’dan ayrılmaya karar verdiler, onları tutmak mümkün değildi, çoğu İtalya’ya gittiler ve Rönesans’ ı yarattılar. Biz bugün Avrupa’dan bunun karşılığını almaya karar verdik. Milletimizin daha bilgili olmasını ve yenilikleri öğrenmesini istiyoruz. Bilgilerinizi ve metotlarınızı bize getirin, gençlerimize ilerlemenin yolunu öğretin. Sizlere şükranlarımızı ve takdirlerimiz bildiriyoruz.” diyecektir.
Maarif Vekili Dr. Reşit Galip anlaşmaları Atatürk’e sunarak onay aldı ve yabancı profesörlerin temsilcisi olan Dr. Schwartz’a bildirdi. Bu profesörler 1 Ağustos 1933 ‘te üniversite açılması ile görevlerine başladılar. Bu arada dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın Dr. Scwartz, Dr. Nissen ile birlikteki görüşmesinde, yapımı sürdürülmekte olan Ankara Numune Hastanesi ve yapımı tamamlanmış olan Hıfzıssıhha Enstitüsü için açık olan kadrolara Alman mülteci profesörlerin getirilmesi teklifi kabul edildi.
Dr. Reşit Galip, Dr. Refik Saydam daha sonra Hasan Ali Yücel Cumhuriyet Döneminin önemli reformist bakanlarındandır. Bu kitapla ilgili olarak gelecek ve son sayımızda Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarının dünya üzerindeki üstün prestijini ve yönetimine olan hayranlığı belgeleriyle okuyucularımıza sunacak ve yazımızı noktalayacağız.
“Türklerde Cerrahinin Gelişimi “ kitabını (2 ) büyük bir özveri ile hazırlayarak “Türk Cerrahi Derneği “ kanalı ile cerrahların yararına sunan ünlü cerrah Sayın Prof. Dr. İbrahim CEYLAN’ı tıp tarihine böyle bir eser kazandırdığı için kutlar, ömür boyu sağlıklı yaşam dileriz.
----------------------------------------------------------------------------
1) Özellikle bu sayıları aldım ki Ak Partili dostlarımız yokluk dönemindeki on yılda, katlamanın nasıl olduğun görsünler ve hizmetin nasıl yapıldığını öğrensinler. CHP’li dostlar da gaflet uykusundan uyanarak geçmişe yönelik biraz çalışma yapsalar mazilerini öğrenmiş olacaklar.
2) Türklerde Cerrahinin Gelişimi “ kitabı Türk C errahi Derneği Üyelerine gönderilmiştir. Edinmek isteyen Türk Cerrahi Derneği, Koru Mah. Koru Sitesi, Ihlamur Cad.Nu: 26, 06810 Çayyolu/ANKARA, Tlf. 0312 241 99 90
PROF. DR. İBRAHİM CEYLAN ( 7 )
Nazi Almanya’sından kaçan bilim adamları içinde ünlü Fizikçi Albert Einstein de vardır. Asrın büyük fizikçisi Yahudi asıllı Prof. Dr. Albert Einstein Almanya7nın içinde bulunan siyasi ortamdan ayrılarak mülteci olarak Fransa’ya iltica etmişti. Paris’te oluşturulan bir Yardımlaşma Grubu olan “OSE” Yahudi Derneğinin onursal başkanı idi. OSE, Yahudilerinin hayatlarını düzenlemek ve kurtarmak görevli bir dernekti. Albert Eihstein 17 Eylül 1933 tarihinde T.C. Hükümeti’nin Başvekili ismet Paşa’ya bir mektup gönderir. İşte mektubun çevirisi
Sonuç olarak ismet Paşa nazik bir üslupla “ Taleplerini yerine getiremeyeceklerini bildirir. Bu arada Atatürk’ün dişçisi olan bir Yahudi Atatürk’e durumdan haberdar eder ve Yahudi bilim adamlarının Türkiye’ye gelmesini sağlar. İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerimiz bu Yahudi profesörlerden azami derecede istifade ederler. Yahudi bilim adamları çalıştıkları dallarda çok sayıda Türk bilim adamı yetiştirerek ülke kalkınmasında büyük hizmetleri olmuştur.
Türklerde Cerrahinin Gelişim “ Kitabını yazan Sayın Prof. Dr. İbrahim CEYLAN’ın cerrahi tarihindeki gelişmeleri ve Sağlık alanında yapılan reformları belgeler ile okuyuculara sunması gurur verici bir çalışma örneğidir. Kitabı okudum, cerrahinin konusu dışında ben de çok şey öğrendim. Kitapta “Üniversite Reformu” nun anlatılması bile başlı başına büyük bir çalışma ve geleceğe ışık tutan tarihsel bir belgedir. Sayın profesöre eserlerinin devamını dileriz.
7 Şubat 2013
HasanŞİMŞEK
NACİ EKŞİOĞLU
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Salı, 22 Ocak 2013 12:38
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3220
NACİ EKŞİOĞLU’NU KAYBETTİK !
(1927- 2013 )
Ankara’da ikamet eden Danıştay Savcılığından emekli hemşehrimiz Naci Ekişoğlu 19 Ocak .2013 Cumurtesi günü Ankara’da vefat etti. 1926 yılında doğan Ekşioğlu, ilkokulu Merkez İlkokulunda, ortaokulu Mersin, liseyi de Balıkesir’de okudu. Liseyi bitirdikten sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi ve bu okulun idari bölümünden 1949 yılında mezun oldu.
Kadınhanı, Karapınar, Ereğli ve Darende gibi ilçelerde kaymakamlık yaptı. Kaymakamlık döneminin bizim bildiğimiz iki belirgin özelliği var: Birincisi 1954-1956 yılları arasında Karapınar Kaymakamı iken erozyonla mücadele etmesi. Erozyonun tehlikelerinin ne olduğunu ve erozyonla nasıl mücadele edileceğini bilinmeyen bir dönmede, o Karapınar’da ilçenin çoraklaşmasını, canlıların yaşam zorluğunu fark etmiş. En üst düzeyde bir ilçe yöneticisi olarak erozyonun tehlikesini ve çoraklaşmanın farkına varmış ve erozyonu önleme çabalarına girmiştir. Bilimsel mücadele ile erozyonun önlenebileceğini kanıtlamış bir kaymakamdır. Onun erozyonla mücadelesi sayesinde Türkiye gündemine ve ders kitaplarına erozyonla mücadele kavramı girmiş. Kaymakama Naci Ekşioğlu adı erozyonla mücadeleyi başlatan kaymakam olarak literatüre geçmiştir.
Naci Ekşioğlu’nun kaymakam olarak ikinci bir özelliği 27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra Ermenek’te doğduğu yerde Kaymakamlık ve Belediye Başkanlığı yapmış olmasıdır.
Kaymakamlık döneminden sonra Danıştay’a geçen Ekşioğlu yaş haddinden emekli oluncaya kadar Danıştay’da Savcılık görevi yapmıştır.
Ermenek Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yönetiminde de çalışan Ekşioğlu, Ermenek sevgisi ile dolu bir insandı. Eşi Sıddıka Hanım’ı birkaç yıl önce kaybeden Ekşioğlu emekli yaşamını Ankara’da sürdürüyordu. İyi bir aile babası olan Naci Ekşioğlu ‘nun ( Prof. Dr. Ayşe Gökalp, Nihal Ekşioğlu-Edebiyat Öğretmeni, Doç.Dr. Meral Ekşioğlu ve Prof. Dr. Fatih Ekşioğlu ) iyi eğitimli üç kız bir erkek evlada sahipti.
Cenazesi Pazartesi günü Maltepe camiinde kılınan öğle namazını müteakiben Cebeci Aile Mezarlığına defnedildi. Ailesine, yakınlarına, dostlarına başınız sağ olsun deriz. Ruhu şad olsun.
22.01.2013
Hasan ŞİMŞEK.
Not: Konya’nın Karapınar ilçesine düşük kaliteli linyitle yapılması gündeme gelen termik santral ve sakıncaları için İst. Bakırköy Belediye Parkı’nda geniş kapsamlı yapılan toplantıda Karapınar’ın erozyondan kurtarılması için Sayın Ekşioğlu’nun gösterdiği çabaya vurgu yaparak, mevcut yeşilliğin/tarım ürünlerinin bozulmaması temennisinde bulunarak onun hizmetlerini anımsatmıştım.
BABAM AHMET NACİ EKŞİOĞLU,
Saygıdeğer eğitimci, kıymetli yazar Hasan Şimşek Hoca’nın babamla ilgili, özellikle de Konya’nın Karapınar ilçesindeki başarılı erozyon çalışmaları ile ilgili bir yazı hazırlamak istediğini bildirmesi neticesinde siz okuyuculara değerli babam Ahmet Naci Ekşioğlu ile ilgili kısa bilgiler aktaracağım.
Babamın özgeçmişini sayın Hasan Şimşek tarafından vefatı dolayısıyla kaleme alınan 22.01.2013 tarihli yazıda yukarıda okudunuz. Günümüzde isminin tekrar gündeme gelmesi Bakırköy Belediye Parkında düzenlenen Karapınardaki erozyonla ve yapılmak istenen termik santralle ilgili geniş kapsamlı toplantı. Babam 1954 yılında ilçe için tehlikeli bir afet haline gelen rüzgar ve erozyonun merkezi Karapınar ilçesine kaymakam olarak atanıyor. Erozyon ilçeyi çöl haline getirmiş, kum tepeleri, kum fırtınaları ve obruklar oluşmuş. Çocukluk anılarım içerisinde şiddetli bir fırtınada kum tepelerinin yer değiştirdiğini, araçların Karapınar-Konya arasında trafiğe çıkamadığını hatırlarım. Babamın o dönemdeki ekibi ile yaptığı bilimsel çalışmalar ve sulama kanalları sayesinde Karapınar çölü 10 yıl içerisinde yeşerdi ve cennet haline geldi. Çölden kurtulan Karapınarda her yıl yapılan EROZYON BAYRAMINA babam onur konuğu olarak davet edilir ve katılırdı. Birkaç yıl süreyle biz de ailece katıldık. Babam Kaymakam Ahmet Naci Ekşioğlu’nin bu başarısı Köy İşleri eski Bakanı Münir Güney’in kaleme aldığı “YEŞEREN ÇÖL KARAPINAR MUCİZESİ” kitabında konu olmuş ve övgü ile sözedilmiştir. Ayrıca aynı başarıdan Prof. Dr. Cevat Geray’ın Karapınar hakkındaki kitabında, Mete Akyol’un Hürriyet Gazetesindeki yazılarında bahsedilmiş, TRT’nin Karapınar belgeseli filminde yer almıştır. Bu başarılardan dolayı babam 1984 yılında Orman Bakanlığı tarafından şilt verilerek ödüllendirilmiştir.
26.02.2003 tarihinde Konya ili Karapınar ilçesi Belediye Meclisinin 32/3 sayılı kararı ile Türüdiye Mahallesinde bir caddeye Naci Ekşioğlu adı verilmiştir.
Babam çok sevdiği kaymakamlık görevini biz çocuklarının eğitimlerini düşünerek 1963 yılında bitirdi ve Ankara’da Danıştay hakimliği görevine geldi. Danıştay’da çalıştığı süre içerisinde 1971 yılında Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde yüksek lisans yaptı. Danıştay kontenjanından Anayasa Mahkemesi Hakimliği görevini ve daha sonra Uyuşmazlık Mahkemesi Hakimlik görevini yürüttü. 20 yıl süreyle Danıştay Savcılığı görevini üstlenerek 1991 yılında yaş haddinden emekli oldu.
Mülkiyeliler Derneği üyesi olan babam İdarecinin Sesi, Adalet Dergisi, Yeşil Ermenek Gazetesinde genel kültür, idarecinin yönetimi ve sosyal yaşam ile ilgili yazılar yazardı. Mülkiyeliler Derneğinde ve Ankara’daki Ermenek Kültür ve Yardımlaşma Derneğinde yönetim kurulu üyelikleri yaptı
Ona tüm yaşantısı boyunca sevgi ve saygısıyla destek olan mükemmel insan annemiz Sıdıka Ekşioğlu’nun 2001 yılındaki zamansız vefatından sonra, kardeşlerim emekli Edebiyat Öğretmeni Nihal Ekşioğlu, Doç. Dr. Meral Ekşioğlu ve Prof.Dr. Fatih Ekşioğlu ile, hiç yalnız bırakmadan, hep destek olduk, moral verdik, anılarını dinledik. Bu ulu çınar 20.01.2013 günü hakkın rahmetine kavuştu. Ruhu Şad, mekanı cennet olsun.
Prof. Dr. Ayşe Sevim GÖKALP
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Hastalıkları Öğretim Üyesi
HABİP ÇALIŞKAN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Çarşamba, 12 Aralık 2012 00:00
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3282
10 Çocuklu bir ailenin 6. çocuğu olarak 16 Ocak 1946 da, Balkusan’da doğmuşum. Babamın, hayatın ucuna çıkıp oynaması “dellendiğinden” değil, yol vergisinden (yol angaryası) kurtulmuş olmasındanmış.
Balkusan’da okula ilk başlayanlardan olduğum için , Ermenek Ortaokuluna da köyden ilk giden öğrenci oldum. Orta öğrenim sonrası (1962) ben de devre arkadaşlarımız gibi “yukarlara” gidebilmenin yollarını aradım. Amacım, en kısa yoldan bir devlet okuluna girebilmekti. Ne varki, köyde doğup büyümenin bu kapıları açmada en büyük engel olduğunu tüm öğrenim yıllarımda yaşadım. Akşehir Yatılı Öğretmen Okulu’nu kazanmış olmama karşın, “Memur ya da Tüccar” bir kefil bulamadığım için girememiş olmamı içimde hep bir sızı olarak taşıdım.
Yatılı bir okul sınavı için geldiğim Ankara’da, yazılı sınavları kazandığım halde sözlü sınavlarda hep başarısız sayılıyordum. Bir yere giremediğim gibi memlekete dönecek param da yoktu. Gündüzleri, Hergele Meydanı’nda, “Ne alırsan 5 kuraşa” taplacılığı yapıp gece de, Ankara Akşam Ticaret Lisesine kaydolup okumaya devam ettim. O yıllarda ticaret lisesini bitirenler, yüksel okul olarak sınavla sadece İ.T.İ. Akademilerine girebiliyorlardı. Ankara İ.T.İ. Akademisine 83. sırada girdim ama, çok sayıda arkadaşımız açıkta kalmıştı. Bu eşitsizlik karşısında direniş yolu göründü. Türkiye Ticaret Liselerini bitirenler cemiyetini kurdum. Akademi bahçesine bir ölüm orucu çadırı kurarak kontenjan açılması için direnirken bir yandan Ankara’da bir yürüyüş düzenlenmesine öncülük ettim. Sonuçta bir miktar kontenjan açılma kararı çıktı. Ticaret Lisesinden sonra, Merkezi Sistem sınavı için Atatürk Lisesi’de fark dersleri verip düz lise diplomasını da aldım ve merkezi sistem sınavı ile ODTÜ İnşaata da girdim. 1971 Ocak ayı ile 1974 yılları arası öğrenim yaşamıma zorunlu ara verilmişti. 1974 sonrası çıkarılan af ile inşaat mühendisliği diploması aldım. Ancak, 1974-1980 Eylül arası Ankara’da Ser Yayınevi yöneticiliği ve editorlüğü ile ekonomi-politik, materyalist felsefe, “üretim içinde eğitim” temelinde, ana-babaların ve çocukların eğitimi ile klasik ve neo faşizm üzerine yayıncılık yaptım. 12 Eylül darbesinden sonra, 10 ton kitabıma el konulup imha edilince inşaat işine başladım.
1997 Yılına kadar inşaat sektörününde çalıştım. Doğup büyüdüğüm köyüm Balkusan’dan hiç kopmadım. Karamanoğlu Mehmet Bey’in tarihsel öyküsünü hem çocukluğumdan itibaren canlı tarih anlatıları ile hem de ulaşılabilen hemen her kaynaktan araştırıp öğrendim. Özellikle Karaman’da düzenlenen, Dil Bayramı çerçevesinde, herkes “bizi bize anlatıyor”du. Bu yüzden, “Balkusan, Karmanoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür Derneği’ni kurdum ve dönemin Karaman Millet Vekili sayın, Fikret Ünlü ile birlikte aldığımız bir karar ile, 1998 12 Mayıs günü Balkusan’da resmen; “Türk Dil Bayramı ve Karamanoğlu Mehmet Bey’i Anma Etkinliklri”ni başlattık.
Çünkü, Ermenek ve Balkusan’ın Türk Dilinin (Oğuzca-Anadolu Türkçesi) kaynağı olması ve Türkiye Türkçesinin kurumlaşmasına köklük etmiş olmasını gördüm ve bu değerin çok önemli bir kültürel miras olduğuna inandım. Ayrıca, yöremizin tanıtılmasında da dün olduğu gibi bu günde en önemli kültürel değer olduğu konusunda hiç kuşkum yoktur.
1998 den 2017 ye, “Balkusan Türk Dil Bayramı ve Karamanoğlu Mehmet Bey’i Anma Etkenlikleri”nin aralıksız günümüze kadar gelmesine öncülük ettim.
Balkusan’a kazandırdığımız kültür merkezi içinde bir; Türk Kültürü Müzesi ile, bahçesinde “Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Karamanoğlu Mehmet Bey ve Mustafa Kemal Atatürk” olmak üzere, bir “Türk Dili Büyükleri Müzes”inin oluşturulmasına öncülük ettim. Türk Dili Büyüklerinden, Karacaoğlan ve Aşık Paşayı Veli’yi de bu müzeye kazandırmak için olanaklar arıyorum.
Yılın 7 ayı, Balkusan’dayım. Ermenek-Balkusan yöresi insanının, Türk Dili, Türk Kültürünün gelişmesine katkı verebilecek olan bu türden etkinlikler içerisinde bulunmaya, söz düşerse anlatmaya devam ediyorum.
BİR YALNIZ ADAM!
Bu yazımda, iş ve organizasyon yönünden Taşeli çevresinde yalnız bırakılan bir adamdan ve yaptığı işin öneminden bahsedeceğim. Bu kişi Karamanoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür Derneği Başkanı Habip Çalışkan’dır. Yıllardır Karamanoğullarının ilk merkezinin Ermenek olduğunu ve Karamanoğlu Mehmet Bey’in Balkusan’daki türbesinde yattığını, bunun anlam ve önemini tanıtmak için gece gündüz çalışır. Kendisi bir mühendis Ankara’da oturur. Yılda birkaç defa Dil Bayramı etkinlikleri nedeni ile ilimiz Karaman ve Ermenek (Balkusan)’e gelir gider. Ankara’da, İstanbul’da, Ermenek ve Karaman’da Dil Bayramını, fermanın önemi ve tanıtımı için çeşitli kültür çevreleri ve otoritelerle görüşür, fikir alışverişinde bulunur. Bu adamın tek amacı Ermenek Beyliği de denilen ve kendileri Ermenek ve çevresinde yaşayan ama odak noktası Balkusan olan Karaman Beyliğini ve onların Türk kültür hayatındaki önemini anlatmak için çaba sarfetmesidir. Karamanoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür Derneğinin amacı Konya Sarayı’nda ve Beyliğin egemen olduğu topraklarda Türkçe konuşulması için ilk fermanı çıkaran ve Türkçemizin yabancı dillerin esaretinden kurtulmasını sağlayan Mehmet Bey’i tanıtmaktır. Mehmet Bey’in mezarı Balkusan,’dadır. Balkusan Ermenek’in bir köyüdür. Taşeli Bölgesi (Mut, Anamur,Gülnar, Bozyazı , Gazipaşa, Alanya, Sarıveliler, Başyayla ) Karamanoğullarının yurdudur. Ermenekli aydınlar Karamanoğlularının merkezinin başlangıçta Ermenek olduğunu sonra Larande ( Karaman )’ye taşındığını bilmektedirler.
Her yıl 13 Mayıs günü kutlanan Dil Bayramı etkinliklerinde ve organizesinde Habip Çalışkan maddi ve manevi sıkıntılar içinde düşmekte adeta yılgınlığa ve bezginliğe varan bir çalışma sergilemektedir. Habip, Dil Bayramı etkinlikleri için biçilmiş bir kaftandır. Başta Ermenek olmak üzere çevresindeki kaymakamlıkların ve belediyelerin onu canı gönülden maddi ve manevi olarak desteklemesi gerektiğini düşmekteyim. Bu konuda kurulduğu günden beri çok fazla bir etkinliği olmayan Taşeli Belediyeler Birliği’ne çok iş düşmektedir. Ermenek Belediyesi, Taşeli Belediyeler Birliği çalışmalarında ne yazık ki liderlik görevini yapmıyor ya da yapamıyor. Balkusan, Taşeli ‘nin tanıtılması için çok önemli bir merkezdir. Orası Habip Çalışkan’ın tapulu mülkü değildir. Bugün var yarın yok. (1 ) Onun aldığı sorumluluk kadar diğer yerleşim birimlerimizin de sorumluluk alması önem arz eder. “Yalnız taş duvar olmaz. Ağaç yaprağı ile gürler. Bir elin nesi var; iki elin sesi var “atasözlerimiz birlik ve dayanışmayı vurgular.
Balkusan’a ve Karamanoğlu Mehmet Bey Külliyesine sahip çıkmak, tanımak ve tanıtmak Taşeli halkının tarihi bir sorumluluğudur. Hiçbir siyasi hedefi olmayan, ama hizmette kusur etmemeye çalışan Habip Balkusan’da çok güzel şeyler yapmış ve yaptırmıştır, yapmaya da devam etmektedir. Devlet Bakanımız Sayın Fikret Ünlü’nün girişimleri ile inşaat Mühendisi Ersin Arıoğlu tarafından yaptırılan Karamanoğlu Mehmet Bey Kültür Merkezi bakıma ve işletmeye hazır bir yerdir. Adını Karamanoğlu Mehmet Bey’den alan KMÜ yöneticileri ve bilim adamları daha burayı tanımış ve keşfetmiş değil. Üniversitenin orya el atması ve yöremizdeki bilimsel çalışmalara katılması için Habip Çalışkan’nın KMÜ’de girişimleri var ama yalnız bir adam olduğundan bu pek etkili olamıyor. Dileğimiz bu konuda kaymakamlarımızın ve belediyelerimizin, sivil toplum örgütlerimizin, muhtarlarımızın Dil Bayramı etkinliklerine ciddi anlamda destek verip Habip’in sesini dikkate almaları elzemdir. Sıfıra yakın bütçe ile Karamanoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür Derneğinin ve Ermenek Belediyesi’nin bu işi ucundan, kıyısından tutması ile Dil Bayramı etkinlikleri cılız kalır amacına ulaşmaz. Her geçen yıl amacından uzaklaştırıldığını düşündüğüm Dil Bayramı etkinliklerine 2013 yılı Mayısının 13’ünde okulları, köyleri, beldeleri, kentleri ile bir bütün olarak çok iyi hazırlanıp atalarımıza yakışır bir şekilde kutlamamız ve Karamanoğlu Mehmet Bey’’in Türkçemiz ile ilgili “ Bugünden sonra hiç kimse, sarayda, divanda,meclislerde ve seyranda Türk Dili’nden başka dil kullanmaya, Defterler dahi Türkçe yazıla! “ buyruğuna sahip çıkmamız dileğimdir. 12.12.2012 . Hasan ŞİMŞEK
_____________________________________________________
1) Habip Çalışkan bu süreçte Kültür Merkezi önüne Türk diline önem veren ve gelişmesini sağlayan Yusuf Has Hacip, Kaşgarlı Mahmut, Yunus Emre, Karamanoğlu Mehmet Bey, Kaygusuz Abdal ve Mustafa Kemal Atatürk’ün büstleriyle Balkusan’ı daha da anlamlı bir hâle getirdi ve getirmeye devam ediyor.
DİL BAYRAMI VE ERMENEK YÖNETİCİLERİ
Bu yıl Dil Bayramı Etkinliklerinin 736. sını kutlayacağız ama ortalıkta bir ses seda yok. 12.12.2012 tarihinde Yeşil Ermenek’e “Bir Yalnız Adam “ başlığı altında yazdığım yazıda, Karamanoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür Derneği Başkanı Habip Çalışkan’ın Balkusan’daki zor uğraşılarına dikkati çekmiş ve yöneticilerimizin ve halkımızın dikkatini Balkusan’daki törenlerin hazırlanışına çekmeye çalışmıştım.
Sayılı günler çabuk geçer, kutlama gününe bir aydan az zaman kaldı. Ortalıkta, sivil toplum örgütlerimizden, belediyelerden ve kaymakamlıklardan hiçbir ses gelmiyor. Dil Bayramı Etkinliklerini kim düzenleycek? Bu iş tek başına elinde bir kuruş bütçe olmadan Habip Çalışkan’a yüklemeye çalışmak haksızlık olur. Gerçi kimse bu organizasyonu yap diye Habip’e bir zorlama yapmıyor ama bu işi birilerinin yapması gerek. Birlerinin değil el birliği ile herkesin Balkusan Dil Bayramı etkinliklerine katkı yapması gerek. Bu kültürel bir sorumluluktur.
Eğer, Ermenek’i tanıtmak için bir derdimiz olacaksa ki olacak! O vakit Balkusan’da yatan Karamanoğlu Mehmet Bey’e sahip çıkacak ve onun Ermenek topraklarında barındığını dünyaya haykıracağız. Şu an Ermenek’i tanıtacak iki ana konudan biri Ermenek Barajı diğeri de Karamanoğlu Mehmet Bey Külliyesi’nin ve kabrinin Bulkusan’da olmasıdır.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türk tarihindeki önemi onun Türk Dili’ne verdiği önem ve yayınladığı ferman ile ilgilidir. Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de yayınlamış olduğu fermanda “ Bugünden sonra hiç kimse, sarayda,divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dili’nden başka dil kullanmaya “ söyleminden sonra “ Defterler dahi Türkçe yazıla!” diyerek Türkçe’nin yabancı dillerin esaretinden kurtarıp bağımsızlığına kavuşmasını sağlayan Türk büyüğü Karamanoğlu Mehmet Bey’dir.
Anadolu Selçuklu Sultanlarının dahi adlarının Farsça Keykubat, Keykavus, Keyhüsrev olduğu 13.yy da bu tepkiyi vererek Türk Dili’ne dikkati çekmesi ve her yerde Türkçe konuşulup yazılması emri onun ulusal bilince verdiği önemi ifade eder. İşte bu nedenle Mehmet Bey Türk Tarihinde büyük insanlar konumundadır. Bu nedenle biz Mehmet Bey’i her yıl 13 Mayıs’ta Balkusan’daki külliyesinde anmaya çalışıyoruz. Yeterli ölçüde bu konuya kurumlarımız ve sivil toplum örgütlerimiz ağırlıklarını koymuş değiller. Bildiğim kadarı ile Habip Çalışkan dört aydır kapı kapı dolaşıyor bir şeyler yapabilmek için adeta çırpınıyor. İl yönetimi, il kültür müdürlüğü, basın yayın organları kapı kapı geziyor ama nafile Karaman’da kapılar onun için kapalı. Yanında ne bir devlet kumru ne de bir sivil toplum örgütü var. Ne acıdır ki, İl Yönetimi Balkusan’da yapılan ve yapılacak olan Dil Bayarmı etkinliğine pek sıcak bakmıyorlar, anladığım kadarı ile Balkusan Etkinliklerini angarya kabilinden bile görmüyorlar. Kısacası Karman merkezin gündeminde Balkusan diye bir şey yok. Aslında Karaman ( Larened’nin )’ nın Dil Bayramı etkinlikleri ile tarihi bir ilişkisi yoktur. Ferman’ın okunduğu yer Konya Selçuklu Sarayı, Mehmet Bey’in mezarı da yakınları ile birlikte Balkusan’dadır. Şimdi orda güzel bir kültür merkezi ve anlamlı Türk büyükleri büstleri var. Bu büstlere Kaygısız Abdal’ın büstü de eklenecek. Bilindiği gibi Kaygısız Abdal, bir Karman Beyliği şairlerindendir. Dil Bayramı Etkinlikler çerçevesinde Karaman ilindeki öğrencilerinin orayı görmelerinde büyük yarar var.
Sayın Değerli vekilimiz Lütfi Elvan Bey, bu tür etkinlikleri sivil toplum örgütlerinin yapması gerektiğini yıllardır söyler, söyler ama bu iş para ile pul ile olur. Karamanoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür Derneği’nin kasasında para yok. Geçen 2012 yılı kutlamalarında Karaman merkeze 1 milyon 250 bin TL para geldi. Bunun bir kuruşu Ermenek’e yansımadı. Bu çok büyük bir adaletsizlik, haksızlık ve Taşeli’ne kayış aşırmadır.
Aslında bu tür etkinliklerin yapıldıkları yerler siyasilerin bedavadan gösteri yaptıkları ve propagandalarını yaptıkları yerler olmasına rağmen nedense parasal destekten uzak duruyorlar.
Sonuç olarak, Karamaoğlu Mehmet Bey Külliyesi ve Türbesi’nin Balkusan’da olması Ermenek turizminin gelişmesinde ve tanıtılmasında önemli bir ilgi alanı olacaktır. Dil Bayramı etkinliklerinde Taşeli kaymakamları, belediye başkanları hatta köyleri bigâne kalamaz. Özellikle Ermenek Kaymakamımız Sayın Hüseyin Sayın ve Belediye Başkanımızın Sayın Necati Akpınar’dan bu konuda çok aktif olmaları beklentisi içindeyiz. 7’den 70’e birlikte yapılması gereken bu tarihi etkinlik atalarımıza karşı bir borç ödeme anlayışının çok ötesinde Ermenek Turizmi’ne de büyük oranda katkı sağlamaya adaydır. Sıfır bütçe ile tek bir adam uğraşısı ile bu kutlama ve organizasyon istenilen düzeyde olmaz. Hep birlikte Habip Çalışkan Bey’in çalışmalarına destek vermek Tarihimize saygı, atalarımıza saygı, Taşeli Yöresi turizmine hizmet anlamına gelir.
Artık Ermenekli zenginlerimizin kültür ve tanıtıma katkı adına böyle etkinliklere destek verme zamanı geldi. Unutmayalım kültürel etkinlik bizim kimliğimiz, zenginliğimiz ve geçmişimizin günümüze yansıyan aynasıdır. 13 Mayıs Karamanoğlu Mehmet Bey’i Anma ve Dil Bayramı Etkinlikleri, birileri tarafından kendi ekseninden çıkarılıp başka mecralara doğru kaydırılma çalışmaları var. Yöneticilerimiz, sivil toplum örgütü kuruluşlarımızı bu konuda çok duyarlı olmaya davet ediyorum. Tarihimize ve tarihi değerlerimize sahip çıkalım. Değerini bilelim, öğrenelim ve öğretelim. Dil Bayramı Etkinlikleri bu işi için iyi fırsattır.
09.04.2013
Hasan ŞİMŞEK.
İBRAHİM TAŞTEKİN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Salı, 18 Aralık 2012 11:16
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2924
İBRAHİM TAŞTEKİN
İki yıldır doğduğum köy Büyükkarapınar hakkında bilgi ve belge toplayarak köyü ve köydeki değişimi anlatan bir kitap yazmaya çalışıyorum. İbrahim Taştekin, köydeki değişime- klasik tarım ürünlerinden- meyveciliğe geçişte rol alan bir ziraatçı. Bu nedenle “Köyümüze Hizmet Eden Ziraatçılar” bölümüne onu da almayı vicdani bir sorumluluk saydım. Aslında Ermenek Coğrafyası’nda halka ve yöreye 1950’den sonra olağanüstü hizmet eden insanlarımızın çoğunu tanırım. İbrahim Taştekin de Ermenek ve Çevresi’nde halkımızın ilkel tarım politikalarını terk ederek meyveciliğe dönüşümünde, olağanüstü katkıları olan çok değerli bir ziraatçımızdır.
O, 1929 Mayısında Kazancı’da doğdu. İlkokulu şimdi belde, o zaman köy olan Kazancı’da okuduktan sonra, Sarayönü-Konuklar Teknik Ziraat Okulu’na kabul edildi. 1940’lı yılların başında Karaman’a hâli vakti yerinde olanlar at sırtında, kiracı denilen ve Ermenek-Karaman arası yük taşıyan hayvanlarla gidilip, gelinirdi. Yoksul olanlar ya da parası olmayanlar ise üç gün yürüyerek Karaman’a ulaşırlardı. İbrahim Taştekin, ilk gittiğinde yürüyerek Karaman’a vardı. Karaman-Sarayönü arsı ise trenle gidilir ya da otomobil ile ulaşılırdı. Üç yıllık okulu başarı ile bitirdi. Okuldaki başarısından dolayı baş bahçıvan olarak okulda kaldı. Yenilikleri görmek ve kendini geliştirmek amacı ile 1949 yılında İstanbul- Büyükdere’deki Bahçe Kültürleri İstasoyun’na gönderildi. Büyükdere Fidanlığı o dönem Türkiye’nin en gelişmiş bir zirai kuruluşu idi.
Büyükdere Fidanlığı’na dünyada yetişen değişik meyve türleri getirtilip deneme üretimi yaptırılıyordu. Türkiye şartlarına ( iklimine ) uyan meyveler çoğaltılıp ülke geneline dağıtılıyordu.
Fidanlığın Teknik Ziraat İşlerini yürüten bir meyveci, bir fidancı biri de süs bitkileri olmak üzere üç İtalyan uzman tarafından yönetiliyordu. İbrahim Taştekin orada kaldığı bir yıl içinde bu üç İtlayan’nın teknik bilgisinden yeterli derecede faydalanıp kendini geliştirmeye çalıştı. 1950 yılında askere gitti. Askerlik dönüşü tekrar okuluna dönerek iki yıl baş bahçıvan olarak çalıştı. Meyve ağaçları üzerindeki bilgi ve becerilerini iyice geliştirdikten sonra Ermenek’e gitmeye karar verdi. Kafasındaki proje Kazancı’yı meyve bahçeleri ile donatmaktı. Bu düşünce ile Kazancı’ya gelir. O zaman Kazancı’da büyük arazileri olan Emin Sönmez ile birlikte ortak bir çiftlik kurma düşüncesindedir. Arazi Emin Sönmez’den bilgi ve çalışma ise İbrahim Taştekin’den olacaktı. Ortaklıkta anlaşamazlar ve proje suya düşer. O yıllarda Ermenek’te ziraat işleri çok ilkeldir. Çünkü 1950 öncesi dışa açılım yol olmadığından yok denecek kadar azdır. 1950’li yılların ortalarında Ermenek’te iki jeep var. Biri hastanenin diğeri ise Ziraat’ın. Ne yol, ne araç ne de teknik insan hiçbiri yok. Her alanda olduğu gibi tarımın bir kolu olan ziraatta da bir arayış, bir yenilenme, bir başkalaşım çalışmaları var. İşte bu yıllarda Halkalı Ziraat’tan mezun Mehmet Keskin Ermenek İlçe Tarım Müdürlüğü’ne atanır ( 1952 ).Yenilikçi ve gelişmeye açık bir kafası vardır. Gittiği köylerde Devlet’in köylülere verebilceği hizmeti hem anlatır hem de, arıcılık, meyvecilik vb. kurslar açar. İbrahim Taştekin böyle bir ortamda Mehmet Keskin ile tanışır ve desteğini alır. Bu sıralarda Kazancı Tarım Kredi Kooperatifi’ne sınav ile memur alacaklar. İbrahim Taştekin sınava girer ve kazanır. Artık Kazancı Tarım Kredi Kooperatifi memurudur. Tabir caizse devlete sırtını dayamıştır. Ekmek kaygısı yoktur. Yapması gereken çalışmaktır. O da bu çalışmayı fazlası ile yapmıştır. Görevinin dışında 50 senelik çalışma hayatında beş milyonun üzerinde ağaca aşı yapmıştır. Onun cebinde, makası, açı bıçağı, macunu, sargısı hiç eksik olmazdı. İnsanlara nasıl aşı yapılacağını öğretir ve kendisi de hep aşı yapardı. Ben onu Davadas’ta görev yaparken hayal meyal tanıdım. Memuru yok, işçisi yok, binecek aracı yok, yaya olarak karda kışta, çamur deryasında ayağında çizme o köy senin bu köy benim hizmet aşkına dolaştı durdu ve köylüleri meyvecilik ve fenni arıcılık yönünden aydınlatmaya çalıştı.
1960 yılında Davdas(Üzümlü)’a tayini çıktıktan sonra, artık bilgi ve becerilerini Kazancı yakasındaki köylere kullandığı gibi eski adı Navağı olan Başyayla İlçesinin köylerine de kullanacaktır. Artık golden ve starking aşılarını Üzümlü, Büyükkarapınar ve Elmayurdu gibi köylere de yapacak ve yapmasını öğretecektir. Kooperatifin merkezi Davdas’tır. Merkezden çevre köylere çamurlu yollarda çizmesini çeke çeke kan ter içinde gittiğini ve o diyarların meyvecilik yönünden gelişmesinde büyük emeği olduğunu yazıyor ve ona yörenin bir evladı olarak teşekkür ediyorum.
İbrahim Taştekin emekli olduktan sonra da gerek Ermenek ve gerek köylerinde çalışmalarına devam etti. Şimdi Kazancı’da oturuyor. Ermenek yöresinde elma ve kirazın yetişmesinde büyük emeği olan ve 80 yaşına basan Sayın İbrahim Taştekin’e nice sağlıklı v e mutlu yıllar dilerim.
18.12.2009
Hasan ŞİMŞEK

SARAYÖNÜ KONUKLAR’DAN
ERMENEK’E DÖNÜŞ-TEFECİLERLE MÜCADELE( 2 )
İbrahim Taştekin, sönmeyen Ermenek aşkı ve Ermenekli büyüklerinden Emin Sönmez, Mavalcı Mehmet Efendi gibi ziraatı önemseyen kişilerin talepleri üzerine Sarayönü’deki devlet işini bırakarak Ermenek’e gelir. “ Ermenek’e geldiğimde Halkalı Ziraat Mektebinden Mezun olan Mehmet Keskin ağabeyimiz Ermenek’e tayin olmuştu. (bkz. Kim kimdir? Mehmet Keskin, www.hasan şimşek.com.tr) Mehmet Keskin maddi ve manevi olarak bana büyük destek verdi. Köylerdeki yabani ağaçları aşılama, köylülere zirai bilgileri aktarmamda büyük destek verdi. 2 sene ziraat dairesinde çalıştıktan sonra Kazancı Tarım Kredi Kooperatifinde göreve başladım. Rahmetli Fahri Çelebi müdürümle 6 sene beraber çalıştım. Karşı yaka köylerine kredilerle güzel hizmetler aktardım. Bu arada arıcılığa başladım, fenni kovanı süratle çevreye yayarak kendim de 50 kovanla arıcılığa başladım. Cevizciliği çok önemsedim, 10 dönüm arazime kapama ceviz diktim cevizciliği Taşeli bölgesine yaymak için rahmetli Profesör Kamil İlisulu hocamız bana çok yardım etti. Yalova Atatürk Araştırma Enstitüsü’nden getirdiğim Yalova çeşitlerini aşılamak suretiyle süratle Taşeli Bölgesi’ne yaydım. Bu çalışmalarımı devam ederken resmi görevimi hiç aksatmadım. Bu sırada Davdas ( Üzümlü ) Tarım Kredi Kooperatifine tayinim çıkması dolaysıyla özel işlerimi aksatmamak şartıyla kabul ettim ve oradan tatil günlerinde işlerimi aksatmadan yaptım.
Davadas kooperatifine geldiğim zaman öyle bir zorlukla karşılaştım ki bölge halkın tefecilerin % 80 faizle perişan ettiklerini tespit ettim. Hemen beni baskıya almak istediler, ortaklarına fazla para vermeyeceksin, yatan paraları biz veriyoruz ve günlük faiz alıyoruz yatan paraları da geç vereceksin tehditleri yapmaya başladılar. Bu tehditlere aldırış etmeden görevimi sürdürdüm.” Bu yazı serisini hazırlayan ben o zamanlar çocuktum ama köylerimiz yakın olduğu için Davadas’ta tefecilerin varlığını ve ağırlığını hatırlayabiliyorum.
İbrahim Taştekin Bey, Davadas’ı anlatmaya devam ediyor. İşin özünde anlattığı sanki Davadas değil tüm Taşeli köylerinin perişan hâli.
“Sonbaharda eli kazma tutan erkekler köylerdeki işleri bitince Ege Bölgesi’ne kışın çalışmaya giderlerdi. Parti parti İzimir’e çalışmak için gidenlere “amele” denirdi. Gurbete giden yeni evlilerin, nişanlıların ve halkın gözyaşları büyük acı idi. Köylerde hastalanıp ölenleri kışın bir metre karda öğretmenlerle, kadınlarla mezara yerleştirirdik. Bölgenin kalkınması tefecilerden kurtarılması için uzun uzun düşünerek planlar hazırladım. Çünkü elimde güzel zirai bilgi ve kredi parası var. Bahar gelince amele grupları İzmir tarafından dönmeye başlayınca kooperatif borçlarını ödeyerek bana karşı sevgi ve sempati gösteriyorlardı. Köyleri dolaşarak kahvelerde hazırlamış olduğum kalkınma planın anlatarak 3-4 aydını ikna ederek elma bahçeleri kurmaya heveslendirdim. Ziraat okulumda elma fidanı üretiliyordu, hemen 1500 elma fidanı siparişi verdim. Bu fidanları Ermenek’e getirtmek çok zordu. Mut üzerinden getirerek Ermenek’te hendekledim. Baharın katır sırtında köylere naklini yaptırdım. Daha önce tespit edip işaretlerini bizzat yaptığım bahçelere kadınlarla birlikte fidanları diktim. Çünkü erkekler gurbette idi. Bu elma çeşitleri Türkiye genelinde mahdut (sınırlı ) çeşitlerdi. Hâlbuki İstanbul’da kurs döneminde edindiğim bilgi dünya genelinde Golden, starking elma çeşitleriydi. Ben daha evvel bu elma çeşidinin aynısını İstanbul’dan getirterek Kazancı’da bahçemde çoğaltmıştım. Buradan getirdiğim aşılarla bizzat elimle 1500 elma fidanını aşıladım.
Esas başarımın en önemlisi Napolyon Kirazı, İstanbul’da kursta iken İtalya’dan getirtilip denemesi yapılan bu kirazın bölgemizde yaygınlaştırılması önem taşıyordu. Hemen hemen her köyümüzde yabani kiraz vardı, bunların aşılanması ve islahı gerekiyordu. Bu konuda köylüleri ikna edip, Napolyon türü kirazın yaygınlaşmasın sağladık. En çok başarıl olduğumuz yer ise Büüykkarapınar köyü oldu, bu köye çok hizmet ettim ve köyde Napolyon türü kirazı benimsettim. Dönemin muhtarını ikna etmek için çok uğraştım ama sonuçta başarıl olduk.
Bugün köylülerin az da olsa kalkınmasında elma ve kirazın büyük payı var, teknisiyen olarak biz kirazın ve elmanın yaygınlaşması için çok çaba ve emek sarf ettik. 01.02.2017
BAŞYAYLA MUCİZESİ ( 3 )
İbrahim Taştekin, Üzümlü’de, ( Davadas’ta ) Tarim Kredi kooperatifinin başında iken, şansız bir olay yaşanır. Başyayla Belediye Başkanı vurulur. Halk ikiye bölünür, akşam karanlığı basınca kimse sokağa çıkamaz. Böyle bir zamanda, Kalkınma Kooperatifleri kanalıyla Almanya’ya işçi gönderilmeye başlanmıştı. Kooperatifime bağlı köylerde Kalkınma Kooperatifi kurarak Almanya’ya işçi gönderme çabasına girdim. Köylüler bu teklifimi benimsemedi. Bir de Başyayla’yı deneyim diyerek Başyayla’ya gittim. Kasabanın sevilen bir adamı olan, soyadın unuttuğum Hasan Amca’nın evine gittim.
Hasan Amca’ya bir kalkınma kooperatifi Kanalı ile Almanya’ya işçi gönderileceğini anlattım. Düşüncemi hemen benimsedi, kaç kişi lazım diye sordu Oğluna hemen şu şu isimleri çağır gelsinler dedi. Yedi ( 7 ) kişi geldi. Yanımda taşıdığım Kalkınma Kooperatifi evrakların boş olarak imzalatıp kasabadan ayrıldım. Evrakları tamamlayıp o zaman ilimiz olan Konya’ya gönderdim. Kısa zamanda kooperatif kurma emri geldi. Bir bakkal dükkânı gibi bir yer açarak cami imamını görevlendirdik ve işe başladık. Hasan amca çok çalışıyor ben de kooperatifini takip ediyordum. Konya İşçi Bulma Kurumu’ndan 5 kişi istediler. Suçlulardan beş kişi göndermek için savcı belgesi gerekiyordu, çok çalışkan Ermenek kaymakamımız durumu yakından biliyordu. Konya valimiz kanalı ile savcı işini hallederek 5 kişiyi Almanya’ya gönderdik. Aradan 10 gün sonra 10 kişi daha istendi. Onları da gönderdik, Başyayla huzura kavuştu.
Benim Ermenek Kooperatifliğine tayinim dolaysıyla kooperatifin muhasebe işlerini Ermenek’ten takip ediyordum.2 sene içerisinde 100’e yakın işçi Başyayla’dan Almanya’ya gitti. Giden işçiler yakınlarını ve ailelerini da götürerek Başyayla huzura kavuştu. Bugün Almanya’dan kazanılan paralarla Meram bağlarının büyük bir bölümünü satın alarak büyük hayvancılık işletmelerine sahip oldular. İbrahim Taştekin olarak, “ Başyayla’nın bugün bu duruma gelmesinde/gelişmesinde kurduğum kooperatif ve özverili çalışmalarım nedeniyle benim büyük katkım olduğunu düşünüyorum. “ der.
Öyle ümit ediyorum ki, Başyayla Belediye başkanımız Sayın Şerafettin Bulgurcu bu yazıyı okuduktan sonra İbrahim Taştekin adını uygun bir caddeye ve sokağa vererek, onun yorucu ve tatlı anısını yaşatarak şükran borçlarını ödemiş olurlar. 01.04.2017
ERMENEK’TEKİ ZİRAİ FAALİYETLERİM ( 4 )
İbrahim Taştekin Bey’in Navağı tarafındaki zirai alanda yaptığı çalışmalar ve başarılar, Ermenek halkının ileri gelenlerinin dikkatini çeker ve onun Ermenek’e tayinini çıkarmak için Ermenek Tarım Kredi Kooperatifini kurarlar.
İbrahim Taştekin’in Ermenek’e geldiği zamanda, 2016 Kasımında telefonla konuşup tanıştığım “Ermenek’te Cevizlere Kıran mı Geldi? “ yazım için bilgi ama ihtiyacını duyduğum Mehmet Türk Ermenek Ziraat Müdürü idi. Mehmet Türk, İbrahim Bey Ermenek’e gelince karşılıklı bilgi alışverişi ve uyumlu bir çalışma ile zirai alanda çok güzel işler yaparlar. On sene birlikte çalıştıkları Mehmet Türk’ün Konya’ya gitmesi ve İbrahim Bey’in emekli olması ile birlikte kooperatif ve ziraat dairesi hızlı çalışma tempolarına ayak uyduramazlar.
İbrahim Bey, “Ermenek”te yetişmeyen tek meyve KESTANE oldu, hemşehrimiz Süleyman Dağdelen’in pazara dağıtmak üzere getirdiği yüzlerce kilo kestaneyi köylülere dağıttık ama ekimi yapıldı fakat fidanlar iki sene sonra kurudu, bu iklimi sevmedi.” diye yazar.
Ermenek’te Ceviz Bayramı nedeniyle yapılan seçme cevizleri iki yıl takip eden ve seçen İbrahim Bey” Tohumları/cevizleri aldım ve on dönüm KAPAMA ceviz bahçesi yaptım. Türkiye genelinde bir batıl inanç vardı cevizi sincap diker, insan dikerse belin kalınlığına kadar büyür ve sonra ölür. Ben bu inancı kırmak için yıllarca mücadele ettim. Şimdi köyler ceviz bahçeleri ile yarış yapıyor.
Taşeli Yöresini çok iyi biliyorum, 100 binlerce sincap dikmesi cevizler aşılanmayı bekliyor. Bunları yeni geliştirilen ceviz çeşitleri ile aşılandığı takdirde bu işlerle uğraşanları kazanç yönünden mutlu edecektir.
Ermenek’in zirai kalkınmasında büyük yardımları olan iki ziraat profesöründen biri olan rahmetle andığımız Profesör Kamil ilisulu’ya, hayatta olan Prof. Dr. Tahsin Kesici’ye şükranlarımı sunarım.”
İbrahim Bey’in zirai alanda çalışması ve başarısı o günkü şartlar altında çok güç ve teknik yönden imkânsızlıklar olsa da kendisi küçük ama yaptığı işler dev kadar büyüktür. Bugün gibi hatırlıyorum yaz kış demeden ayağında çizmesi diz boyu çamur içinde kışta kıyamette Davadas tarafından gelip bizim köyden ( Büyükkarapınar ) geçerken onu gördüğümü hatırlıyorum. Çok büyük uğraşı ve emek verdi yöreye. Bu nedenle Köyüm Büyükkarapınar Kitabı’na aldığım üç ziraatçıdan biridir İbrahim Bey. O şimdi Kazancı’da ömrünün arta kalan kısımlarını meyve ağaçları arasında dolaşarak yaşıyor. Allah’tan sağlık ve afiyet diliyorum. 02.04.2017
OKUL ARKADAŞIM İBRAHİM TAŞTEKİN
Sayın Hocam Hasan Şimşek :
Köy Enstitülerinde olduğu gibi; yalnız köy çocuklarının kabul edildiği, üç yıllık ve yatılı olan Sarayönü İlçesi sınırları içindeki Devlete ait geniş bir arazide kurulmuş ve o yıllardaki rahmetli Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün kızının adına izafeten adı da “Özden Teknik Ziraat okulu” olan okula kaydımı yaptırdığımda 1945–1946 eğitim yılıydı... Okul bu tarihten bir yıl evvel öğretime açılmış ve bizden bir yıl önce okula başlayan 200 kişi, ikinci sınıfa geçerek ağabeylerimiz olmuştu.
Alandaki kocaman yemekhanede; bir öğretmenin refakati ile akşam üzeri ilk defa masalar üzerinde yemeklerimizi yedikten sonra, birilerinin refakatinde yine kocaman bir yatakhanede bana verilen yatağa oturduğumda; birkaç yatak ileride, iki yatak üzerinde, elinde bir kitap olanı can kulağı ile dinleyen 6-7 kişilik bir gurup dikkatimi çekti ki, sonradan bunların bir hafta önce, bu yıl okula Ermenek’ten ilk gelen yeni öğrenciler, elinde kitap olan kişinin de İbrahim Taştekin olduğunu öğrenecektim.
Sonunda o yıl gelen öğrencilerden A, B, C grupları adı ile sınıflarımız oluştu.. Okula geliş sırasına göre de, ilk gelen Ermenekliler ile ben A gurubu sınıfında, okulu bitirdiğimiz 1948 yılı yazına kadar, beraber okuyarak mezun olmuştuk..
Ermenekli arkadaşlarımın isimleri hatırlayabildiğim kadar; Kazancıdan İbrahim Taştekin, Ali Gürbüz (Güdük), soyadlarını hatırlayamadığım Mustafa, Mithat, Ali Demircan (Polis Ali), Halil Yılmaz ve aşağı İrnebol’dan Mehmet Taşdemir, Navahal yöresinden, şimdi köyünün adını hatırlayamadığım İbrahim Gümüş adında biriydi ki, şu anda bir ikisi haricinde, tamamı Allahın rahmetine kavuşmuş olduklarından, onlara rahmet dilerken, sağ olanlara da, sağlıklı daha nice yıllar diyorum.
Yatılı okullarda okuyanlar çok iyi bilirler ki; buralarda bir birlerine ad takmalar, ilk gelenlerin acemi tavır ve hareketlerinin taklidi, şakalar, kırıla gider.. Bunlara bazen şakacı öğretmenlerimiz de katılırdı ki, tarih öğretmenimiz Hayriye Ertekin’in, bizden bir hafta önce gelen Ermenekliler hakkında bir anısını da anlattığında, çok gülerdik..
Nöbetçi olduğum bir gün okula yenice gelmiş bu Ermenekli arkadaşlarınızı yatakhanede ziyarete gittiğimde; o günlerde bomboş olan yatakhanenin bir köşesinde, iki yatak üzerinde, hepsinin toplanmış olduğunu, İbrahim Taştekin’in elindeki bir Aşık Garip kitabından, bir bölümü okuduğunda, hep birlikte hüngür hüngür ağladıklarını (Hoca bu konuyu anlatırken onların taklidilerini de yapması, sınıfı güldürmekten kırıp geçirirdi.
Sayın Hocam :
Karaman’da bile bir ortaokulun bulunduğu o yıllarda, yalnız köy çocukları için düşünülen bu üç yıllık ziraat okulu, o yıllardaki ihtiyaçtan memur alımı sırasında da, bir ortaokul mezunu gibi işlem gördüğünden, bizler için birer ekmek kapısı da olmuştu ki, ben de Ziraat Bankasında görev almış, benim gibi okul arkadaşlarımın çoğunun, Devletin çeşitli bölümlerinde görev aldıklarını da görmüş oldum .
Ermenek’e tayin edildiğimi duyduğum an, dünyalar benim olmuş kadar sevinmiştim ki, orada kaldığım sekiz yıllık bir hizmetten sonra, Ermenek hakkındaki intibalarımı size yazdığım bir mektubu, Yeşil Ermenek Gazetesinde 12 Aralık 2012 tarihinde “Ermenek ve Ermeneklilere özlem” başlığı ile siz de yayımlamıştınız.
Bu güzel beldedeki günlerimi, oradaki arkadaşlarımı unutmama imkân yok. Emeklilik yıllarımda bile, orayı defalarca ziyaret ettiğim gibi, çocuklarımın birinin abone olduğu Yeşil Ermenek Gazetesinin hemen hemen her nüshasını da okuyor ve oraların haberlerini takip ediyorum..
Anılan gazetenin 3026, 3027, 3028 ve 3029. Sayılarında; okul arkadaşım da olan, ara sıra kulağının duymamasına rağmen hala telefonla konuşmaya çalıştığım, İbrahim Taştekin hakkındaki yazılarınızı heyecanla ve gözlerim yaşararak okudum. O’nunla hem okul ve hem de Ermenekte’ki görevim sırasında, aynı kuruluşun mensupları olarak birlikte çalışmalarımız, çok güzel günler aklıma geldi.
Şunu da hemencecik ilave etmem gerekir ki; okuduğumuz okula göre mesleğine sadık ve sahip olan İbrahim’in Ermenek’e getirdiği zirai yenilik ve uğraşı, şimdiye kadar orada görev yapmış Yüksek Ziraat mühendisleri de dahil olmak üzere, O’na ulaşamamış olduğunu, herkesin bildiği gibi, bizzat görerek ben de şahit olmuşumdur.. Siz zaten ona “Küçük Dev Adam” olarak en yakışan ismi vermişsiniz. Kazancıdan arkadaşlarımız Rahmetli Ali Demircan (Polis Ali); O’nun tükenmeyen bu azminden dolayı, şaka yollu O’na “Develik Serçesi” de derdi.
Şimdi aynen yerlerinde varlar mı? bilmiyorum ama Ermenek’e geldiğimde Kazancı, Güneyyurt, Tepebaşı, Üzümlü ve Göktepe’deki görevimiz icabı, Tarım Kredi Kooperatiflerinin her yılki genel kurul toplantılarına, Ziraat Bankasının temsilcisi olarak katılırdık.
O yıllarda yenice acılan Ermenek Tarım Kredi Kooperatifinin müdürlüğünde ise Üzümlü’den bizzat getirilen İbrahim Taştekin bulunuyordu. Oradaki sekiz yıllık görevim sırasında kooperatiflerden ve ora halkından çok değerli insanlarla da tanımıştım ki, bazıları ile hala görüşmemiz olur.
İbrahim hala candan bir arkadaşım olduğu gibi, o günlerde banka için kredi isteyen çiftçilerin ilk istihbaratını aldığımız kişi de o olurdu. Ben zaten Ermenek ve köylerindeki çiftçileri son derece kanaatkâr, aşırı borçtan korkan ve aldığı krediyi de muhakkak yerine sarf eden, hem becerikli ve hem de borcuna sadık kişiler olarak tanıdım.
O yıllarda Amerika ve İsrail’den yenice ithal edilen yüksek verimli ve gramla satılan sebze tohumlarını bile; kooperatifi aracılığı ile ora çiftçilerine ilk tanıtan ve ulaştıran, bir kamyonda yüklü kimyevi gübreyi bir günde aynı yörede bulunan köylerin çiftçisine, kapı kapı dağıtıp, üç günlük işi bir güne sığdıran ve bu sebeple de, hem vakitten ve hem de kamyon kirasında kazandıran İbrahim Taştekin’dir
İbrahim’i ve O’nun Ermenek’e yaptığı hizmetleri anlatmam çok zor. Kısacası O’nun orada hizmet götürmediği hiçbir köy ve kasaba yoktur. Kooperatifi kontrol için gelen müfettişlerin bile; önce İbrahim’in bu alışmadıkları kadar geniş icraat, açılıp, saçılmasına şüphe ile baktıklarını, sonra da takdir ettiklerini çok gördüm.
Yazımı Üzümlü. Tarım kredi kooperatifinin kaybettiği bir para olayı ile kapayacak olursam. Bankamızın Müdürü Yücel Bey Alanya’ya tayin olmuş ve yerine henüz biri atanmamış, bankanın en yetkilisi olduğum günlerde, Üzümlü Tarım Kredi yetkilileri memurları ile gelip çiftçilerine dağıtmak üzere bankadan yüklü bir parayı alıp gitmişlerdi.
Akşam yemekten sonra kapı çalınmış, açtığımızda da karşımda arkadaşım İbrahim’i, yanında da Üzümlü Kooperatifinin, gündüz bankadan o yüklü parayı alan yönetim kurulu üyelerini gördüğümde şaşırdım.. Arkadaşım İbrahim; “Yahu Muhasebeci Bey. Bunlar gündüz bankadan aldıkları parayı kaybetmişler” dediğinde ise tamamen şaşırdım.
Parayı Necati Atalık’ın manifatura dükkânında bulduk. Necati akşam eve giderken kapının önündeki çantaları gördüğünde okul çocukları unutmuşlar, yağan yağmurdan ıslanmasınlar düşüncesi ile içeri alıp dükkânını kilitleyip gitmiş. Onlara bankadan ayrıldıklarından sonra nerelere gittiklerini sorduğumuzda Necati’nin dükkân kapısının yanını göstermişler, camdan içeri baktığımızda ise; çantaları görmüştük.
Necati’yi çağırıp paraları aldığımızda; adamlar bir bana, bir İbrahim’e bir de Necati’ye sarılıp, sarılıp ağlayarak; “Bukadar parayı ödememize imkân yoktu. Allah sizden razı olsun. Bütün bunlar bizim sersemliğimizden oldu” diyorlardı. Anlaşıldı ki; Necati Beyin dükkânının önünde; eşyalar o günlerdeki Jeepe yüklenirken, para çantalarını orada unutmuşlar.
Şu anda Ermenek ve köyleri Ziraata dayalı kaliteli her türlü meyve ve sebze yetiştirip yiyorlarsa, fenni kovanlarından bolca bal alabiliyorlarsa, pazarlarda Ermenek kirazı veya Ermenek balı diye diye çokça satılıyorsa, bunların ilkini Ermenek’e, o yıllardaki zor koşullar içinde, canı pahasına taşıyıp tanıştıran, bizzat tatbik eden, hemşerileri, o küçük boylu Dev Adam İbrahim Taştekin’e borçlu olduklarını unutmasınlar.
Sayın hocam.Arkadaşım İbrahim ve onun Ermenek için yaptıkları hakkında ki kıymetli görüş ve düşüncelerinizi köşenizde en güzel şekilde ifade ettiğiniz için size selam ve hürmetlerimi sunarken, arkadaşıma da “İyi ki hala varsın küçük dev adam.sana da sağlıklar içinde daha nice yıllar ve sonsuz selamlar olsun” diyorum.
27 Mayıs 2017 Konya
Tevfik DEMİR
Konyada’ki Yeşildereli
AZİM UYAR
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Salı, 30 Ekim 2012 09:43
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2846
AZİM UYAR ( 1 )
EĞİTİME OMUZ VERENLER
Ben, okul yaptıran hayırsever hemşerilerimize “ eğitim seçkinleri “ diyorum. Çünkü her vatandaş hayırsever olabilir ama “eğitim seçkini” olamaz. Örneğin, bir okulun küçük bir ihtiyacını gören, yoksul çocuklara kalem defter alan, onların giysi ve benzeri ihtiyacını sağlayan ya da okulun kütüphanesine birkaç kitap alan insanlara hayırsever diyebiliriz ama “eğitim seçkini” diyemeyiz. Eğitim seçkinleri, elini taşın altına koyup devletimizin zor anlarında büyük harcamalarla okul yaptırarak devletin zorunlu harcamalarına büyük oranda malî destek veren şahsiyetlerdir.
Taşeli Yöresi’nde, okul yaptıran Türk Millî Eğitimine destek veren çok değerli hemşerilerimizden aramızdan ayrılanlara Allah'tan rahmet, sağ olanlara da sağlıklı ve mutlu yıllar dileyerek yazıma başlamak istiyorum. Türk Milli Eğitimi’ne omuz veren bu saygın insanları günümüzden geriye doğru şöyle bir hatırlarsak*,
1. Nadir Haranioğlu ( Fatma Nadir Haranioğlu Ticaret Meslek Lisesi)
2. İbrahim Danacı (Güneyyurt-İsmail Danacı Anaokulu )
3. Azim Uyar (Güneyyurt’ta, Gülay-Azim Uyar Anadolu Lisesi )
4. Hasan Kalan (Anadolu Lisesi, Fen Lisesi ve Yurtları )
5. Mehmet Çakır ( Fikriye Mehmet Çakır Anadolu Sağlık Meslek Lisesi
6. Hakkı Polat ( Hatice -Hakkı Polat İlköğretim Okulu)
7. Galip Sumra (Zehra Galip Sumra Atatürk İlköğretim Okulu )
8. Leyla Vekfioğlu ( Pamuklu ( Cenne ) İlköğretim Okulu)
9. Hurşit Akpınar ( Güneyyurt Hurşit Akpınar İlköğretim Okulu )
10. Nuri Çetin ( Görmel İlköğretim Okulu )
11. Karpuzcu Kardeşler ( Ermenek Kütüphanesi )
12. Hacı Mustafa Demirok (Ermenek Meslek Lisesi )
13. Mustafa Barcın (Ermenek İmam Hatip Lisesi- Sarıveliler İmam Hatip Ortaokulu)
14. Balkusan Nuri Türkyılmaz İlköğretim Okulu ( Yapılıyor bitirilmek üzere)
15. Ahmet Keleşoğlu tarafından Ermenek ve Başyayla’ya yaptırılan kültür merkezleri
16. Yaşar Alıçlı tarafından yaptırılan Ali Rıza Alıçlı Rehabilitasyon Merkezi
17. Ermenek Fatih İlme Hizmet Derneği ve diğer derneklerimiz tarafından yaptırılıp işletilen özel öğrenci yurtları.
18. Hasan Kalan Anadolu Lisesi
19. Hasan Kalan Fen Lisesi
İbadethane olarak;
1. Ahmet Keleşoğul Camii
2. Halil Akbaş Cami
Bu kurumların hemen hepsi hizmete açılırken biri ikisi hariç, MEB ve il yönetimi tarafından mütevazı bir törenle açılmış kurumlar değildir. İl yönetimleri ve MEB okullar yapılırken ilgisiz kalmış ve yapılışlarında ve açılışlarında yaşadıkları sorunları gidermek için ciddi bir çalışma yapmamışlardır. Bundan sonra yapılacak okul ve diğer kurumlara karşı ilçe, il merkezinin ve ilgili bakanların duyarlı olmasını Taşeli halkı olarak bekliyoruz.
Yukarıda sıraladığım listenin dışında kalan hemşerilerimiz varsa lütfen kendileri ve yakınlarının bize isimlerini hatırlatmasını rica ediyorum. Okul yaptırıp da listeye dahil etmediğim iki önemli isim var: Biri İstanbul ve Konya'da 100 milyon dolara yakın her kademedeki okul inşaatları için harcama yapan Ahmet Keleşoğlu, diğeri de Konya merkezde okul yaptıran kayınbiraderi Nazım Karpuzcu'yu da yeri gelmişken hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum. Ama bizim konumuz şimdilik Ermenek ve çevresinde okul yaptıran “eğitim seçkinleri”dir. Aslında bu eğitim seçkinlerinden bazılarını geçmiş yıllarda Dil Bayramı etkinlikleri nedeni ile Ermenek'e gittiğimde görüşüp söyleşi yaptım ve onları ayrıntılı olarak yazdım. Bu yazı serisinde yöremizde yetişen ve hayırseverliliği girişimciliği ile tanınan Güneyyurtlu hemşehrimiz Azim Uyarı yazacağım.Geleceği okuma üzerine kurgulu olan yoksul Taşeli çocuklarının önünü açan ve onların acımasız rekabet koşullarında ve zor şartlarda yarışa katılmalarına yardımcı olan gönlü memleket sevgisi ve ve okuma sevgisi ile dolu olan çok değerli insanlarımızı saygı ve minnetle anar ve onları keyifle yazmayı yörem Taşeli adına kendime bir görev sayıyorum. 30 Ekim 2012
-------------------------------------------------------------------------------
* Okul yaptıran hemşerilerimizi tek tek listeledim ki ilgili devlet birimleri bunların kimler tarafından ve nerede ve ne amaçla yapıldığı bilsin ve gerekli olduğu zaman kullansın.
AZİM UYAR ( 2 )
TAŞELİ’NDE EĞİTİME OMUZ VERENLERDEN
Ben onlara “ eğitim seçkinleri”diyorum. Geçen sayıda bir genelleme yaparak Güneyyurtlu iş adamı Sayın Azim Uyarı tanıtıp yaptıkları hayır hizmetlerini yazacağız. Azim Uyar,
1964 Güneyurt doğumlu genç bir müteşebbis. Madencilik sektöründe iş yapar. Güneyyurt’taki Şekerler Sülalesinden Fadime ve İbrahim Uyar’ın altı çocuğundan ( Emiş, Süleyman, Azim, Gülşen, Ayşe ve Cevdet ) üçüncüsü. Eğitimi orta öğretim, küçük yaşta babası ile birlikte madenciliğe merak sarmış bir iş adamı. Hayırseverliliği ile tanınıyor. Doğup büyüdüğü Ermenek’in Güneyurt beldesine 16 derslik MEB’in tavsiye ettiği ve uyguladığı bir Anadolu Lisesi binası projesini hayata geçirir. On dönüm arazi üzerine yapılan Gülay-Azim Uyar Anadolu Lisesi önümüzdeki 2013-2014 eğitim öğretim yılına açılacak. Şu an bitmiş vaziyette.
Azim Uyar, beldesine Anadolu Lisesi’nin haricinde başka sosyal sorumluluk projesi kapsamında güzel işler yapmıştır, Aralık Mahallesi’ndeki caminin yapımında büyük katkısı vardır. Habip Mahallesi, Pınargözü Mahallesi camilerinin kalorifer tesisatları ile Merkez camisinin büyük ayaklı kliması onun tarafından sağlanmıştır.
Güneyyurt beldesine yardım amacı ile bir adet büyük kamyon ve iki adet bir çift kabin pikap bağışı yaptığı gibi beldenin parke taşlarının döşenmesine ve çocuk oyun alanlarının düzenlenmesine ve onlar için oyuncak sağlanmasına katkıları vardır.
Güneyyurt’taki öğrencilere kırtasiye yardımı ve üniversitede okuyanlara burs sağlaması ki bu bu yıl için 117 kişidir. Onun beldesine olan sevgisini gösteren eylemlerdir.
O Güneyyurt’a verdiği hizmetlerin yanında Ermenek ‘de büyük hizmetleri vardır:
Ermenek Sağlık Müdürlüğüne bir adet seyyar hastane aracı bağışlar. Ermenek Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne yardım, Göktepe YİBO’nun güneş enerjisi ile donanımı ve Göktepe’ye güzel bir park dizayn etmek gibi yardımları olduğu gibi iş alanı bulunduğu Manisa-Soma İlçesi Emniyet Müdürlüğüne yeni bir araç sağlar. Ayrıca Soma7nın Derkael köyünün camisinin minaresini de yaptırır.
Konya’nın Ilgın ilçesi Çavuşça beldesine içme suyu için sondaj yaptırma, diğer ekipmanları alarak su şebekesini evlere kadar götürme çalışmaları ve mahalle aralarını parke taşlarla döşemesini sağlama gibi hizmetlerinin yanı sıra beldeye bir adet de ambulans alarak onların hizmetlerine vermiştir.
Sayın Azim Uyar’ın yardımseverliği bununla da sınırlı değildir. Denizli ili Canneli ilçesi Karabayır köyüne köylüler için büyük bir ihtiyaç olan köprü yaptırmıştır.
İzmir-Dokuz Eylül Üniversitesi’ne Gülay-Azim Uyar adını taşıyan güzel bir konferans salonu yaptırmıştır.
Azim Uyar, hemşehrimizin genç yaşta sosyal sorumluluk projesi adı altında yapmış olduğu bu yardımlar şüphesiz toplumumuzun yaşam seviyesini iyileştirme adına güzel şeylerdir.
Diğer eğitim seçkinleri gibi özverili çalışmaları nedeni ile kendilerini kutlarız. 30.10.2012. Hasan Şimşek.