KÖYÜM BÜYÜKKARAPINAR Hasan ŞİMŞEK

  • Skip to content
  • Ana menü bloğuna geç ve giriş yap.

Blok arama görünümü

Dolaşım

Arama

Buradasınız: Home

Ana Menu

  • Anasayfa
  • Büyükkarapınar Yazıları
  • Büyükkarapınar Kitabı
  • Basında Büyükkarapınar
  • Biyografik Eserlerim
  • Eğitim Danışmanlığı
  • Genel Yazılarım
  • Köyümüzden Haberler
  • Kim Kimdir?
  • Fotoğraflar
  • İletişim
  • Teşekkür

TURKUAZ GÖLÜ MÜ, ERMENEK BARAJ GÖLÜ MÜ?

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Perşembe, 21 Ocak 2016 20:11
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 3190

TURKUAZ GÖLÜ MÜ, ERMENEK BARAJ GÖLÜ MÜ?

Hangi konularda yazı yazacağım önceden kafamda şekillenir, oluşur ve zamanı gelince de oturur, yazarım. Bu yazı da önceden yazmaya karar verip de yazmak istemediğim bir yazı idi. Ama son aylarda bizim internet gazetelerimizde; Yeşil Ermenek ve Ermenek Güncel’de DSİ tarafından belirlenip isimlendirilen Ermenek Baraj Gölü değişik adlar altında yazılıp çizilmeye başlandı. Böyle gelişigüzel adlandırılıp yazılacağını önceden kestirdiğimden, bir toplantıda en yetkili kişiye yaklaşık bir yıl önce “Turkuaz Gölü “ adının Ermenek’in tanıtımına bir katkı sağlamayacağını örnekleri ile anlatmıştım. Böyle bir girişten sonra konumuza gelelim:

Turkuaz nedir? TDK’nin  Türkçe Sözlüğüne göre 1.Yeşile çalan mavi renkte değerli bir taş, firuze, 2.Bu renkte olan, anlamında bir sözcüktür.

Demek ki bizim Ermenek Baraj Gölü’ne verdiğimiz isim kelimenin ikinci anlamı olan  “yeşile çalan mavi renk. “ 

“türkuaz “  Fransızcadan dilimize geçmiş bir kelime, atalarımız önlerinden yüz yıllar  boyu geçip giden bu suya/çaya   “Göksu” demişler. Gökyüzünün rengini alan öz Türkçe bir isim“ Göksu “. Göksu, şimdi baraj gölünün altında kalıp yok olan “türkuaz”a eş değer anlamında bir isimdi.

Özbeöz Türklükleri ile övünen Karaman Beyliğinin torunları olarak nereden nereye gelmişiz? Kaldı ki kelimenin doğru yazılışı “turkuaz “ değil “türkuaz”dır. Türklerin süsleme sanatında ve çinicilikte çok kullandıkları açık yeşil renge vurgu yapmak ve diğer mavilerden ayırmak için Fransızlar “Türkuaz” demişler. Biz de “türkuaz “ sözcüğünü onlardan almışız.

Önümde Yeşil Ermenek ve Ermenek Güncel, gazeteleri var : Ermenek Baraj Gölü’nden bahsederken, “ Turkuaz mesire alanı, Ermenek Turkuaz Gölü, Turkuaz, Turkuaz Gölü,Ermenek Gölü, Ermenek Turkuaz Baraj Gölü, Ermenek Turkuaz gölü,….” gibi çeşitli isimler altında yazılıp çizilmiş, yer adı olarak bir isim birliği yok.Görülüyor ki internet gazetelerinde ve Ermenek’te yayınlanan iki gazetemizde de  üç aşağı beş yukarı Ermenek Baraj Gölü’nün adı böyle yazılıp çiziliyor. Kuşkusuz yerel medya böyle yazmıyor, medyaya doğrusu ve yanlışı ile  ne söyleniyorsa onu yazıyor.

Bu “turkuaz” sözcüğü nereden çıktı? Duyduğumuza göre Ermenek Baraj Gölü’ne “turkuaz “ adını Ermenek Belediye Meclisi koymuş. Yazımı zor bir isim doğrusu da “türkuaz”dır. Bizim bildiğimiz kadarı ile Ermenek Belediye Meclis yasal olarak yetkin olduğu kadar kültürel olarak da yetkin ve kente yakışır kişilerden oluşan bir meclis, en azından biz böyle biliriz. Böyle bir meclisin “Ermenek Baraj Gölü “ adını bir çırpıda silip “Turkuaz, Turkuaz Gölü “ şeklinde isimlendireceğinin yanlış olacağını düşünüyor ve yazıyoruz.

18 Kasım 2015 tarihli Yeşil Ermenek’te, Türkiye Cumhuriyeti Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın internet sitesinden aldığı barajla ilgili haberinde “Ermenek Barajı’ndan ve Ermenek Baraj Gölü’den bahseder. Adı da böyledir. Doğrusu, en anlamlısı ve tanıtıcı olma özelliği en yüksek olanı da böyledir.

Ermenek Belediye Meclisi, halkın oyları ile seçilmiş bir meclistir. Belediye sınırları içinde İsim verme, değiştirme gibi yetkiler o Meclis’e aittir.

Ermenek Baraj Gölü kıyısında yapılan bir eğlence ve dinlence yerine, “Türkuaz” adı verilebilir. Başka isimler de, yapılmakta ve yapılacak olan tesislere verilebilir. Lakin Ermenek’i ülke genelinde dışarıda en iyi tanıtacak olan “Ermenek Baraj Gölü “ adını her ne kadar Türklük çağrışım yapsa da “turkuaz “ olarak değişik adlar ve tamlamalarla söylenmesi yanıltıcı ve yanlıştır. Ermenek Belediye Meclisi’nin bu konu ile ilgili kararını gözden geçirmesini Ermenek’in tanıtımı adına temenni ediyoruz. Hasan ŞİMŞEK.14.01.2015

ERMENEK TÜRKLERİ VE ERMENİ İLİŞKİLERİ

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Pazar, 17 Ocak 2016 13:12
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 7274

ERMENEK TÜRKLERİ VE ERMENİ İLİŞKİLERİ

Daha henüz motorlu taşıtların Ermenek’e gelmediği                                                                                                                                                ticari malların da deve, at ve katır sırtında yapıldığı dönemlerde  (1950 öncesi) özellikle kadınlarımızın erkeklere özgü kullandıkları sövgülerden bazıları:

Ermeni dölü, Ermeni’nin çocuğu,  Ermeni kâfirinin oğlu, Ermeni’nin adamı,…….böyle insanı aşağılayan ve söyleyeni rahatlatan  sözler uzar gider?

Yaklaşık elli yıl öncesi çocukluğumda büyüklerimden işittiğim hakaret amaçlı ve sövgü olarak kullanılan bu sözleri sorgulamak hiç ama hiç aklıma gelmedi. Acaba bizim Taşeli toprakları dışında başka yörelerde de bu sövgüler kullanılıyor muydu? Ülke genelinde umuma has bir sövgü mü yoksa yöresel mi ?  Yöresel ise neden, sebepleri nelerdir?

İstanbul her ilden gelen insanların yaşadığı bir metropol ( Ülkenin en büyük şehri)’dür. Her kişi doğduğu topraklardan bu kente iyi ve kötü bir şeyler taşır. Zamanla umumileşir ve diğer insanlar tarafından da benimsenir. Trakya yöresi, Sivas, Erzincan, Karadeniz kıyı insanlarının lügatında böyle bir sövgü ve hakaret yok. Ermeniler üzerinden kızdıkları insanlara yapılan öfke ve sövgüler başka hiçbir millete Yahudiler – Rumlar dahil söylenmemiştir. Öyle ise ülke geneli ile haşır neşir olmayan, kapalı bir yöreye İÇ-İL’e - Taşeli topraklarında Ermenilere karşı bu  öfke ve nefret anlamındaki bu sözler nereden  geldi?

Yaptığım küçük bir araştırmaya göre, kanaatimce, Ermenileri aşağılayan bu sözler, kişiyi öfkelendirip kızdıran kimseye karşı bir sövgü tepkisi olan“Ermeni dölü, Ermeni uşağı, Ermeni kâfirinin çocuğu “  gibi hakaret amaçlı söylemlerin başlangıcına 1228 yılına Karaman oymağının başında bulunan Nûr Sûfi’nin Türkiye Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubâd  tarafından güneyde bir uç bölgesi olan Kamış/Balkusan topraklarına yerleştirmesi ile başlar. Bu mıntıkaya yerleşen Karamanlılar, Hristiyan beylerinden çiftçilik yapma müsaadesi isteyerek karşılığında öşür verirler.  Nûr Sûfi oymağı ile gelip buralar yerleşince yaşam alanını genişletmek için Ermeniler ile savaştı. Yalnız kendisi değil kendisinden önce Selçuklu beyleri ve sonra gelen beyler de Ermeniler ile çok savaşmıştır.( 1)

 

Şeyh Haydar-i Uryan göre “ Ermenek Karamanoğullarının yurdudur. Şimdiki Beyi Karamanoğlu Emir Mehmet’tir. Emir Mehmet bu toprakları kendi ailesinden miras olarak almıştır. Askeri, eşi-dostu çok olan zengin ve savaşçı bir ailedir. Onlara bütün dağlar yol vermiş ve baş eğmemiştir. Ermenilerle ve Tekfurlarla daimi savaş hâlindedirler.. Bey arzu ederse 40 bin asker çıkabilir. (2)

Ceneveli Balaban’a göre, “…Ermenek bir Akdeniz Beyliğidir. Ermenilerle ve onlarla beraber oturan Hristiyanlarla gece gündüz savaş hâlindedir. ( 3 )

İbn Bibi’ye göre Nûre Sûfi Kamar-al- Din (Ermenek ) ilinde, dağlardan Lârende’ye kömür taşımakla ailesini geçindiren bir kömürcü olduğunu yazar. Karaman oymağına da Ermenek Türkleri der.

Tarihçi  Eb-il Fida’ya göre  “Rum beldelerinden birisi de Karaman dağlarıdır. Buralarda Türkmenler/Karamanoğulları otururlar. Türkmenler Tarsus dağları önünden, Konstantiniyye                                                                                                                                                                  sahibinin hâkim olduğu toprakların sınırına kadar gider.

İslâm Ansiklopedisi’ne göre, 1190’da 1.Frederik Barbaros Kilikya seferi esnasında Lârende’ye girmiş ve şehir 1210’da Hopitalier Patriğinin talebi üzerine Ermenistan Kralı II. Leon tarafından zapt edilerek tekrar Hristiyanların eline düşmüş ise Kral  1216’da Sultan İzettin Keykavus’a terk etmeğe mecbur olmuştur.

 

II. Kılıç Arslan zamanında Çukurova Ermenilerinin elinde bulunan bazı kent ve kaleler alındı. 37 yıllık yönetimi sırasında Anadolu’da Türk siyasi birliğini kurmayı büyük ölçüde başardı. O, adil yönetimi ile Hristiyanların da takdirini toplamış bir hükümdardı.

II. Rükneddin Süleyman Şah, Anadolu’da sarsılmış olan Türk Birliğini yeniden kurmaya çalıştı. Saltanat mücadelelerinden yararlanmak isteyen Çukurova Ermenilerini Torosların güneyine çekilmeye zorladı.(4 )

I. Alaeddin Keykubad zamanında, Çukurova Ermenileri üzerine gönderilen kuvvetler çok başarı elde etti ve vergiyi iki katına çıkardı. Sultan buralara Türkmenleri yenleştirdi. Buraya yerleştirilen Karaman oymağının başındaki kişi Nûri  Sûfi’dir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Nurî Sûfi’nin Türkmenler üzerinde etkisi büyüktü. Hristiyanlara karşı ( ermeni-rum ) başarı elde etti ve toprakların genişletti.  Rum ve Ermenilerle mücadele oğlu Karaman Bey ve sonraki gelen beyler zamanında sürekli devam etti.(  5 )

Sonuç olarak, Anadolu Selçuklularının Taşeli topraklarına ilk girdiği yıllarda ve Karaman Beyliği döneminde  güney komşuları olan Ermeniler ile sık sık yapılan savaşlarda onların zulmü ve kötülükleri Türk halkının  beynine öyle işlemiş ki  bu olumsuz ve kötü algı halkın hafızasında nesilden nesile  taşınarak günümüze kadar gelmiş.

Taşeli Yöresi’nde Birinci Dünya Savaşı esnasında, Adana, Maraş tarafındaki Ermeni isyanları ve taşkınlıkları ile tazelenip perçinlenmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin çoğu bölgesinde Ermenileri eş tutarak ve onların üzerinden, yaptıkları kötülükleri, kızdığı, öfkelendiği zaman muhatabını aşağılayan başka bir benzetme unsuru yok gibidir.

Anadolu topraklarında her ırktan ve inançta insanlar vardır.  Ta Anadolu Selçukluları Dönemi’nden ve Osmanlılar zamanında devletin güçlü olduğu zamanlarda hatta Cumhuriyet Dönemi’nde yasalara uyan, yabancı ülkelerin çıkarlarına alet olmayan her ırktan ve inançtan  insanlar barış içinde mutlu bir ortamda yaşamışlardır. 16 01. 2016. Hasan ŞİMŞEK

1)MEB Yayınları, Tarih 1, Ders Geçme ve Kredi Yönetmeliği Uygulayan Okullar İçin.,Hürriyet Ofset A.Ş. 1994, s. 173-180

2) Konyalı, İbrahim Hakkı, Karaman Tarihi Ermenek ve Mut Abideleri s.13. 

3) Konyalı, İbrahim Hakkı, a.g.e. s.13 

4) MEB Yayınları, a.g.e.s.179      

RUSYA’NIN GÜÇ GÖSTERİSİ

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Salı, 15 Aralık 2015 11:21
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2981

RUSYA’NIN GÜÇ GÖSTERİSİ

Rusya geçen yıllarda, önce Baltık ülkelerinde sonra Ukrayna’ da ciddi anlamda kazanımlar elde etti. AB ve ABD, Rusya’nın bu yayılmacı politikalarını engelleme amaçlı olarak Rusya’ya ambargo uyguladı, Türkiye komşum ve stratejik ortağım diye Batı’nın uyguladığı ambargoya katılmadı ve Rusya ile ilişkilerini normal bir seyirde sürdürdü.

Rusya ile ilişkiler, Türkiye’nin 24 Kasımda Rus SU- 24 savaş uçağını Suriye sınırında, sınır ihlali yaptığından dolayı düşürmesi ile iki ülke arasındaki ipleri koptu. Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin son açıklamasında  “Bir kez daha tekrarlıyorum. Dost hatta müttefikimiz saydığımız, teröre karşı birlikte savaşmayı düşündüğümüz Türkiye yönetiminden haince sırtımızdan vurulduk.” ifadesini kullandı.

Türkiye tarih boyunca Rusya ile ilişkilerini iyi tutmaya çalıştığı hâlde, Batı’nın ve Rusya’nın yayılmacı politikası dostluk ve komşuluk ilişkilerine hep darbe vurmuştur. Rusya’nın kuzeyinde onu tehdit edecek bir silahlı güç yok, Rus Çarları sürekli olarak sıcak denizlere inmeyi fırsat bilip kollamışlardır. Kırım’ın bizde olduğu dönemde, Karadeniz donanması oluşmadan Rus donanması Baltık denizinden dolaşarak Akdeniz’e geldi. Mora’da Rumları isyana teşvik etti ve İzmir/Çeşme’ye gelerek Osmanlı donanmasını yaktı (1770 ). Balkanlarda, Karadeniz’in kuzeyinde Kırım’da, Doğuda Kafkasya ‘da sürekli Osmanlı devletinin egemen olduğu topraklarda kazanımlar elde etmek için o yöre halklarını Osmanlı’ya karşı kışkırttı ve isyana teşvik etti, peşinden de kendisi oralarda egemenliğini sağlayarak emperyalist  bir güç hâline geldi. 1877- 1878 Osmanlı Rus Savaşı, Balkan ülkelerini isyana teşvik, doğuda Ermenilere bağımsız devlet sözü verme, Kars, Ardahan Batum’u işgal ve Batı’ da  Çatalca’ya kadar gelme ve Ayastefanos ( Yeşilköy ) Antlaşması  (1878 ). Balkanlarda ve Kafkaslara büyük toprak kaybımızın en büyük nedeni Rus Çarlarının emperyalist politikalarıdır.

Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Doğuda Rus işgalleri ve Ermenileri ayaklandırma ve teşvik, Rusya’da yapılan Bolşevik İhtilali ( 1917 ) ile Rusya’nın kendi içine dönmesi ve Kars ve Ardahan’ın geri alınması Kars –Gümrü ve nihayet 1921 ‘de yapılan Moskova antlaşmaları ve doğu sınırlarının çizilmesi.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Kars, Ardahan ve Boğazlarda egemen olma talebi ve Türkiye’nin bu nedenle NATO’ya girmesi ve kendin güvenceye alma düşüncesi.,akabinde Soğuk Savaş Dönemi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Bağımsız Devletler Topluluğu adını alması ve günümüzde batısına doğusuna güneyine saldıran ve alan genişlemesi sevdalısı bir Rusya Federasyonu ve onun lideri Vladimir  Putin!

Dünya kamuoyu tarafında şımartılan ve olduğundan fazla yüceltilen, komşu haklarına ve hukukuna saygılı olmayan, kaba kuvvet yöntemi ile komşu topraklarını işgal eden eski Rusya’nın günümüzdeki emperyalist, yayılmacı politikalarını acımasız bir şekilde uygulayan Putin’e  21.yy son ÇAR’ı da denilebilir.

Rus Devlet Başkanı ve diğer yöneticileri, 24 Kasım itibarı ile Türkiye’ye ciddi anlamda ekonomik bir savaş açmıştır.

Hani Rusya bizim stratejik ortağımızdı. İsmet Paşa Kıbrıs olayları sırasında Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale edemeyeceği şeklinde,  ABD Başkanı Johnson’un yazdığı mektup sonrası “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır.” diyerek tepkisini ortay koymuştu. Yine İnönü’nün 1960’lı yıllarda Kıbrıs ile ilgili olaylar esnasında “Büyük devletlerle dostluklar kurmak ayı ile yatağa girmeye benzer.” İfadesini kullanarak dış politikada güçlü devletlerle olan ilişkilerin zorluğuna dikkati çekmişti.

Rusya düne kadar bizim stratejik ortağımızdı, bugün kuzeyimizde Kırım ve Ukrayna’da, doğuda Ermenistan ile güneyimizde Suriye’de bizi çember altına almaya çalışıyor. Bizim yaşam alanımız daraltıp kendi yaşam alanını genişletmeye çalışıyorlar.

Hatay’ın güneyinde Suriye toprakları üzerinde DAEŞ’i de bahane ederek Tartus kentinde deniz ve Lazkiye yakınlarında Himeymim hava  üssü kurarak Akdeniz’e yerleşme ve karada ve denizde bizi çember içine alması tarihin derinliklerinden gelen  emelleridir.

Yapmamız gereken her ne kadar Rus yöneticileri çıldırsa da Rus halkı ile dostluk içinde kalmaya çalışmayı önemsemeliyiz.

Bu kötü günlerde, Batı ülkelerinin durumdan istifade ederek Türkiye’den bir şeyler koparmaya çalışma teşebbüsüne karşı çok dikkatli olmak gerekir. Tarihte fırsatları kollayarak Batı ülkelerinin bizden normal şartlarda alamadıkları ya da yaptıramadıkları bir şeyler almaları sayılamayacak kadar çoktur. Belirgin örneği İngilizlerin Kıbrıs’a yerleşmeleri vs.

Son olarak Rusya’dan aldığımız malların ikamesi sağlanıncaya kadar tüketimini mümkün mertebe kısarak ve Antalyalı üreticilerin meyve ve sebzelerini de normalinden biraz fazla tüketerek onlar destek vermek dayanışmanın en iyi örneği olacaktır. En son olarak Rusya Batı ile güç birliği yapmadığı müddetçe bize bir şey yapamaz, teşebbüs etse bili kaybeder, tarih böyle yazar. Sonuçta biraz sıkıntı çekceğiz. Ulusça buna katlanmalıyız. Hasan ŞİMŞEK 09.12.2015.

SELME VE ARPA MERİŞİ

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Pazartesi, 04 Ocak 2016 16:56
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2915

SELME VE ARPA MERİŞİ

Unuttuğumuz sanılan ama hiç unutulamayan şu bizim topraklarda artık evcil hayvan ayağı değmeyen ve ormana terk edilmiş yerler de var, kadastronun geçmesi ile orman idaresi tarafından el konulan özel mülklerden bahsetmiyorum. Geçen yüzyılda köylülerin yer bağları ve hayvanlarını gezdirip otlattıkları ortak alanlardan meralardan bahsediyorum.

Bizim toprakları anlata anlata bitirilemez, hele şu kuzeyimizde bulunan eski adı Davdas, şimdiki adı Üzümlü olan köy ile tam sınırda bulunan Selme, Selme Beleni de diyebiliriz ama artık dar bir geçit, bir boğaz olmuş gibi. Selme daha yakın tarihlere kadar çevresindeki yükseltiler seviyesinde bir belen bir sırt imiş. Yolun tam tepesinde, sınırdan Üzümlü tarafına geçince eğimin artığını ve kışın çok olduğu zamanlarda yolun kışta baharda heyelan nedeni ile bozulduğu sık sık görülürdü. Bizden tarafında ise tepeden köye doğru bakıldığında biraz aşağıda solda kocaman bir yar görülür adı Uçurum’dur.Geçmişte Uçurum’da büyük bir heyelan olduğu görüntüsünden net olarak anlaşılıyor. Köyün koruluğunun yarısı yerinden oynamış, kaymış gitmiş ve zeminde sert, bayırı anımsatan kayalıklar kalmış. Selme Beleni’nde günümüzde çok hızlı olmasa da hem Davdas hem de Karapınar tarafında bir heyelanın varlığı görülür.

Başlangıcı Selme’nin yakınında  Kocaçayır olmak üzere güneye doğru 1,5 -2 km uzunluğunda genişçe ve çevresine göre yüksek bir düzlük uzanır. Bu düzlüğün adı Arpa Merişi’dir.  Arpa Meriş’ni bugünkü genç neslin tanıyıp tanımadığını bilmiyorum ama bizim nesil ve bizden öncekiler orda sığır güder, arkadaşları ile met, sıralama taşı, arası, kesme, uzun eşek oynar  , mevsimi gelince ucu sivri değnekleri ile  çiğdem söker,hevenk yapar, beline sararak hoşça vakit geçirirlerdi.

Yakın geçmişte bilinmeyen bir zamanda Akpınar ve Omar Pınar’ın suları Selme Beleni’nden  düzlemesine Arpa Meriş’ine kadar gidermiş. Belendeki iki taraflı kaymalar/oynamalar sonucu orası ben gedik/geçit hâline dönüşmüş.

Bizim çocukluğumuzda 50-55 yıl öncesinde Arapa Meriş’i denilen geniş düzlüklerde sığır, davar güderken oraların düz çayırlıklar hâlinde olduğunu görüyor ve biliyorduk. Her tarafı ekimi terk edilmiş tarlalar hâlinde idi. Bu tezi doğrulayan duvarlar, ortalarda toplanan çakıllar ve taşlar, çalıları yok edilmiş alanlar vardı ama hiçbir zaman çocuk aklımızla buralarda ekim alanlarının neden niçin terk edildiğini sorgulamamıştık. Öyle anlaşılıyor ki Selme’deki heyelan nedeni ile o tepenin aşınıp yükseltisinin düşmesinden dolayı  suyun Meriş’ten tarafa aşırılamaması nedeni ile o toprakların ekiminden vazgeçildiği anlaşılıyor. Ekimi terk edilen bu topraklar zamanla çayırlaşıyor, Uçurumu’un üstündeki Kocaçayır, nam-ı diğer Köytarlası , sonradan satılmış, ondan sonra Dede’nin Düz, Sağır’ın Çayırı, Molla Osman’ın Çayırı, Daşşalağın Çayırı ve eğimi doğuya doğru inince büyük bir düzlük olan Aliboy Çayırı gibi isimler alır. Aslında bu düzlüklerdeki çayırlar baharın kar sularından oluşan ve geçirgenliği pek olmayan bu topraklarda normalde sulama suyu verilmeden oluşan çayırlardır. Muhtemelen bir dönem arpa da ekilmiş olabilir.Rakım da köyümüze ( köy içi yükselti  1100- 1200 ) göre bayağı yüksek 1400- 1450 m yükseltilerdedir Yalnız Aliboy Çayırı’na doğru eğim fazla olduğundan bu yükselti muhtemelen 1300 m’ye iner. Buraların adı çayır da olsa bugün orta büyüklükte  meşe, pelit, tesbi, yaban alıcı  piynar, andız, gesse çalıları ve çam ağaçları ile örtülüdür yaklaşık 40-45  yıldır da odun kesme yasağı var. öncesi köyün yakacak ihtiyacı büyük ölçüde Meriş denilen makilerle örtülü arazi topluluğundan karşılanırdı. Meriş, eskiden köyümüzün  şimdi de Orman ve Çevre Bakanlığı’nın koruması altında devlete ait orman arazilerdir.

Arpa Meriş’i düz ve genişçe bir alandır, su kaynakları yoktur yalnız güneydoğusundaki eğimde Suledere denilen yerde yaz kış kurumayan su kaynakları vardır. Yaban hayatında yaşayan keklik, tavşan tilki vb hayvanlar su ihtiyacını buradan ve daha doğudaki Aliboy Çayırı’ndaki derelerden akan sulardan giderirlerdi.

Arpa Merişi’nin güney batısında köyün koruluğu ve hemen onun bitişiğinde Beriki Yerbağ

bulunurdu, son 30 yılda köylülerimizin meyveciliğe yönelmesi yer bağ işini terke zorlamış ve orası bir orman alanı hâline gelerek çoğunluğu çam olan ağaçlar büyümüş ve koru ile bütünleşmiştir. Şimdi oranın Yer Bağ olduğunu kanıtlamak için ciddi tanıklar gerek, zaten tanığa filan da ihtiyaç yok köylünün elinden alınmış  ve orman statüsüne girmiştir.

Arpa Meriş’inden doğuya doğru gidildikçe alçaltı başlar Aliboy Çayırı’nda hissedilir derecede düşer daha doğudaki Öteki Yerbağ dediğimiz mevkide yükselti daha da aşağılara iner muhtemelen bizim köy için sahil sayılan Büyükdüz’de rakım 900-800’lere kadar iner. Büyükdüz ile Yayla arsında ürünün olugunlaşma süresi yükselti farkı nedeniyle 40- 50 gün civarındadır. Şimdi Ermenek Barajı’nın ılıtıcı etkisi ile iklim ne kadar yumuşar, gözlemek ve beklemek gerek. Yalnız Öteki Yerbağ mevkilerinde tarlalarına sahip olabilen köylülerimizin zeytinciliğe yöneldiği muhtemelen ileriki yıllarda seracılığa da gidebilecekleri düşünüle bilinir. Şu an yılını hatırlayamayacağım ama kadastronun geçtiği yıllarda il milletvekilleri vatandaşı yeterli ölçüde uyarıp bilgilendirmelerini sağlamadıklarından dolayı köyümüzün ve köy hane halkının özellikle gurbettekilerin büyük mülkiyet kaybı olmuştur. Bu konu ile ilgili “Buharlaşan Köy Arazisi “ başlığı altında bir yazı yazmıştım. Köylünün arazisini yaklaşık 1/3 elinden alınmış ve orman arazisi hâline sokulmuştur. Bu eylem köyün iyice fakirleşmesi ve yaşam alanın daralması anlamına gelir.

Güney Toroslarda ayrı bir özelliği olan yerbağların da ekonomik kaygılar ve bakımsızlıklar nedeni ile köylülerin ihmali sonucu yok olup özelliğini kaybetmesi ayrı bir yazı konusu.

Taşeli topraklarında kapalı ekonominin egemen olduğu dönemlerde bu sözünü ettiğimiz yerlerde mevsimine göre sayıları 2000 civarında olan küçükbaş hayvanları sayıları 100 civarında eşeği ve 200-250 civarında sığırı bu alanlarda yaz kış otlatılırdı.  Köyümüzde her evde keçi ve koyun beslendiği hâlde,  katır ve at sayısı toplam iki elin parmaklarının sayısı kadar azdı. Katır ve at beslemek külfetli bir maliyet işi idi. Keçiler tarih boyu Taşeli halkının birinci derecede temel besin kaynakları olmuştur. 20 yıl öncelerinden başlayan bir yasak 2011 yılına kadar sürmüş köylerde vatandaşlar kurbanını kesemeyecek hâle gelmişlerdir. Bu yasakların anlamsız olduğunu Yeşil Ermenek, Sarıveliler Postası, Ermenek Haber, Ermenek Gündem, Kgrt internet sitesi gibi yayın organlarında defalarca yazdım ve yerel yöneticileri bu konuda uyarmıştım. 2011 yılından sonra siyasi iktidar hatalarını anlayıp kısmen keçilerin meralarda gezip dolaşmasını serbest bıraktı.

Yılın yaz aylarında hayvan varlığının beslenmesi için yaylalara çıktığımızı ve “OBA “ larda yaşadığımızı başka bir yazımda anlatmıştım. 30.12.2015. Hasan ŞİMŞEK.

UZMANLARA GÖRE RUSYA

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Salı, 15 Aralık 2015 11:20
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2676

UZMANLARA GÖRE RUSYA

Uzmanların görüşünü özetlemeden önce, Rusya hakkında kısa bilgi verelim: Dağılan Sovyetler Birliği’nin yeniden toparlanarak 21 Aralık 1991 yılında kurdukları yeni devletin  adı Rusya Federasyonu’dur. Rusya’nın toprakların çoğu Kuzey Yarı Kürede, Soğuk Kuşak içinde kalır,  tundralarla kaplı verimsiz topraklardır. Rusya’yı ihya eden yer altı zenginliği olan kömür, doğalgaz ve petroldür.  Yüzölçümü 17.075. 400 km karedir. Yaklaşık Türkiye’den 22 defa daha büyük bir toprağa sahiptir. Nüfus ise 144. milyon civarındadır. Yaklaşık Türkiye nüfusunun iki katına sahip bir nüfus vardır.

Çok geniş topraklarında buğday tarımı yapılır, zaten Türkiye buğday açığını, yaklaşık iki milyon ton/yıl Rusya’dan karşılar. Nükleer silahlara sahip beş altı ülkeden biridir. Birleşmiş Milletler yapısı içindeki Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip beş ülkeden biridir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra eski gücünü kaybeden Rusya, petrol fiyatlarının dünyada yükselmesi ile ekonomisini güçlendirdi. 2000 yıllarının başında Birinci Putin Dönemi’ nde Soveyetler Dönemi’nde Birlik’ten ayrılan ülkelerle yeniden Birleşik Devletler Topluluğu adı altında toplayarak kaybolan prestijini içte yükseltti. İkinci Putin Dönemi’nde de kazanmış oldukları petrol paraları ile hızla silahlanarak artık dünyanın güç bakımından önde gelen ülkelerinden biri oldular. Birinci Putin döneminden sonra ülkeyi yöneten Dmitry Medvedev zamanında silahlanmaya ayrılan paranın yerinde saydığı, ikinci ve şimdiki üçüncü Putin Dönemi’nde ise yine silahlanmaya büyük para harcayarak eski Sovyet gücü hâline gelmeleri için çalıştıkları bu nedenle Baltık kıyılarında, güneyde Ukrayna’da etki alanlarını büyük risk alarak güçlendikleri görülüyor. Uzmanlara göre, kırılan, kaybedilen eski gücün yeniden sağlanması için Rus halkı Putin’in arkasında, onu destekliyor.

Putin ile Rusya artık Soğuk Savaş Dönemi’ndeki konumuna gelmeye çalışıyor. Kuzeyde, Kuzey Batı’da Baltık’ta,  güneyde Kırım’da denizlere açılma ve dünyaya yayılma imkânları kolaylaştı. Suriye’ de Lazkiye ve Tartus’ta  var olan üslerini şimdi daha da güçlendirerek Doğu Akdeniz’de bende varım diyor.

Türkiye’yi hem kuzeyden ve güneyden çevirmiş vaziyette, büyük bir tehdit olarak görülürken 24 Kasım 2015 günü Türkiye sınırını defalarca ihlal eden savaş uçakları Türkiye tarafından düşürülünce kıyameti koparma noktasına geldiler. Putin Yönetimi’nin ve Rus halkının yükselme noktasındaki gurur ve prestijleri birden bire sarsıldığı düşünüldü. Bu nedenle akıllarına ne geldi ise, savaş hariç ne yapmaları gerekiyorsa dost bildikleri Türkiye’ye yaptılar. Uçak düşürme olayının hemen ardından Türkiye’ye karşı uyguladıkları ekonomik ambargo, onların bu işe önceden hazır olduklarını ve tereddüt etmeden en kısa zamanda bu planı uyguladıklarını söylüyor uzmanlar.

Askerî gücünü arttıran Rusya, geçen yıl Ukrayna’ın doğusunu kendi topraklarına katan Rusya, şimdi Türkiye’nin burunun dibindeki Suriye’de Yayladağ’da yayılmacı politikalarını uygulamak için güç göstermeye başladı. Uzmanlara göre, Ruslar’ın Bayırbucak  Türkmenleri’nin bulunduğu yeri teknik olarak bombalaması çok güç bir coğrafi yapı. Türkmenler Kızıldağ’ın kuzeyinde bulunuyorlar, doğrudan uçakların güneyden gelerek Türkmenlerin yoğun olarak bulunduğu alanı bombalaması çok güç. Bu nedenle Kilis üzerinden dolanarak ve Türkiye topraklarını ihlal ederek kuzeyden dağ yamaçlarındaki Türkmenleri vuruyorlar. Genelkurmay bu hassasiyeti ve Rus propaganda mekanizmasını bildiğinden anında görüntüleri dünya kamuoyu ile paylaştı ve Rusların kara propagandası altında ezilmedi ve haklılığını dünya kamuoyuna doğru anlattı.  Burada Türkiye için üç hassas nokta var, Birincisi sınırlarının defalarca ihlali, ikincisi soydaşlarının hemen sınıra çok yakın yerde vurulması, üçüncüsü, yine Suriye’de burnumuzun dibinde Rusların askeri kara ve deniz üsleri kurmaları. Bunun üçü de Türkiye için kaçınılmaz üzerine gelinen belalı işlerdir.

1990’lı yıllarda yerlerde sürünen Rusya bugün dünyada en çok silah üretip satan ABD’den sonra ikinci ülke, Türkiye’yi kuzeyden ve güneyden kuşatmış vaziyette.

Rusya’yı çok iyi tanıyan Prof. Dr. Nadir Devlet, CNNTURK’teki Ahmet Hakan’ın programında Rusya’da milliyetçiliğin arttığını, basının Putin tarafından kontrol altında tutulduğunu, halkın yönetimi dinlediğini ve söylediğini yapacağını ve harfiyen uyacağını, zorluklara katlanan, dayanan bir halk olduğunu Rusya ile Türkiye ilişkiler açısından son derece kötü bir olay olduğunu söylerken, Emekli Büyükelçi Uluç Özülker de, Rusya’nın Doğu Ukrayna’yı ve Kırım’ı topraklarına katmasına AB ülkelerinin seyirci kaldığını, Ukrayna’yı desteklemediklerini, Putin’in eski KGB ajanı olduğunu, içine kapanık ve kendin öne çıkarmasını bilen bir yapıda olduğunu, Rus halkının yüzde yüz okuma yazma bildiğini, kültürlü, sanat yönünden güçlü bir halk olduğunu, ve liderlerini desteklediklerini söyledi.

Sonuç olarak, 1.  Rusya’nın güneyden de bizimle komşu olduğunu ve Suriye’de kalacaklarını ve NATO ile karşı karşıya olacaklarını

2. Türkiye ihmal ettiği NATO’yu yeni keşfettiğini, Çin ile geçen yıl yapılan füze anlaşmasının NATO açısından Türkiye’ye bir güven tereddüdü yarattığını,

3. İsmet Paşa’nın “Büyük devletlerle ilişkilerinin aslanla aynı yatakta yatmaya benzediği.” sözünün önemini

4. Türkiye’nin ciddi anlamda çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu, ayrıştırıcı iç politikalar yerine bütünleştirici ve dış politikayı destekler nitelikte politikalar geliştirilmesi gerektiğini

5. Uçak düşürme olayından sonra anında Rusya’nın B planını hemen devreye soktuğunu ve bu konulara önceden hazırlıklı olduğunu ve Türkiye’nin buna benzer olaylara karşı hazırlıklı olması gerektiğini

6. On üç yıldır iktidarda olan AK Parti’nin beş tane dış işleri bakanı değiştirdiğini ve karşılarında yalnız Rusya’da Sergey Lavrov’u gördüklerini, bu nedenle kısa aralıklarla Dışişleri Bakanları’nın değiştirilmesinin doğru olmayacağını

7. Rusya ile ilişkilerin bozulduğu ve hat safhaya geldiği bir dönemde “Kurt dumanlı havayı sever.” hesabı çıkarcı Batı ülkelerine dış politikada kesinlikle ülkemizin çıkarlarına aykırı  ödün verilmemesi gerektiğini ve bu nedenlerle bu olaydan büyük bir ders alarak her türlü tehlikeler karşı halkı ve devleti korumanın önem arz ettiğini yöneticilerimiz ve halkımız görmüştür sanırım. Şimdi milletçe birlik beraberlik, dayanışma ve özveri zamanıdır. 12.12.2015 Hasan ŞİMŞEK

Daha Fazla İçerik...

  1. MOSKAVA’NIN DİNMEYEN ÖFKESİ
  2. PUTİN VE RUSYA
  3. ATATÜRK VE HATAY MESELESİ FRANSA-SURİYE VE SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ
  4. TAŞELİ TAŞELİ DEDİKLERİ, ŞU BİZİM TAŞELİ!

Sayfa 16 / 34

  • Başlangıç
  • Önceki
  • 11
  • 12
  • 13
  • 14
  • 15
  • 16
  • 17
  • 18
  • 19
  • 20
  • Sonraki
  • Son

Gücünü veren Joomla!®