KÖYÜM BÜYÜKKARAPINAR Hasan ŞİMŞEK

  • Skip to content
  • Ana menü bloğuna geç ve giriş yap.

Blok arama görünümü

Dolaşım

Arama

Buradasınız: Home

Ana Menu

  • Anasayfa
  • Büyükkarapınar Yazıları
  • Büyükkarapınar Kitabı
  • Basında Büyükkarapınar
  • Biyografik Eserlerim
  • Eğitim Danışmanlığı
  • Genel Yazılarım
  • Köyümüzden Haberler
  • Kim Kimdir?
  • Fotoğraflar
  • İletişim
  • Teşekkür

ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM (1)

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
Yayın tarihi: Cuma, 25 Aralık 2015 17:35
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2807

ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM ( 1 )

Her köy çocuğunda olduğu gibi bizim de çocukluğumuzun büyük bir kısmı yılın dört mevsimi dağlarda ve yaylalarda geçerdi. En fazla mekân olarak kaldığımız iş tuttuğumuz yer, dedelerimizden kalma bir tarla olan İnöğü (İnönü )’deki Acıelma denilen pınarın yaklaşık iki yüz metre güneydoğusunda kalan mevsimine göre oba ve harman olarak kullandığımız Hacı Hasan’ın Düz’deki   Oba’nın Önü adı verilen tarlamızdı. Bu tarladaki obamızın ve harmanın bende sayılamayacak kadar çok hatıraları vardır. Harman öncesi Goyaklardan, Beypınarlarından Sulanlardan ve diğer tarlalarda biçilen ekinler toplanarak eşek sırtında Acıelma’nın önündeki bu harman yerine taşınırdı. Ekinler biçilip taşınmadan önce burada sapların sürülüp ezileceği geleneksel ölçülerde bir harman yapılırdı. Harman düz bir alanda, yaklaşık 6- 7 metre yarı çapında bir alanın yüzeyinin pürüzlerden temizlenerek ve üzerinden su geçirmek suretiyle toprağın yuvakla pekiştirilmesi, temiz ve düzgün bir alan yapılması şeklinde tanımlayabileceğimiz ekin destelerinin toplanıp istiflendiği yerin ortasındaki bir sahadır. Yaylada ekinlerin biçilişi harmanın kenarında toplanması ve dövene koşulan öküzler tarafından sürülüp sapların mala denilen ezilmiş ufalanmış hâline getirilmesi oldukça zahmetli bir iştir. Ekin biçilme işi rakımı yaklaşık 700-800 m olan sahil sayılan  Büyükdüze göre yaklaşık bir bir buçuk ay sonra başlar. Çünkü Büyükkarapınar Yaylası, Taşeli Platosu’nun orta kısmında kuzeyden güneye doğru uzanan 1600-1650 metre yüksekliğinde, dağ katmanları arasına sıkışmış yaklaşık uzunluğu 5 km, eni 2 km civarında bir alana yayılmış ora ölçülerine göre genişçe bir düzlüktür. Bizim yaylamız, çevresindeki kaya katmanları arasındaki düzlük alanlar, goyaklar ve meralarla birlikte tam yayla kriterlerine uyan buz gibi su kaynaklarını da içinde barındıran bir yerdir.  Bu düzlüğün tam ortasından ekvator çizgisi gibi dümdüz bir yol geçer kuzeyden güneye, yol kenarında yabani armutlar (ahlatlar ), karamuk çalıları ve yer yer kenarlarında çakıl yığınlarının da olduğu bir yoldu. Bu yol eski tarihi kervan yolarından biridir. Davdas Çal’ından gelen yol ile Davdas-Selme ve Ardıçyüzü hattından gelen yol ile birleşirdi Öte Yayla dediğimiz Oluklu adı verilen bir de su kaynağı-teknesi ve oluğu da bulunan mıntıkada geçerdi. 1960’lı yıllara kadar kullanılan bu kervan yolu  Konya Ovası’nı Alanya’dan denize bağlayan yollardan biridir.  Modern yollar ve motorlu araçlar çıkıp yaygınlaşınca bu yollar önemini yitirdi ve günümüzde kaybolur hâle geldi.

Yaylada ekin biçimine temmuz sonunu ile  ağustos ayının ilk haftasında başlardı. Zorlu bir kış ve erken gelen bir baharı olurdu. Harman zamanı, henüz köylerde fasulye yeni çıkmıştır, salatalık yetişmiş olsa da domates daha olgunlaşma aşamasına gelmemiştir. Ekinler biçilip harman sürme aşaması sürecinde Ağustosun onundan  sonra domateslerin kızardığı, Aşağı Meriş’te üzümlere ben düştüğü bir zaman sürecinde yayladan  köye inip çıkmalar sıklaşırdı. Harmanların atılıp tanelerle samanların ayrıldığı zamanda, mahsulü yani  saman ve buğdayı köye taşımak için ciddi bir yol trafiği başlar, köy ile yayla arasında yük taşıma seferleri günde ortalama  beş defa filan olurdu.  Yayladan köye inişi kolay, çıkışı  yokuş olduğu için çok zor olurdu. Oldukça dik bir yokuş, Yatak’ tan Z yapan rampalarla İledenlik’in içinden Yolayırtı’na kadar soluksuz çıkmak ve yukarıda Sekmeği aşarak Paşapınarı’na ya da İnöğü’ne varmak hem de günde beş defa bugünün şartlarında çok zor zahmetli bir iş olsa gerek. Bizim nesil ve bizden öncekiler ve bir sonrakiler bu zahmeti/eziyeti yaşadı ve coğrafya ile yaşam mücadelesi verdi. Buğdayın çok olduğu yıllarda Yörüklerin develeri ile Tuzluk üzerinden İznebol yaylasından, Killik denilen yerden Güvercinlik ve Büyükseki’den köye indirdikleri yıllar olurmuş.

Yaylada gönen etmek, ekin biçmek ve döven sürmek köy vadisine göre daha mahrumiyetli ve güç işlerdi. Yaylada harman zamanı öküzlerin dövene (düğen ) koşulması sabahın ezan zamanı idi. Gün mızrak boyu çıkınca köyden gelen yiyeceklerimize kavuşur sıcacık yemeklerimizi acıkmış olarak yerdik. Her sabah düzenli yiyeceklerimiz hazırlanmış olarak köyden zamanında gelse de biz hep düven sürdüğümüz yerden acıkınca Yellice tarafına yola bakarak koruluktan düzlüğe çıkışlarını dört gözle kontrol ederdik. Uzaktan görününce sevinirdik.50-55 yıl önce köylerde yiyecek son derce kıttı, insanlarımız doğru dürüst bugüne göre yarı aç yarı tok yaşamaya zorlanırlardı. Çevre il ve ilçelerle motorlu taşıt bağlantısı olmadığından ürünlerin bir yerden diğer yere nakli, mal dolaşımı yok denecek kadar azdı. Diğer önemli bir unsur ise diğer köylerimizde olduğu gibi insanlarımızın satın alma gücünün oldukça zayıf olması idi. Ancak baharda ve yazın başlangıcında davarlardan sağlanan süt ve süt ürünleri ile kümes hayvanlarından sağlanan yumurtalar temel besin maddeleri idi. Bunlar klasik buğday unundan yapılan ve içine katkı maddesi olarak konulan, keş, acı kaymak, ceviz, patates, kavurma gibi çörek, biççi, sıkma gibi temel besin maddelerini de sayabiliriz. Bizim köyün diğer köylerden farklı bir yönü de Köyüm Büyükkarapınar kitabında ayrıntılı açıklamasını yaptığım gibi Kozbaşı, Göl, Mulduras, Selme gibi geniş alanlardaki tarlaların bizim köye ait olmayışı ve Üzümlü (Davdas ) ve Elmayurdu (İznebol ) köylülerinden satın alarak yıllık kazançlarını hatta gelecek yıllara uzanan borçlarını adı geçen bu köylülere tarla satın alma nedenleri ile yatırmış olmaları köylülerimizi  geçici de olsa sıkıntıya sokmuştur.

ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM (2)

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
Yayın tarihi: Cuma, 25 Aralık 2015 17:07
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 3764

ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM ( 2 )

Bir önceki yazımda ender yaylalardan biri olan Büyükkarapınar yaylasındaki ekin/harman zamanından kesitler vermiştim. Bu yazımda yaylada oba zamanını anlatacağım. Benim çocukluğum yayla zamanının en iyi en şaşalı geçtiği yıllara rastlar. Ayrıca ben bu yaşamın bir parçası da oldum zaman zaman, davar güdüp çobanlık yaptığım yıllar oldu.

Mayıs sonunda, Haziran’da topluca köylü olarak Yayla’ya çıkılır, hayvanlar otlatılır, tarlalar nadas edilirdi. Paşapınarı ve İnöğü tarafı nadasa bırakılırken Mezarlık Gediği’nin kuzeyi Akpınar’a kadar olan Oluklu tarafına ekin ekilirdi. Ekinler olgunlaşıncaya kadar köyün malları nadasa bırakılan tarafta kalırdı.

Yayla’da düzeni Deştivan sağlardı. Ot verme işi bittikten sonra yavaş yavaş tarlalar nadas edilir. Köyün davarı ( keçi koyun karışımı ) nadas yapılan yerlere gelir onlar da taze otlardan nasiplerini alırlardı. Ot verme işi bitince bütün davarlar serbestçe nadas alanlarında ve meralarda dolaşırdı. Obaya göçme işi-köyden yaylaya çıkış ve ot verme işi ile başlardı. Otverem işi: Goyaklar dahil Mezarlık Gediği’ne kadar olan Elmayurdu tarafındaki arazinin gün gün hayvanlara otlama amaçlı kısım kısım verilmesi ve bu süreçte büyükbaş hayvanları ile tarlaların nadası bitirme olayıdır. Ot verme işinde düzenlemeyi Köy İhtiyar Heyeti kararı çerçevesinde Deştivan yapardı.

Herkesin bir obası vardı. obada yatılır kalkılır, günde iki defa davarların sütü sağılırdı. Sağılan sütler bir obada toplanır ve haranılarda kaynatılarak yoğurt yapmaya hazırlanılırdı. Haranılar kazanın biraz küçüğüdür ve geniş ağızları olduğu için güzel kaymak tutardı. Süt pişirmenin de kendine göre bir usulü ve tekniği vardı. Ağır ağır pişirilince güzel kaymak tutardı. Her evin birkaç keçi ve koyunu olurdu, yaklaşık bin civarında bizim aşağı, 800 civarında da yukarı mahallenin koyun ve keçi varlığı olurdu. Öteki mahallenin davarları iki mahallenin sürüsüne dahil edilirdi. Sürüler nadasa bırakılmış tarlalarda geceleyin yatırılır, tarlanın doğal hayvan gübresiyle veriminin artırılması sağlanmış olurdu.

Bizim İnöğü’ndeki obamız iyi bir konumda babam Ahmet Usta tarafından yapılmış güzel, tek odalı, kapısız bir oba idi. Genelde bütün obaların kapıları yoktu, hırsızlık olayı da düşünülmezdi. Bizler obanın içinde, kapısı hiç olmayan obanın beş on metre dışında çivilerle bağlanmış olarak sığırlar yatardı.

Obamızın bulunduğu yer geniş bir mandaldı. Orda Çalışkan Hüseyin, Gök Mehmet, Akgülü amcaların  ve Kiya’nın Ali’nin biraz ilerde özün öteki yakasında Gamılı Abdullah’ın, Koca Mustafa’nın ve Dındın Koca’nın obaları vardı. Akpınar tarafından gelen özün bizden yakasında Küçük Hacı Emmi’nin ve hemen özün kenarında da Gucuş’un  İsamail Emmi’nin obaları kümelenmişti.

Bizim çocukluğumuzda obalarda canlı bir hayat vardı. Kız ve erkek çocuklar birlikte oynar birlikte “gıllıncağa” biner eğlenirlerdi.

 

Deveçökeği denilen bu mekânda şimdi daha kaybolmamış, yaşlanmış ihtiyarlar gibi bitmiş tükenmiş, kamburlaşmış hâlâ yaşayan bir  armut ağacı yerinde duruyor. Hemen altındaki söğüt ne alemde hatırlayamadım. En son 2012’de gitmiştim o topraklara Obamızı ve obaları aradım ama yerinde izini bile bulamadım. Yok olmuşlardı. Tarlaların örtüsü değişmiş, çoğu yerleri meyve ağaçları ve avar tarlaları hâline dönüştüğünü gördüm. Acıelma diğer pınarlar gibi yağmalanmış yok olmuştu. Doğallık bozulmuş yer yer obaların yerlerine iki katlı plansız  programsız geliş güzel evler yapıldığını gördüm. 25-30 yıl içinde bin yıllık doğal doku değişmiş, su kaynakları  ile oynanmış, pınarların özellikleri  yok edilmiş, eski köy düzeni bozulmuş, herkes kendine göre işine geldiği şekilde Yayla’da yeni bir düzen kurma arayışı içinde. Ne var ki, bizim içinde güvenle yattığımız, zaman zaman yağmurdan, doludan, soğuktan korunduğumuz ve sığınak olarak barındığımız ana  baba yadigarı obamız yok olmuş. Oba’nın-düz çatısının- örtüsünün/ağaçlarının odun amaçlı gitmesi bir tarafa taşlarının da yok olması beni derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Orada çocukluğumun izlerini bulamadım, yatıp katlığımız obamız yok edilmiş, çalınmıştı.  25.12.2015. Hasan ŞİMŞEK

TAŞELİ'NDE BİR İMPARATOR KÖYÜ

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
Yayın tarihi: Çarşamba, 04 Kasım 2015 19:23
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 3452

TAŞELİ'’NDE BİR İMPARATOR KÖYÜ

Bu imparator öyle çakma bir imparator filan değil gerçek, Bizans İmparatoru Zenon’un doğduğu ve yaşadığı köyden Elmayurdu/ Büyükkarapınar’dan ve imparatordan ve Aziz Sokrates/Sarıkilise’den bahsedeceğiz.
 
Aslına bakarsanız Büyükkarapınar topraklarında yaşam çok eski, insanlık tarihi ile eş değer gibi. Çukurda , Uzunalan’da, Soğukpınar’ ın üstündeki inler mağara devri yaşamlarından kalan izlerdir. Buna Karayaprak sırtlarındaki Omar’ın inini (Pencereli in ) de ekleyebiliriz. Heyelan nedeni ile Omar’ın ininin yükseltisi insanların şimdilerde ulaşamayacağı bir yükseklikte kalmıştır. Unutmayalım Büyükkarapınar vadisi büyük bir heyelan alanı. Son zamanlardaki ağaçlandırmalar kısmen erozyonu ve heyelanı önlemiştir.
 
Tüm Anadolu’da olduğu gibi Taşeli Yöresi ve köyümüz de Hititler ( M.Ö. 1900- 700 ) Dönemi ‘nden izler vardır. Lakin esas izler Roma Dönemidir. 395 yılında Roma imparatorluğunun Doğu ve Batı diye ikiye ayrılmasından sonra bilindiği gibi Anadolu toprakları Doğu Roma ( sonradan Bizans İmparatorluğu adını alacaktır.) İmparatorluğu sınırları içinde kalır. Yöremizde, İzvit’te ( Yukarı ve Aşağı Çağlar’da ), Başyayla merkez ve mahallerinde, Dindebol (Katranlı ) sınırları içinde, Güneyurt’ta, Elmayurdu’nda, Uğurlu’da, Göktepe’de Roma Dönemi ve akabinde Bizans Dönemi’nde çok sayıda kalıntı, örene, ve sığınaklar vardır.
 
Taşeli Yöresi, Tarih boyunca egemen güçlerden kaçan kavimlerin ve insanların sığınakları ( yaşam alanları ) ,barındıkları mekânlar olmuştur. Ova’dan yani Konya ve Karaman tarafından gelen tehlikeli güçlerden insanlar korunmak için doğal korunak alanları olan Taşeli dağlarına, yine sahilden Anamur, Silifke, Alanya tarafından gelen (deniz den gelen) güçlerden korunmak için iç kısımlara kaçarak yaşamlarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Bizim Taşeli yöresi İlk ve Orta Çağlarda insanların kendilerini güvenceye aldıkları yaşam alanları olarak bilinir. Hatta yakın tarihe kadar kanun kaçkını insanların barınak yerleri olmuştur, oradaki dağlar ve inler.
 
Hristiyanlığın ilk yıllarında henüz Roma imparatorluğunun resmi din olarak Hristiyanlığı kabulünden önce Hz. İsa’ya inananlar tarafından Taşeli güvenli mekânlar olarak seçilmiş yaşam alanlarıdır. Tıpkı Göreme Yöresi gibi. Yerleşim yerlerinden en önemlilerinden biri de Zenonopolis’tir. İznebol (Elma yurdu ) olarak bilinir. Zenonopolis’in bilinen ilk yeri benim yaptığım çalışmalara göre Örene, Köytarlası ( Hacıbeğe yeri) ,Aşağı Kozbaşı, Uzunalan, Mulduras’ın Soğukpınar tarafı, mezarlık olarak da Köy Arığının bağlandığı Çukur un üstündeki kısımlardır. Çok yakın zamana kadar bu sayılan yerlerin Elmayurdu köylülerinde olduğunu benim yaşımdaki ( 60 yaşı üstündekiler )insanlar bilir. Tarla bahçe işinde çalışanlar bu dönemlere ait tarla ve bahçe toprakları işlerken buralarda o dönemlere ait çeşitli kalıntılara ve bulgulara rastlamışlardır. Bizim köy ile diğer komşu köyler ve Taşeli benzer olayları yaşamıştır. Bizim köyün farklı yanı yörede büyük bir güç olan Zenon’un İstanbul’da taht kavgaları nedeni ile imparator Leon’un kendisini İstanbul’a yardıma çağırmasıdır. Bizim köylü (o zaman kent ) Zenon İstanbul’a büyük bir ordu ile gelir ve Lenon’un tahtını kurtarır. Bilahare Bizans’ın başına geçerek imparator olur. Kendisi taşradan gelmiştir, köylüdür, aşağılanır ve devrilir.Tekrar Taşeli’ne geri döner güçlenir yeni bir ordu ile İstanbul’a tekrar gelir , Zenon’un imparatorluk dönemi ( 474-475; 476-491 ) yıllarıdır. Bu yıllarda doğduğu yöre olan İsauria Dekapolis ( on kenti/Ermenek ve çevresini ) kentlerine su yolları, kervan yollar yapar, güvenliği sağlar. Buraya kadar her şey normal, işte burada bizim Kisse, Osmanlılar Döneminde Sarı Kilise, litaretürdeki adı Aziz Sokrates Kilisesi gerçeğini irdeleyelim. Aziz Sokrates, ikinci derecede bir azizdir. Bu aziz adına bizim Kisse dediğimiz
 
tepeye oturtulan kilisenin su yolunu Aziz’in adına hürmeten Zenon tarafından Beypınarı’ndan künklerle getirtilen su yolunun bozulan kısımlarnı tamir ettirmiştir. Zenon’un adı bu kilise ile öne çıkar. Aziz Sokrates Kilisesi’nin ne zaman yapıldığı belli değildir, Hristiyanlık dünyasında Karaman Kardağ’daki Binbirdirek ve Silifke’deki Alahan kiliseler ile eş değer bir kilisedir. Muhtemelen 44-450 yıllarında yapıldığı düşünülüyor. Korunaklı bir yerdedir. Tehlikelere karşı haber alınacak bir tepede, hemen yanı başında sığınılacak bir orman ve doğal kaya kovukları var. Kış karşı da yakınında orman ve bol yakıt sağlayacak ağaçlar var. Bilmeyenler için yazıyorum kilise çevreye egemen bir tepededir. Rakım 1700 m civarındadır. Beypınarı ile kilisenin bulunduğu tepe arasında Mezarlık Gediği denilen deve boynuna benzeyen bir boğaz, yaklaşık 100 metre civarında bir alçaltı var. Suyun buradan aşıp kiliseye varması için birleşik kaplar sistemini uygulanmış. Güç bir çalışma,zor bir teknik. İmparator Zenon tamir ettirdiği bu su yolu için bizim topraklarımızda iz bırakmıştır. Onun bu hizmeti bir şükran duygusu olarak Hristiyanlar tarafından bir taş üzerine yazılmış. 1900.’lü yıllarda bu taş bilim adamları tarafından bulunmuş ve Polonya’ya götürülmüştür. Bilim adamlarının bizim yörede araştırma yapmalarının kökeninde bu taş yazıt yatar. Daha ayrıntılı bilgi için her yerde bulabileceğiniz “Köyüm Büyükarapınar “ kitabının 290 sayfası ve sonrasına bakınız.

Defineciler her yerde olduğu gibi Aziz Sokrates Kilisesi’nin temellerini dozerle gömü/buluntu/para bulacağız diye yağma etmişler temelinde büyük tahribatlar yapmışlardır. Azizi Sokrates Kilisesi’nin kalıntısı olan tek kemer Yayla turizmi için iyi bir reklam eksenidir. Koruyup gelecek nesillere tarihi miras olarak bırakmak Karapınarlıların tarihe olan borçlarıdır.

Bizden önce topraklarımızda yaşayan hemşehrimiz imparator Zenon’u yöreye su yolları, normal kervan yolları gibi yollar yaptırarak büyük hizmetleri var. Eskiler bilirler patika yollardaki bozulmadan günümüze kadar gelen döşeme taşları Bizans dönemi kalıntılardır. Bizans ve Selçuklular dönemlerinde henüz bizim köy kurulmamıştır. Böyle bir köy yoktur. Daha sonra Elmayurdu (İznebol ) toprakları içine aşı edilmiş bir köydür. Aslında bu anlattığımız tarih, genelde Taşeli Yöresi ve özelde Elmayurdu’nun sonradan bizim ortak tarihimizdir. İmparator Zenon’un Büyükkarapınarlı olduğu tarihi bir gerçektir. 2009 yılında NTV Tarih ve 2010 yılında Tarih Vakfı dergisi bilimsel yayınları ile bunu belgelemişlerdir.
 
05.01.2014. Hasan ŞİMŞEK

BEYPINARI’NDAN TARİHİ BİR ÖYKÜ

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
Yayın tarihi: Perşembe, 03 Aralık 2015 18:37
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 3528

BEYPINARI’NDAN  TARİHİ BİR ÖYKÜ

 

 Beypınarı,  Büyükkarapınar Yaylası’nda bir su kaynağının adıdır.  Benzerleri olan Paşapınarı, Soğukpınar, Akpınar (Akumuğar ), Kirazoğlu ve Oluklu gibi nice kaynak sularından farklı bir öyküsü var. Bu öyküye girmeden önce bu pınarın özelliğinden kısaca bir bahsedelim: Ben pınarı en son 2009 yazında Köyüm Büyükkarapınar kitabın yazmak için bilgi toplama amacı ile yaylaya gittiğimde görmüştüm. Pınara 6-7 m yakın giderindeki dere boyunda kayalar üzerine oturduk, ağabeyim Ali Şimşek, Muhtar Hüseyin, Muhtar Ali Sezer ve Çerkez’in Lütfi ile birlikte domates, karpuz, peynirden oluşan katıklarımızla karnımızı doyurduk ve kana kana  suyunu içerek pınara olan hasretliğimizi gidermiştik. Bu pınarın suyu baharda biraz çoğalsa da debisi yaz kış aynı sayılır. Ne azalır ne çoğalır. Dağın derinliklerinden süzülerek dağ eteğinin bitiminde tarlalara yakın bir yerden çıkar. İnsanlarımız, diğer su kaynaklarında oynayıp tahrip ettikleri gibi bu pınarla da oynamışlar ama kayalık bir dağın dibinde olduğu için kaynağın yerini değiştirip orijinalliğini bozamamışlar. Önüne sonradan dikilen meyve bahçelerini sulama amaçlı betondan bir havuz yapmışlar. Tek değişen şey önündeki betondan yapılmış havuz.

Beypınarı, yaylamızdaki su kaynaklarının en iyi içilebilir bir su kaynağı olarak bilinir. Billur gibi arı duru tertemiz taşlar arasından süzülerek çıkar, su olarak kendinden emin bir hâli var, sanki güvenircesine kendini sunar size.  

Çocukluğumda, Beypınarı ile çok haşır neşir olmuştum.  Şimdi “gen “olan  Sulan tarafından tırmanırken kaynağın sağındaki tarlalarımızda gönen eder ekin sulardık. Tarla boyu uzanan özde baharda çok güzel yarpızlar olur haşlanmış yumurta ile ekin sularken taze taze koparır  yerdik. Beypınarı, yaylanın o kuru havasında bulunduğu vadiye yeşil, canlı bir hava verirdi.

2010 yılına kadar Beypınarı’nın tarihi bir öyküye sahne olacağını bilmiyordum. Öğrenince önce inanmadım, sonra belgeleri ve öyküleri yan yana koyunca bu su kaynağının yakınındaki bir kiliseye nasıl su verdiğini öğrendim. Olay şöyle gelişir:

Karapınarlılar bilir, Akpınar (akmuğar ) tarafından gelen kervan yolu Mezarlık Gediği’nden geçer. Şimdi motorlu taşıtlar için Ardıçyüzü’nden yeni bir yol çıkar yaylaya. Bu yol Oluklu’da eski kervan yolu ile birleşerek Mezarlık Gediği’ni aşar doğruca İnöğü denilen yerden Tuzluk’tan Elmayurdu ve Tepebaşı yaylalarından Alanya tarafına gider.  İşte Mezarlık Gediği’ nin Ladinlik tarafında 1700 rakamlı bir tepede taa uzaklardan bakılınca bir kemer görürsünüz. Bu kemer zamanla yıkılan bir kilisenin bir ayağıdır. Tapu kayıtlarında bu kilise 1900’lü yıllarda Sarıkilise olarak geçer. Hristiyanlığın ilk gizli yayılma döneminde,  muhtemelen MS. Dördüncü yüzyılda yapılmış. Bulunduğu yerden çok uzaklardan gelebilecek tehlikeleri görebilecek bir konumdadır. Çok yakınında doğu kesiminde ormanlık (Ladinlik ) bir alan vardır.. Bu ormanlık alan ve batısındaki dağlık alanın derinlikleri onları gizleyecek ve koruyacak bir yerlerdir. Canlılar için birinci derecede elzem olan, yiyecek, içecek ve giyecektir. İşte bu kilisede yaşayanlar su ihtiyacını Beypınarı’ndan künkleri döşeyerek getirtmişler Mezarlık Gediği’ndeki alçak kısmı birleşik kaplar sistemi ile aşmışlardır. Öyle bir zaman gelir ki suyolu bozulur ve kiliseye su varmaz olur. İşte imparator ZENON** zamanında bu su yolu yeniden onarılıp kiliseye su akıtılır ( 488 ).  Bunu nereden biliyoruz sorusuna gelince, şimdi Polonya Müzesi’nde bulunan bir yazıttan anlıyoruz.* Yazıtta,

 “ Parlak Zenonopolis kentinin imanlı piskaposu Firminianos lavus Longinus’un konsüllük görevinden sonra Aziz Sokrets’in su yolunu tümüyle yeniden inşa ettirmiştir. Su şubat ayında muzaffer şehidin çeşmeli havlusuna akmıştı…” demektedir.

 02.12.2015. Hasan ŞİMŞEK

*Bakınız, Şimşek Hasan, Köyüm Büüykkarapınar. s.298-306.

* Zenonopolis, İmparator . Zenon’un köyüdür. B.Karapınar’ da Uzunalan, Kozbaşı ve Örene yerleşme alanıdır. Çukur arığının üzeride mezarlıklarıdır.

ON LİRA MAAŞI OLAN İMAM EMİN EFENDİ

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
Yayın tarihi: Salı, 13 Ocak 2015 20:38
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 3155

ON LİRA MAAŞI OLAN

 İMAM EMİN EFENDİ

Yıl belki 1957-1958 yılları, köyümüzün imamı kendi içimizden biri olan Emin Efendi idi. Rahmetli  Emin Efendi, ağırbaşlı, oturaklı bir rahmetli idi.  Pek de yaşlıca idi. Et yemediğimi zaman gözlerim görmez oluyor diye yakınlarına dert yandığı söylenirdi. Köyümüzde kış günlerinde hayvan kesimi olmadığından köy halkı da et yüzü görmezdi, görse bile satın alma gücü olmadığından et yiyemezlerdi. Ancak ava gidenler keklik, tavşan gibi av hayvanlarının etinden tarhana ve arabaşı çorbası yaptıkları olurdu. Çok az da olsa bir sığır kesildiği de olurdu. O zaman parası olan kesilen sığır etinden et alıp tarhana (tarhana başı ) yapabiliyordu. Av eti bulup yiyenler şanslı sayılırdı.

Köyün tavuklarının yumurtalarını 4-5 kuruşa öğretmenlerimize toplardık. Her evde de yumurta olmazdı. Tavuklar kışın yumurta yapmadıklarından iki kişiye yetecek bile köyde yumurta bulunmazdı. Biz çocuklar zaman zaman öğretmenlerimiz için yumurta bulmakta sokak sokak, ev ev dolaşır yumurta bulmak için aranırdık ama  iki kişinin ihtiyacı olan yumurtayı bulmakta zorlanırdık.

Köyümüzde tavuklar, eti için pek kesilip yenmezdi, belki baharda yumurta vereceği için, ama horozların bir alıcısı vardı o da köy bütçesinden on lira maaş alan İmama Emin Efendi idi.  O uzun kış ortamında et bulamadığı ve yiyemediği için yakınlarına yakınır ve horoz bulmalarını söylerdi. Şimdilerde zengin gibi görünse de köyümüz,  on lira maaş alan bir imama yetecek kadar horoz yetiştiremiyordu. Ama yine de kış boyu  imamın kısmen ihtiyacını karşılayacak üç dört horoz bulma imkânımız olur ve rahmetli İmam Emin Efendi’nin ihtiyacını köyce karşılamış olurduk.

Yazımı sonlandırırken imam Emin Efendi’yi rahmetle anar,  şimdilerde öğretmenden daha çok devletten maaş alan ve cerre çıkmak ihtiyacına gerek duymayan ve devleti ile pek barışık olmayan sabah akşam Cumhuriyetin kazanımlarını ( aslında kendi kazanımlarını )  aşağılayan bir anlamda ayaklarına kurşun sıkan bazı imamlarımıza  ithaf olunur. 12.01.2015. Hasan ŞİMŞEK

 

Daha Fazla İçerik...

  1. 55 YIL ÖNCE BÜYÜKKARAPINAR’DA KIŞI YAŞAMAK
  2. KÖYÜ YAŞAMAK
  3. ZENONOPOLİS VE KALE YIKIĞI ( 2)
  4. AYAKTA KALAN BİR YAPININ ÖYKÜSÜ

Sayfa 5 / 34

  • Başlangıç
  • Önceki
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • Sonraki
  • Son

Gücünü veren Joomla!®