GAZİ’NİN ÖĞRETMENLERE MESAJI1
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Cumartesi, 19 Aralık 2020 18:03
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1453
GAZİ’NİN ÖĞRETMENLERE MESAJI
“Kıovit-19 “ nedeniyle bu yıl “Öğretmenler Günü “ gerçek hayatta sevinç ve coşkuyla kutlanamayacak. Bu nedenle, başöğretmen M.Kemal Atatürk’ün komutan arkadaşları ile Lozan öncesi Bursa’ya yaptığı bir ziyareti, ismet Paşa hakkındaki düşüncesini ve öğretmenlerden beklediklerini, onlarla yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirir:
“Eğitim Savaşını Kazanın!”
Mudanya Mütarekesi’nden sonra sıra Lozan’a seçilecek baş delegeye gelmişti. Baş delege kim olacaktı? Taliplileri çoktu, Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa, mevcut Dış İşleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve diğerleri. Gazi bu iş için İsmet Paşa’yı uygun görüyordu. Mecliste mebuslar, İsmet Paşa’nın asker olduğunu, politikadan bir şey anlamadığını, kurnaz yabancı diplomatlar karşısında başarısızlığa uğrayacağını söylüyorlardı. İsmet Paşa, Lozan’a muhakkak gitmeli ama Rauf Bey’e yardımcı ve askerlik konularında danışman olarak görevlendirilmeli idi.
Gazi Mustafa Kemal ise İsmet Paşa’nın akıllılığını, uzak görüşlülüğünü övüyor ve uzun süredir savaş alanlarında olduğu için, bu meziyetlerinden Ankara’da gereği gibi değerlendirilemediğini söylüyordu. örnek olarak da “ Şu oturduğumuz masayı alın” der. “Şimdi içinizden birine bu masayı devirmenizi istesem, bu iki türlü, ya da üç türlü bilemediniz dört türlü yaparsınız. Ama İsmet Paşa öyle akıllıdır ki, masayı sekiz, dokuz belki de on ayrı biçimde devirir.” diyerek düşüncesini açıklar.
Kâzım Karabekir’in adaylığını konferansta Ruslar bulunacağından ve Paşa’yı Doğu’daki zaferinden dolayı sevmediklerinden uygun olmayacağını, konferansa dış işleri bakanları katılacağından Rauf Bey’in statüsünün Başbakan olduğundan uymayacağı gerekçesiyle/bahaneleriyle İsmet Paşa üzerinde durdu. İsmet Paşa Mudanya Görüşmelerini bile zorla kabul ederken, Lozan görüşmeleri gibi ağır bir yükün altına girmek istemez. Yusuf Kemal Bey’in istifası ile Dış İşleri Bakanı olarak Lozan’a gidecektir. Gazi Mustafa Kemal’in ısrarı üzerine bu görevi bir emir telakki etmek zorunda kalır.
Gazi Mustafa Kemal, Lozan Baş delegesi işini ustalıkla hâllettikten sonra Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve Kâzım Karabekir paşalarla Bursa’ya gelir. Bursa’nın işgali Meclis’te büyük üzüntülere ve yakınmalara yol açmıştı. Özgürlüklerine kavuşmuş olan Bursalılar kentlerini ve ülkeyi düşmandan kurtaran komutanları hayran hayran seyredip sevgi gösterisinde bulunuyorlardı. Zaferi kutlamak için verilen bir ziyafette yaptığı konuşmada İsmet Paşa için “ İçimizde en iyi, en kusursuz olanımız-en güvenilerek danışılacak, en inanılarak dayanılacak kimse, arkadaşların en candanı, yurt severlerin en ateşlisi ; yalnız Türklerin değil, şanlarını, şereflerini, namuslarını kurtardığı Müslüman milletlerin de saygısını kazanmış insan “ diye takdim etti ve şimdi Lozan’da ulusumuzu o temsil edecektir Avrupalıların İsmet Paşa’ya karşı davranışları, ulusumuza karşı davranışları için bir ölçü olacaktır. Milletimiz barış istiyor, lakin zorlanırsa savaşmayı da bilir, der.
Bir akşam Bursa ziyaretini öğretmenlere ayırır, çoğunluğu bayan hınca hınç dolu sinemada öğretmenlere yaptığı bir konuşmada, bayanlara hitaben;
“ Siz bizim hesabımıza eğitim savaşın kazanın, memlekete bizden fazla hizmet etmiş olursunuz. Sizi bu savaşa çağırıyorum.”
Erkeklere de : “ Şu anda başlayarak kadınlarımız ülkenin toplumsal yaşamına katılamayacak olurlarsa hiçbir zaman tam anmalıyla gelişemeyiz. Sonuna kadar geri kalır, Batı uygarlığı ile hiçbir şekilde boy ölçüşemeyiz, Sonra kolu ile geniş bir hareket yaparak sözlerini şöyle bitirir. “ Eğer çağdaş yaşayışa ayak uydurmak,onun yüklediği zorunlulukları kabul etmek istemezseniz, bütün bu yaptıklarımız hiçbir işe yaramayacaktır. Köhne geleneklere sımsıkı yapışıp durursanız, cüzamlılar, paryalar gibi yapyalnız kalırsınız. Kişiliğinizi koruyun; ama Batı’dan da ileri bir ulusa gerekli olan şeyleri alın. Yaşayışınızı, bilime ve yeni düşüncelere uydurun. Siz bunu yapamazsanız, günün birinde onlar sizi yutar.” der.
Bu konuda biz öğretmenler Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediklerine hedeflerine ne oranda başarılı oldu, günümüzde sorgulanmaya değer. 21.11.2020. Hasan ŞİMŞEK
KADIN HAKLARI VE HALİDE EDİP
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Cumartesi, 19 Aralık 2020 18:01
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1308
KADIN HAKLARI VE HALİDE EDİP
“ 5 Aralık Kadın Hakları “günü olarak kutlanır, bu gün vesilesi ile dünya kadınlarının ülkelere göre sorunları gündeme getirilir, konuşulur, tartışılır, çözüm yolları aranır.
Şimdilerde adı sanı unutulan, Türk kadınına rol model olan Halide Edip Adıvar hakkında kısaca durmak ister ve bilahare Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün toplum yaşamında kadınlarımızın yerini güçlendiren ve onların haklarını çağdaş ülkelerin kadınlarından daha ileriye taşıma ülküsü ve gayreti içinde olduğunu kısaca anlatmaya çalışacağım.
Halide Edip, Ceyb-i Hümayun (Padişahın özel işlerine bakan kâtip) kâtiplerinden Mehmet Edip Bey’in kızıdır. Amerikan Kız Koleji’ni bitiren ilk Türk kızıdır. Okuldaki derslerinden başka özel olarak, İngilizce, musiki, Kur’an ve Arapça derslerinden başka matematiği devrin en ünlü matematikçisi Salih Zeki’den, felsefe ve edebiyatı da filozof Rıza Tevfik’ten okumuştur. Rıza Tevfik’in dersleri onun halk edebiyatına ilgisini çoğalttığı gibi, mistik temayüllerini(eğilimlerini) de geliştirmiştir. Pozitivist olan Salih Zeki de ona pozitif ilimleri anlatmıştır. Bu iki zıt görüş Halide Edib’i ölçülü bir zihniyete ve kafa yapısına sahip kılmıştır.
1908’de 31 Mart vakası üzerine Mısır’a kaçmak zorunda kalır. O yıl bir dostunun daveti üzerine ilk defa olmak üzere İngiltere’ye gider. Orada devrinin fikir adamlarıyla tanışır ve ömür boyu sürecek bazı dostlukların temelini atar.
1909’dan itibaren Kız Öğretmen Okullarında ( Darülmuallimat’ta) pedogoji öğretmenliği, Evkaf’a bağlı vakıf okullarında müfettiş olarak hizmet eder. 1916’da Suriye Valisi Cemal Pşa’nını daveti üzerine gittiği Beyrut ve Şam’da okulların düzenlenmesiyle ve yetimhanelerle meşgul olur. 1917 yılında ikinci eşi olan Adnan Adıvar ile evlenir. Mütareke yıl larında İstanbul’daki vatanseverlerle birlikte çalışır.1919’da İzmir’in işgalini protesto eden mitinglere katılır. (1) Fatih, Kadıköy mitingini Sultanahmet mitingi takip eder. Bu miting İstanbul’da büyük bir tesir yaratır. “ Gecenin en karanlık ve ebedî gibi göründüğü zaman, gün ışığının en yakın olduğu zamandır.” sözü onundur. İstanbul’un işgaliyle birlikte ( 16 Mart 1920) kocasıyla birlikte Anadolu’ya geçerek Atatürk’ün yanında Milli Mücadele’ye katılır, cephede hastabakıcılık, tercümanlık, yabancı ajansların haberlerini tercüme ve Türkçe haberleri yabancı basına gönderme, Yunan mezalimini raporlama gibi görevlerde diğer ilgili birimlere cephede çalışır. Onbaşı rütbesiyle orduya katılan Halide Edip, başçavuşluk rütbesi ile terhis olsa da o onbaşılık rütbesini hep sevmiş ve tercih etmiştir.
Yunanlıların yenilgisinden sonra Bursa’ya cephedeki arkadaşları ile gelen Mustafa Kemal, bir sinema salonunda öğretmenlere yaptığı bir konuşmada, kadınlara hitaben;
“ Siz bizim hesabımıza eğitim savaşın kazanın, memlekete bizden fazla hizmet etmiş olursunuz. Sizi bu savaşa çağırıyorum.” diyerek eğitim savaşında kadınlarımızın vereceği hizmetin önemine vurgu yapmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Mustafa Kemal ve İsmet Paşa davetlerin kadınlı olmasına bilhassa dikkat ederlerdi. Toplantı salonlarında kadınlar bir tarafta ve erkeler karşı tarafta ayrı oturmasına kabullenemezler. Davetlerde kadınlar büfeye gidip bir şey yemek için bile yerlerinden kıpırdamazlardı. Hiç kimse kimseye ailece takdim edilmiyor, kadınlar erkeklerin göz hapsinde tutuluyordu. M. Kemal çevresindekilere hanımlara itibar etmelerini, ayakta duran kadınlara ikramda bulunmalarını ve oturanların onları kıskanacağını ve yavaş yavaş onların da topluluğa karışacağını söyler.
Medeni Kanun’un kabulü ile kadın ile erkekler arasındaki her türlü hukuki farklarının kaldırılması sağlandı. Hedef, ilerde hiçbir gerilemeye imkân vermeyecek şekilde kadına her meslekte yer vermekti. Kadın milletvekilleri, belediye meclisi üyeleri, hekim, avukat ve diğere mesleklerden olması için Üniversitelerde erkeklerle birlikte okumalı idiler. Seçimlere oy vermeli, taassup yok edilmeli idi. Köy kadınlarının kurtuluşu iktisat ve terbiye şartlarının tamamlanmasına bağlı kalmıştı.(2)
Sonuç olarak Atatürk’ün kadın hakları ile ilgili koyduğu hedeflere tam ulaştığımız söylenemez. Hakların korunmasında ve yaygınlaşmasında kadınlarımızın eğitim düzeyinin ve ekonomik şartlarının çokça iyileşmesi gerekir. Toplumda iddialı ve rol model olmak isteyen kadınlarımızın Halide Edib’i okumaları ve onun mahrumiyet içindeki özverili çalışmalarını bilmeleri ve cesurane atılımlarını ilke edinerek haklarını yasal çerçeve içinde geliştirmeleri gerekir.
Bir “Kadın Hakları Savunucusu “ olmasa da Milli Mücadele öncesi ve sonrası yaptığı hizmetler ve eserleri nedeniyle aydın ve azimli Türk kadını Halide Edib’i de unutmayarak Türk toplumuna yapmış olduğu hizmetleri zaman zaman yad etmeleri şık bir davranış olur diye düşünüyorum. Halide Edib “Kadın Hakları Savunucuları” tarafından unutulmasın!06.12.2020 Hasan ŞİMŞEK
KAYNAKÇA:
- (1) Adıvar Halide Edip, Türk’ün Ateşten İmtihanı, Atlas Kiitapevi, istanbul1987
(2) Atay, Falih Rıfkı, Çankaya , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1969
DİNİNE KÜFÜR ETMEK
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Perşembe, 26 Kasım 2020 20:52
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1299
DİNİNE KÜFÜR ETMEK!
Pandemi’den beş ay önce yarım kalmış bir kitabımı yazmaya başlamıştım. Pandemi boyunca bugüne kadar aralıksız sabır ve metanetle arlıksız çalıştım ve eseri ( Bir iletişim Dehası Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK) basılacak hâle getirdim. Daha önce okumuş olduğum kitapları yeniden gözden geçirip okumaya çalıştım. AB giriş süreci içinde bir VAKIF, Ders kitaplarındaki özellikle sosyal bilgiler kitaplarındaki diğer dinleri ve ırkları aşağılayıcı, rencide edici sözcükleri ayıklamalarımızı istiyorlardı. Ders kitaplarından ayıklanacak sözcüklerin ölçütlerini sordum, net bir şey söyleyemediler. O sıralar Cağaloğlu’da ünlü bir yazar ve yayıncı olarak adım geçiyordu. Bu nedenle beni de davet etmişlerdi. Yaptığım çalışmaların ve hazırlayacağım raporun değiştirilemeyeceği garantisini istedim, telefonda konuştuğum kişi garanti konusunda bana bir şey söyleyemedi, ben de o çalışma ekibine katılmadım. İyi ki katılmamışım. Her ne kadar alıntı yaptığım bu kitabın yazarı Halide Edip, düşmanlıkları milletler değil devletler yaratıyor dese de, millet hafızasında bazı olayları nesilden nesile kaydedip bir köşeye koymakta yarar var diye düşünüyorum. Günümüzde Doğu Akdeniz’deki yaşananları görünce tarihin derinliklerindeki olayları da hatırlamakta fayda var.
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra, başta İngilizler olmak üzere işgal kuvvetleri İstanbul’a yerleşince yerli Rumlar ve Ermeniler işi azıtmış, Müslüman halka eziyet ve işkence eder olmuşlardı. Bu gücü de işgal ( İtilaf ) kuvvetlerinden alıyorlardı. Mütareke günlerinde Türklerin silahları toplanırken, Hristiyanlar silahlandırılmıştı. İtilaf kuvvetlerinin anarşiye bir ortam hazırlaması bazı Türk subayları tarafından hoş karşılanmıyor, sivil halk da yavaş yavaş işgale karşı bir kıpırdanışın ötesinde, Batı medeniyetinin insani değerlerini de sorgular olmuşlardı.
İşgal Dönemi’nde 1920’ye kadar İstanbul’da yaşayan 16 Mart 1920 işgalinden sonra, Ankara’ya gidip Milli Mücadele’ye katılan aydın Türk kadını Halide Edip, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra devasa mitinglerde konuşup halkı ateşleyen kahraman Türk kadını, İstanbul’da yaşadığı yüzlerce olumsuz ve çirkin olaylardan birini “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı eserinde, şöyle anlatır:
“Ben bir zaman Bebek’te oturduğum için, İstanbul’a inerken çok zaman vapura binerdik. Bir gün iyi hatırlarım sarı esvaplı (giysi )bir kadın yan kamaraya gelerek kadınları ite kaka sıkışıp oturdu. Biletçi biletinin ikinci mevki bileti olduğunu söylediği zaman “Ben İngilizlerle, Fransızların himayesindeyim, hiçbir zaman birinci mevki bileti almam” , bağırıp biletçiyi epeyce payladı.
Biletçi gayet sakin bir şekilde : “İkinci mevki kamara da var, sizi oraya göndereyim “, dedi. Kadın birden bire azarak ( belki biraz da sinir hastasıydı) biletçinin yüzüne tükürmeye kalktı, yumrukları kafasına indirmeye ve ağza alınmayacak küfürler savurmaya başladı. Ama biletçi yine de çıkardı. On dakika sonra bir polis ve bir müfettişle içeriye girdi. Kadın bağırıyordu: “ Biletçinin beni dövdüğünü söyleyiniz!” Müfettiş bunun doğru olup olmadığın kadınlardan nezaketçe sorunca, aralarında iki üç kişi bir ağızdan,“ Biletçiyi o dövdü” dediler.
Müfettiş kadını dışarı çıkardı. Fakat herkes daha yerine oturmadan kadın yine geldi ve Rumca ağza alınmayacak küfürlere başladı. Aralarında Rumca bilen Giritli ( Girit göçmenlerinden) bir kadın heyecana geldi. Biraz sonra bütün kadınlar sövüşmeye başladı. Ben işin kötüye varacağını düşünerek dışarıya çıktım, müfettişi çağırdım. Bu sefer müfettiş kadını kolundan tuttu, sürükledi. Müfettiş azınlıklardan olmasına karşın görevini yapmayı biliyordu. Fakat kadın çıkarken tekrar dine, imana sövmesinden dolayı , o zamana kadar bir köşede oturan bir ihtiyar kadın birden bire bayıldı. Çantamdaki kolonya ile başını, bileklerini oğdum, biraz kendine geldi, fakat durmadan ağlıyordu.”Oğlum ne der? Fransızların yanında irtibat subayı. Gayet nazik olduklarını söylüyor. Benim gibi ak saçlı ve beş vakit namazında bir kadın, dinine küfür edildiğini duyarsa ne yapabilir?”
Batı’nın bize bakış açısı yönünden günümüzde de bir değişiklik yok. 25.11.2020 Hasan ŞİMŞEK
BATIRMA TARTIŞMASI
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Cumartesi, 19 Aralık 2020 17:45
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1351
BATIRMA TARTIŞMASI
Kendimi batırma üzerine en son yazı yazacaklardan biri olarak görmeme rağmen bu konuda bazı gözlemlerim ve söyleyeceklerim var:
Batırma bundan 50-60 yıl öncelerinde günlük yaşamda Taşeli coğrafyasında ekonomik bir yemek olarak görülse de, günümüzde zahmetli ve pahalı bir yemek çeşididir.
Yaşlılarımız hatırlar Ermenek’te bağ evleri yaşamanın sürdüğü geçmiş yıllarda, hemen yanıbaşımızda olan bahçemizdeki domates, biber, salatalık, maydanozun, taze soğanın asma yaprağının ve diğerlerinin kolaylıkla temin edilip kışlık evimizden getirdiğimiz düğürcük ve mevsimine göre ceviz ve diğer katkı maddeleri ile kolaylıkla pratik olarak yapılabilen ekonomik bir yiyecek türü olduğunu söylememiz her hâlde yanlış sayılmaz. Bu nedenledir ki batırma Ermenek ile özdeşleşmiş bir yemek çeşididir.
Günümüzde mevsimine ve yapıldığı yere göre yapılışında kullanılan malzemelerin çeşitliliğinde farklılıklar olduğu yadsınamaz. Kanal 8 ( TV 8)’in Konya’da MasterChef –Türkiye olarak düzenlemiş olduğu yemek programında yaptıkları batırma tarifi doğal olarak Ermeneklileri üzmüştür. Başkanlarımızın tepkilerini de doğal olarak görmeliyiz ama yetmez. Bir zamanlar öğretmenler haftasında öğretmenlerimize Ermenek’e özgü yemekler yerine maklube ikram eden ve billboardlarda reklamını yapan ERSİAD üyeleri bu batırma/batırık yapma konusunda ne düşünüyorlar doğrusu merak ediyorum. O zaman Yeşil Ermenek’te neden Ermenek’e özgü yemek ikram etmedikleri konusunda eleştirim olmuştu.
Şurası bir gerçektir ki, görebilmek de önemli Ermenekli hanımların yaptığı batırmanın ve diğer yemeklerin lezzetini anlamak ve değerlendirmek için Ermenekli olmamak gerekir. Ermenek kendi özündeki bu potansiyelin ve kültürün farkında değildir. Ermenekli hanımların yemek yapma konusundaki yetenekleri henüz geniş anlamda keşfedilip anlaşılmış değildir. Bu vesile ile Konya’daki derneğimiz, pandemi sonrası, düzenli olarak her yıl tespit edilecek bir tarihte yemek yarışması düzenleyip Ermenek yemeklerini ve yetenekli elleri tanıtma imkânı bulur. Yapılacak böyle bir düzenleme/yarışma aynı zamanda MasterChef yarışmasına ve diğerlerinde anlamlı bir cevap olur.
Belediye Başkanımız, Atila Zorlu ermenekinsesi internet sitesinde gayet güzel bir batırma tarifi sunmuştur. Mevsimlere göre bunun girdileri değişebilir.
Herkes baklava yapabilir ama Anteplilerin yaptığı baklava tartışılmaz. Batırma da Ermenek için öyle bir şeydir. Ermenekli hanımların el becerileri, kıvrak zekâları, yaratıcı tedarikleri ve ince ruhları ile bütünleşmiş özgün bir yemektir. Tanıtım da Vakıf ve derneklerimize, diğer sivil toplum örgütlerine düşer.
Sonuç olarak, batırma tartışması, MasterChef yemek yarışması ile bizi ayıltmıştır, bundan sonrası sivil toplum örgütlerimize, şairlerimize, yazarlarımıza ve Taşeli yöneticilerine düşer. 16.12.2020, Hasan ŞİMŞEK
SOMA MADEN FACİASI
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Perşembe, 26 Kasım 2020 20:51
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1374
SOMA MADEN FACİASI
Çocukluğumda maden nedir bilmezdim. İlk linyit madeni ile tanışmam 12-13 yaşlarında oldu. Köyümüze yerleşme amaçlı jandarma çavuşluğundan ayrılan bir bey geldi. Bu bey köyümüzün eski sakinlerinden biriydi. Bir gün yeni gelen bu beye, babamın isteği doğrultusunda, bazı insanlarla eşeğimizi alarak köyün yakın bir yerindeki heyelan alanından ( oynaktan) çuvallarla doldurulmuş siyah kaya parçaları taşıdığımızı hatırlarım. Köyümüzün yeni sakininin evinde bu taşları ( linyit kömürü ) yakacak kalitede dayanaklı sobası varmış. Ancak bu siyah kaya parçaları özel sobalarda yanıp evleri ısıtabilirmiş. Köyümüzün yeni sakini ne yaptı bilmiyorum ama köyün demircisi ve kalaycısı kömür olarak ağaçtan elde edilmiş siyah kömürleri yakarak körüklerini çalıştırırlardı. Zaten kömür denilince biz ağaçtan elde edilen kömürü bilirdik.
1961 yılında İzmir Ayrancılar’da gezgin Halk Eğitim Hocası olan demircinin taş kömürünü nasıl yaktığını ve demirleri nasıl erittiğini orada gördüm. Sonraki yıllar kömürle hiç ama hiçbir işim olmadı. Ne zaman kaloriferli bir eve taşındık o vakit evdeki radyatörlerin içindeki suyun linyit kömürünün yanması ile ısındığını/ sağlandığını gördük ve yaşadık.
Biz Ermenek’ten ayrıldıktan sonra Ermenek’te de kömür madenleri işletilmeye başlanmış. Hem de nitelikli linyit kömürü olarak tüketilen çevrelerde “Ermenek Linyit Kömürü “ aranır olmuş.
Benim esas kömürle ilgim 1987 yılında Sosyal Bilgiler kitabını yazarken oldu. Öğrencilere enerji kaynaklarını ve çeşitlerini verirken ileri düzeyde bir enerji kaynakları uzmanı olarak kendimi görmeye başladım.
Türkiye genelinde birçok elektrik üreten termik ve HES santralleri arasındaki bağlantı sağlandıktan sonra ( interkoneksiyon/ enterkonnekte ) HES’leri, termik santrallleri, jeotermal enerji kaynaklarını, yapılma aşamasında olan nükleer santralleri incelemeye başladım. 1970’li yıllarda rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, doğalgazın adı dahi telaffuz edilmiyordu. Termik santrallerin ne olduğunu o zaman öğrendim. Bazıları linyit kömürü ile bazıları da sıvı akaryakıt ile çalışıp elektrik üretiyordu. Bizim İstanbul için en önemlisi Ambarlı’daki elektrik üreten santraldi. O sıvı akaryakıt ( fueloil )ile çalışıyordu. Şimdilerde fueloil tükenince anında doğalgaz devreye girip elektrik üretimine devam edebiliyor. Zonguldak Çatalağzı taşkömürü tozlarını değerlendirerek elektrik üretiyordu. Sivas Kangal, Afşin- Elbistan; Muğla’da Yatağan, Kemer, Yeniköy; Kütahya Tavşanlı, Tunçbilek, Manisa Soma Termik Santralleri ülkemizin elektrik üreten önemli santralleri idi. Bilmeyenler için yazalım: Kömürle çalışan termik santraller elektrik üretimi esnasında düşük kalorili kömür yakılarak elektrik üretimi sağlanıyor. HES’leri ve Doğalgaz Çevirim Santrallerini bir tarafa bırakıp Termik Santraller üzerinde durursak şunları yazabiliriz.
Termik Santraller Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yaklaşık %25’ini sağlıyor. Geçmişte % 33’lere kadar çıktı. Ülkemiz enerjiye aç bir ülke, enerji kaynaklarının yetersiz oluşu nedeni ile ciddi bir elektrik açığımız var. Şu cari açık dedikleri açığı enerji ihtiyacımızı sağlamak için veriyoruz. Yaptığımız her ihracattan aldığımız dövizi doğalgaza ve petrole yatırıyoruz. Varlığımız, refahımız, tüketeceğimiz enerjinin azlığı ve çokluğu ile orantılıdır. Ne kadar çok elektrik tüketirsek, üretim de, refah da o ölçüde artar. Önemli olan enerji üretimini yaparken insan zayiatının olmamasıdır. Ermenek Barajı, o devasa baraj yapılırken açılışta konuşan Şantiye Müdürü Ümit Arslan Kobal inşaat bitinceye kadar hiç insan kaybı vermedik demişti. Keşke bütün tesisler insan kaybı vermeden çalışsa!..
İki yıl önce Sarıveliler’de elektrik iletim hatları kardan fırtınadan yıkıldı, elektrikler kesildi, okullar tatil edildi. Bir an şöyle bir düşününüz, dışarısı eksi 10-15 derce, her taraf don tutmuş, elektrik kesilmiş, kalorifer yanmıyor, elektrik sobası iş görmüyor. Gece karanlık, don ve buz gibi bir hava. Evde TV yok, insan insanı göremiyor, soğuktan yorganın içinde büzüşmüş duruyoruz. Nasıl zor bir yaşam ise yerin altında maden ocaklarında hayatları pahasına bizi ısıtmak için çalışan insanların çalışma ortamları da o denli zor katlanması zor bir hayattır.
Günümüzde özellikle büyük kentlerde her şey elektrikle çalışıyor, elektriksiz hiçbir iş yapamayız. Hayat durma hatta geriye gitme noktasına gelir.
Bir de yaz mevsimini düşünelim: Elektrikler kesilince aydınlatmanın yanında evimizdeki buzdolabı, klima, çamaşır makinesi, su devir daim motorları vb. hiçbiri çalışamaz iş göremez hâle gelir. Zaten enerjinin tanımı iş yapabilme yeteneğidir.
Türkiye enerji tüketimi nedeniyle dışa bağımlı bir ülke konumundadır. Su kaynakları üzerine kurulan Hidro Elektrik Santralleri ( HES’ler ), Nükleer Santrallere ve Termik Santrallere azami derecede önem vermeye çalışıyor. Dışa bağımlılıktan yani Doğalgaz Çevirim Santrallerinin üretmiş olduğu elektriğin oranını düşürmek gayreti içinde. İşte Soma’daki maden ocağında can veren ve yaralanan işçi kardeşlerimiz bu gayretin bedelini canlarıyla ödeyen ( 301 kişi ) insanlarımızdır.
Bir ekmek parası uğruna madende çalışan, can veren ve ülkemizin en ağır yükünü taşıyan ve bilerek ölüme giden bu insanlarımızı saygıyla anarken, ölenlere Allah’tan rahmet dilerim. Tüm halkımıza geçmiş olsun derken alınacak önlemlerle bu tür kazaların olmamasına itina gösterilmesini dilerken yerin altında güç şartlarda çalışarak ülke ekonomisine artı değer yaratma pahasına canlarını bilerek/ölüme gitmeye hazır madenlerde çalışan insanlarımızı hiç ama hiç unutmayalım. Empati kurarak onları yaşayalım. Onlar bizim refahımız için en güç işleri yapmak zorunda olan insanlarımızdır. 18.05.2014. Hasan ŞİMŞEK