NACİ KÖPRÜLÜ ( 1933-2016 )
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 03 Ekim 2016 17:20
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3225
NACİ KÖPRÜLÜ ( 1933-2016 )
Bacanağı Yüksek Orman Mühendisi Mustafa Karagül’ün facebook sayfasından Naci Köprülü ile ilgili olarak verdiği 3 Ekim 2016 tarihli ölüm haberi bizi ziyadesiyle üzdü.
Ben Naci Köprülü’yü Ermenek Ortaokulu’ndan hocamız olarak tanıdım ve bildim. Ermenek Ortaokulun’dan ara verip geri dönünce okul müdürümüz Yahya Baray beni okula yaşıımn büyüklüğü nedeniyle kayıt etmedi. Bütün dünyam yıkıldı, geri döndüm, başımı topladım, ne yapabilirim diye fikir jimnastiği yaparken Adliye’nin şimdiki Hükümet Konağı’nın karşısında avukatlık bürosu olan ve önceki dönemden öğretmenimiz olan Avukat Naci Köprülü’ye gittim. “ Ben okulu bırakmıştım bir yıl ara verdim, şimdi gelip okumak istiyorum ama okul müdürü kaydımı yapmadı. “ diyerek derdimi rahmetli Naci Köprülü’ye anlattım. Hiç tereddüt etmeden oturdu ve bana bir dilekçe yazıverdi. Dilekçeyi aldım bir özgüven içinde Müdürümüz ( öldü ise Allah’ tan rahmet, sağ ise sağlıklı ömürler dilerim.) Yahya Baray’ın odasında kendisine sundum. İleri geri konuştu, önerilerde bulundu ve beni okula kaydetti. İşte benim diğer yaşıtlarımdan ve çoğu öğrencilerden Naci Köprülü’ye bakış açım, önemsemem burada başladı ve yaşam boyu devam etti.
Ermenek Ortaokulu’nda dışarıdan derse giriyordu Naci Bey, Müdürümüz yeni avukatlığa başlamış bu genç delikanlıya yazmış olduğu dilekçe nedeni ile derse girme müsaadesi vermeyebilirdi de, 1962 yılında geçen bu olayı ben hiç ama hiç unutamadım. Naci Köprülü Bey’i her zaman saygı ile andım.
Tam 46 yıl sonra Köyüm Büyükkarapınar kitabını yazarken köyümüz ve benim için önemli şahsiyetlere yer verme gereğini duydum. Benim yaşamımda önemli yer alan kişilerden biri olarak rahmetli Naci Köprülü Bey’e de yer verdim. Kendileri İstanbul’a gelince değerli arkadaşım Ahmet Esin ile ofisimde beni ziyaret ettiğinde kendilerine kitabımdan imzalayarak vermiş ve 1962 yılındaki okula kayıt olayını anlatmıştım.
Bu anlattıklarım işin biraz hikâye tarafı, işin özüne gelince, Av. Naci Köprülü, yoksul Taşeli ( Ermenek,Başyayla, Sarıveliler ) köylülerinin, dertlerini yerine göre gönüllü, yerine göre az bir ücretle adli tercümanlığını ( rehberliğini/avukatlığını )yapmış değerli bir Taşeli aydınıdır. İstisnasız Taşeli Coğrafyası’nda onun insanlık adına mesleki görev adına hizmet vermediği çok az sayıda insan vardır. Naci Köprülü mesleğini bilgisini insanların hizmetine kullanmış değerli bir hocamız ve hemşehrimizdir.
Naci Köprülü öğretmenlik mesleği ilei yetinmemiş, Ankara Hukuk Fakültesi’ni dışarıdan bitirerek, başarısının ve meselğinin üzerine ikinci bir meslek ilave ederek yaşamını Ermenek v e Mersin’de sürdürmüştür.
Yaşam boyu sakin, kavgadan, patırtıdan gürültüden uzak, efendi, çelebi bir hayat yaşamıştır. Ermenek halkı; şimdi kökünden, kültüründen, geçmişinden çok önemli bir değer daha kaybetmiştir.
Üzgünüm, onun Taşeli Yöresi’ne yaptığı hizmetleri kendi ağzından duyup yazmak istemiştim, kısmet olmadı. Eşi öğretmen Canan Hanımefendi’ye kızı Nazan ve oğlu Ahmet’e başınız sağ olsun der, Allah’tan rahmet dilerim. Ruhu Şad olsun. 03.10.2016
MUSTAFA ERTAŞ
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 03 Ekim 2016 17:16
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3205
MUSTAFA ERTAŞ
Bizim Taşeli Yöresi’nin bitmez tükenmez sesi,
Sorunların, dertlerin yukarı makamlara aktarıcısı,
Karacaoğlan’ın bizim topraklarda yaşadığının 50 yıldır savunan bir araştırıcı.
83 yaşında olmasına rağmen Yöre sorunlarını dile getirmekten zerre kadar vazgeçmeyen bir delikanlı.
Sorunlarını bizim gibi sert v e katı değil, daha yumuşak bir ifade ile anlatır.
Onun için öncelik, derenin içi (Sarıveliler ) olsa da merkezden çevreye doğru tüm Taşeli’ni hatta ilimiz Karaman’ı n sorunlarını yazılarında, sohbetlerinde, şiirlerinde dile getirir.
Kaynağını Yöre’den alan bitmez tükenmez bir enerjisi var. Yenilenen enerjisi ile sürekli bilenir ve Yöre sorunlarını sözle, yazı ile kitapları ile herkese anlatır durur.
Mustafa Ertaş, Taşeli ile özdeşleşen ender şahsiyetlerden biridir.
Yazmış olduğu kitaplarla, Yöremizin değerlerini, kültürünü, gelecek kuşaklara aktaran bu konuda büyük emek harcayan bir değerdir.
Tarihi konularda aramızda bazen görüş farkı nedeni ile çatışsak da günlük Yöre sorunlarının dile getirilmesinde ve çözümünde büyük bir farklılık yoktur.
Kendisi yıllardır Konya’da ikamet eder, yılda birkaç defa Yöre’ye gider gelir. Oralardaki gelişmeleri, olumsuzlukları yerinde tespit eder, görebildiklerini üst makamlara anlatmaya çalışır.
Alanya-Sarıveliler yol güzergâhı özellikle herkesin korkulu rüyası olan Kuşyuvası uçurumunun korkusuzca aşılması için yapılan çalışmaları takip etmesi ve yapılan çalışmaları takdir eden ifadeler kullanması kayda değer bir tespittir.
Mustafa Ertaş, kendini Taşeli’nin kalkınması için vakfeden ender şahsiyetlerimizden biridir, Yöre’miz için çalışmaları süreklilik arz eder. Tatlı dilli, muhabbeti bol, anlatımı şiirsel fedakâr bir şahsiyettir.
Taşeli ile ilgili yazmış olduğu bunca kitaplarla ve arkadaşları ile birlikte yazmış olduğu son eseri “ KARACAOĞLAN DER Kİ…” adlı kitabı olduğunu telefonla konuşurken öğrendim. Yukarıda da ifade ettiğim gibi maşallah bitmez tükenmez bir enerji ile çalışıyor.
Gerçek anlamda Taşeli ve Karacaoğlan sevdalısı Ertaş Hocamızın daha nice araştırmaya dayalı eserler vermesini ümit eder, sağlıklı ve mutlu olmasını Allah’tan niyaz ederim. 26.09.2016. Hasan ŞİMŞEK
MUSTAFA ERTAŞ’IN ÖZ GEÇMİŞİ:
Mustafa Ertaş, o zaman köy şimdi ilçe merkezi olan Sarıveliler merkezde 1933 yılında doğdu. İlkokulunu o zaman köy, şimdi kent olan ilçe merkezinde, Orta ve liseyi ( o zaman birlikte ) İvriz Köy Enstitüsü’nde 1956 yılında bitirdi. İlk şiirleri İvriz Öğretmen Okulu’nda yayınlanmış. İlk öğretmenlik yaptığı yer Karaman ilinin Avgan ( Gündoğdu ) köyüdür.
Karaman ili Yollarbaşı (İlisıra ) kasabasında okul Müdürü olarak görev yaparken kendisi gibi öğretmen olan Günay (Torcu) Ertaş ile evlenmiştir. Sevda ve M. Murat adında iki evlatları vardır.
M .Ertaş Çumra’nın Dinek beldesinde öğretmenliğe devam ederken Konya merkezde, Gazi Mustafa Kemal Paşa okuluna tayini çıkmış ve bu okulda kesintisiz 16 yıl öğretmenlik yapmıştır.
Ertaş, 1960-1962 yılında yedek subay olarak askerlik görevini yapar. 1975 yılında davetli olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gider, Dr. Fazıl Küçük ile tanışır. Oradaki izlenimlerini dönüşte yayınlar.
1982 yılında eşi ile birlikte Türk çocuklarına öğretmenlik yapmak amacı ile Almanya’nın Nürünberg şehrine giderler. Almanya’da eşi ve kendisi altı yıl kalır. Bu süreçte yazları Avrupa ülkelerini gezerek bilgi, görgü ve deneyimlerini artırırlar. Almanya’da kaldığı sürede Açık Öğretim Fakültesi edebiyat Bölümünü bitirir.
Çok sayıda makale ve şiirleri, Karaman ve Konya gazetelerinde ve ulusal basında yayınlanmıştır. Mustafa Ertaş’ı , Ertaş yapan yani ününü artıran “Tekerleğin Değmediği Yer “ adlı kitabıdır. Kitabın adı Taşeli Yöresi’nde bir slogan gibi zihinlere kazınmıştır.
1962 yılından beri Orta Toroslarda Yörükler, Türkmenler ve Karacaoğlan üzerinde bitmez tükenmez bir aşk ile çalışmaktadır. Toroslar’da Doğan Güneş, Karacaoğlan Torosların Gönül, Taşeli’nde Karacaoğlan,Karacaoğlan’ın iiznde Aşık Fil Ahmet, Güneşi ,Karacaoğlan Der ki, Aksakal Ümmü Sinan Hazretleri, Ahmet Onbaşı, Taşeli’nin merkezinde bulunan ilçeler haritası eski ve yeni isimleri ile.
Mesleki çalışmalarına ilişkin 20’nin üzerinde teşekkür, takdir v e plaket sahibidir. Tatlı dillidir, güzel konuşur, güzel şiir okur, dost canlısı bir kişilik yapısı vardır.
Mustafa Ertaş, Türk İlim Edebiyat Eser Sahipleri Birliği İLESAM üyesidir. 19 Şubat 2017 tarihinde de ERÇEV’in genel kurulunda ONUR Üyeliğine kabul edilmiştir.
06.03.2017. Hasan Şimşek
ERTAŞ HOCAYA BRAVO!
Ertaş Hoca’nın Yeşil Ermenek Gazetesi’ndeki köşesinde 13 Nisan 2005 tarihinde yayınlanan yazısının başlığı “TAŞELİ’NİN TUNAM TÜRKÜSÜ TRT TARAFINDAN NOTAYA ALINDI.” şeklinde çıktı. Yazının devamında “Kaza Kurşununa Uğradı Canım” diğer bir deyişle “ Tunam Ağlasın” türküsünün TRT tarafından nasıl repertuvara alındığının aşama aşama gelişmeleri ve öyküsü anlatılıyor.
Ertaş Hoca, “İlkbahar gelince Mut, Silifke, Bozyazı, Anamur, Gazipaşa ve Alanya yörükleri Taşeli’nde Barcın Yaylası’na göçerler.Yılın sekiz ayını yaylada geçirirler. Nerede ise Sarıveliler, Başyayla, Ermenek ve Gülnar ilçelerinin halkı bu yörükler ile iç içe yaşarlar. Şöyle ki,köylüler vadinin bir yüzünde, yörükler de öbür yüzünde yayla yaylarlar.Birbirleriyle kız alır kız verirler. Akrabalıkları vardır. “ diyerek yörüklerle yerleşik Taşeli halkının kültürünün harmanlaştığını vurgular.
Ertaş Hoca,
“Son Barcın Yaylası Güzeli’nin acıklı öyküsü ile dillerden düşmeyen duyguları büyüleyen halkımızın çok sevdiği yakımı türkü edip,söyledikleri Tuna ile Suna’ ya ait olan uzun havayı yalnız Taşeli ve çevresinin değil,Tüm Türkiye’mizin dinlemesini ve duymasını istedim.” diye yazar. Benim de çocukluğum o coğrafyada geçtiğinden ,bu yakımı (önemli bir olay üzerine yakılmış türkü) ne olduğunu bilmeden 13-14 yaşlarında bir ilk bahar ayında kendi yakımı sandığım Adillerli bir bayandan dinledim: O dönemde nöbetleşe dağda çobanlık yapardık. Henüz orta okula bile daha gitmemiştim. Büyük Karapınar’ın yaylasında Çetince denilen bir yer var. Tıpkı Ermenek’in kuzeyindeki dağlar gibi; kat kat,inişli çıkışlı çukurlar,tepeler ve boğazlarla dolu, toprağın az,taşların ve kayalıkların bol olduğu bir yer. İnlerin, mağaraların ,kaya katmanlarının,yer yer seki şeklinde tarlaya benzer mandalların sık mı sık olduğu köy merası diyebileceğimiz bir yöredeyim. . Çok geniş bir çanağın içi,bir tarafı güney ve doğusu bize yani Büyük Karapınar’a ait, diğer tarafı da batı ve kuzeyi Adiller’e ait dalgalı Toroslara özgü bir arazi parçası. İşte bu oldukça dalgalı arazi parçasının bir ucundan öbür ucuna doğru davar sürümü salmış gidiyorum. Arazideki yiyecek ot ve çalılar hayvanları besleyecek kadar bol olmadığından,hayvanlar karınlarını doyurabilmek için çok daha geniş alanlarda dolaşmak zorundalar. Oldukça engebeli bir arazi parçasının tepe noktalarından birinin üzerindeyim. Gözlerim sürüye,araziye ve karşı dağlara hâkim bir konumda,kendimi oldukça hür bir ortamda hissediyorum. Karşı dağların kaya katmanları arasında katır sırtında bir bayanın türkü söyleyerek İleriki Kuyucak Boğazı’na doğru gittiğini gördüm. Kendini kaybetmiş vaziyette olduğunu sanıyordum.. Yas içindeydi. Yakımını kocası için söylediğini düşündüm. Sözlerinden analaybildiğim kadarı ile kocasını birilerinin vurduğunu düşündüm. Yüreği yangındı,yangınlığını insanoğlunun üzülebileceği en etkin bir şekilde söyleyordu. Dağların ona verdiği güven ve serbestlik ortamı onun duygularını ifade etmesine ayrı bir zenginlik katıyordu. Bırakınız insanları, inleyen nağmesi dağları,taşları,kurtları ve kuşları etkileyecek güç ve kuvvette çıkıyordu,en azından bana öyle geliyordu. Yürümüyordu,katır sırtında gidiyordu. Bu nedenle sesi uyumlu çıkıyor ve insanı o coğrafi ortamda, goyaklarda kaya katmanları arasında çok daha fazla etkileyordu. Güzel sesinin karşı dağlarda yankılanması onun matemine ayrı bir zenginlik katıyordu. Katır sırtında giderek kocası için söyelendğini sandığım bu sesi ve yakımı hiç unutmadım. Aradan kırk beş yıl geçti. Bu olayı iki yıl önce İstanbul’da Sarıveliler’den Mustafa Uğurlu’nun Muhasebe Bürosu’nda bir anı olarak anlattım. Ve benim için çok etkileyici bir anı olduğunu söyledim. Fil Ahmet’in torunu Ahmet Uğurlu güldü ve senin dinlediğin yakım “TUNAM AĞLASIN” türküsü dedi. Bir iki dize söyleyince “Kaza Kurşununa Uğradı Canım” dizesiyle işi çözdüm. Yıllar önce katır sırtında dağların derinliklerinde kocası için ağıt yakan kadının kendine özgü türküsü sandığım yakım “TUNAM AĞLASIN” türküsüymüş. İşte Mustafa Ertaş’ın yıllardır derleyip toparladığı,
“Kaza kurşununa, uğradı canım,
El değmedik tenden, akıyor kanım,
Düğünüm mahşere,kalmıştır benim,
Beni alamayan, Tunam ağlasın.”
ile başlayan ve 33 dörtlükten oluşan bu yakımı öyküsünü Mustafa Ertaş,Taşeli’nde KARACA OĞLAN adlı kitabının 19.sayfasında şöyle anlatır:
“Zamanımızdan 70-80 yıl önce Barçın Yaylası’nın son seçilen Örnek İnsan’ı ( Yayla Güzeli) SUNA’dır.Sevdiği oğlanın adı da TUNA’ dır.
Zengin yörük ağasının oğlu Yayla Güzeli SUNA’ya deliler gibi tutulur. Yörük ağasının oğlu,kendisinin olması için sürüler,deve katarları,altınlar,akçalar teklif eder. Amma nafile. SUNA, TUNA’ yı sevdiğinden ağanın oğlunu reddeder. Bunun üzerine Suna’ yı Tuna’ ya yâr etmemek için hileli planlar hazırlar.
SUNA her gün kuşluk vakti eğriğe (sağım yeri) gelen koyunları sağmak için vadinin sağındaki taban yolundan gider gelir.
Günlerden bir gün yörük beyinin oğlu vadinin karşı yamacındaki duvarın üstünden geçerken,güya duvar aniden yıkılıvermiş olur,adam yere düşerken elindeki silâh patlar. Karşı vadide süt sağmaktan dönen yayla güzeli (örnek insan) SUNA’ yı kaza süsü vererek öldürür.
SUNA’ nın elindeki helkede bulunan süt,dökülerek,çiçekleri beyaza boyar. SUNA’ nın kanı da sütün üstüne TUNAM yazarak akar gider.
Bu olay tüm Barçın Yaylası’nda oturanları; Sarıveliler’i,Ermenek ve Başyayla’yı köyleriyle ve tüm aşiretleri yasa boğar. Bu üzücü olaydan sonra bir daha Yayla güzeli seçimi yapılmaz.
Bu acıklı olay üzerine yayla güzeli SUNA’ nın sevgilisi TUNA Sarıveliler İlçesi’nde medrese öğrenimi gören (şair) yakım yakan FİL AHMET’e gelir. Örnek insan (yayla güzeli) sevgilisi SUNA için yakım yakıvermesini ister. Fil Ahmet SUNA’dan TUNA’ya ve TUNA’dan SUNA’ya otuz üç adet dörtlükten oluşan yakımları söyler.” Bu yakımlar o zamandan bu zamana kadar Taşeli Yöresi’nde söylenir durur. İşte katır sırtında kocası için yas tutuğunu sandığım kadının söylediği de “TUNAM AĞLASIN” dan başka bir yakım olmadığını ta!...45 yıl sonra tesadüfen bir sohbet sonucu öğrenecektim.
“TUNAM AĞLASIN” türküsü, Mustafa ERTAŞ’ın uzun zaman harcayarak, araştırarak derlediği ve TRT’ye bestelenerek söylenmesi için gönderdiği bir yakımdır. Artık TRT tarafından notalara göre okunacak ve söylenecek. Yeri,kaynak kişisi ve derleyen; türküyü okuyan tarafından belirtilecek. Deyim yerinde ise Mustafa Ertaş’ın TRT’ye müracaatı ile “yakım” tescillendi ve TRT Müzik Dairesi Yayınları Türk Halk Müziği Repertuvarına 838 numara ile “TUNAM AĞLASIN” türküsü olarak kaydedildi. Artık “TUNAM AĞLASIN” TRT’ de uzun hava olarak okunurken yöre olarak,Karaman-Sarıveliler;Kaynak kişi:Ahmet (Fil Ahmet) Düzenli;Derleyen: Mustafa Ertaş; Notalayan: Ahmet Turan Şan olarak geçecek. Sayın Mustafa Ertaş Hocayı uzun soluklu bu çalışmasından dolayı tebrik ederim. Ermenek yöresi ilk defa bir türküyü ERTAŞ HOCA sayesinde TRT repertuvarına aldırmayı başardı. Bundan sonra yapılması gereken TRT tarafından notaya alınan bu türkünün yörede müzik öğretmenleri ve yöre sanatçıları tarafından doğru olarak okutulması ve okunmasıdır. Bu tür araştırmaların arkası geleceğini temenni ediyor ve Ertaş Hocayı içtenlikle bir defa daha kutluyorum.
27 Nisan 2005
Hasan ŞİMŞEK
DR. LÜTFİ DOĞAN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 21 Mart 2016 10:56
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2892
DR. LÜTFİ DOĞAN
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Yeşil Ermenek’in 02 Mart 2016 tarihli sayısında “ Diyanetimiz 92 Yaşında “ başlığı altında “Türkiye Diyanet işleri Başkanlığının kuruluşunun 92. Yıldönümü yurt genlinde olduğu gibi ilçemizde de çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
3 Mart Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş yıldönümü münasebeti ile bu yıl Ermenek’te de ilçe müftülüğümüz tarafından esnaflarımıza kamu kurum ve kuruluşlarına ziyaretlerde bulunularak Başkanlıklarının ( Başkanlığın olmalı ) ve müftülüğümüzün faaliyetleri hakkında bilgiler aktarıyorlar.” diye başlayan haberini okuduktan sonra zihnimde birden bire Dr. Lütfi DOĞAN -Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet Vakfı canlandı, beni 40-50 yıl öncesi zaman dilimine götürdü.
1970’li yıllarda TRT’de, dini yönden kutsal saydığımız günlerde ve aylarda Dr. Lütfi DOĞAN konuşma yapardı. Onun tane tane konuşması, sevecen yüzü, tatlı ve sıcacık sesi, ağzından tane tana dökülen kelimelerle izleyicileri kendine bağlardı. İnsanın ruhunu dinlendiren bir sohbeti olurdu. Bazı önemli günlerde özellikle bayramlarda o zaman tirajı 350-400 bin olan Milliyet gazetesinde de yazı yazardı. Kısa biyografisinde Ermenekli olduğu bizleri çok mutlu ederdi. Biz onu çok fazla bilmez ve tanımazdık. Onun çok değerli bir din alimi ve büyük bir üst düzey yönetici olduğunu çok sonra kavradık ve öğrendik.
Dr. Lütfi DOĞAN Kimdir?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Diyanet İşleri Başkanı olan Lütfi DOĞAN 1927 yılında Ermenek’in Güneyyurt (Gargara ) beldesinde doğdu. Babası subay ( Gazi emekli albay )olmasından dolayı ilk- okulu üçüncü sınıfa kadar Hozat ve Pertek’te okumuş. Bilahare İstanbul’a gelmişler, İlkokulu o zamanlar numara ile adlandırılan 3 numaralı Kadırga’daki ilkokulda tamamlamış olup , Ortaokulu da hemen yakınında Kumkapı Ortaokulu’nda okumuş, liseyi ise bugün de eğitim öğretim açısından bir numara olarak görülen İstanbul Lisesi’nden mezun olmuştur. Bu okulların üçü de birbirine yakın eski Eminönü/şimdi Fatih ilçesinin okullarıdır.
Dr. Lütfi DOĞAN, küçük yaşta Kur’an-ı Kerim ve Arapça dersleri ve ileri düzeyde din eğitimi dersleri almıştır. Orta öğretiminden sonra 1946 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Klasik Şark Dilleri ( Arapça, Farsça ) Bölüm’ünden mezun oldu. Fakültenin önerisi ile Suriye’ye, İslam Dini ve Arapça Eğitimi ve master yaplması için gönderilmiş, üç yıl Suriye’de eğitim görmüştür. Daha sonar Ankara İlahiyat Fakültesi’nde. Kelam asistanlığı yapmış, diğer taraftan da doktora çalışmasını sürdürmüş ve İlahiyat Fakültesinde uzun süre hocalık yapmıştır. Bilahare, Diyanet işleri Başkanlığında göreve başlamış, sırası ile Ankara Bölge Vaizliği, Ankara İl Müftülüğü, Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği görevinde bulunduktan sonra 1972 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına atandı. Bu görevini 1976 yılına kadar sürdürdü. 13 Mart 1975 yılında, bugün dev bir ekonomi güce sahip olan Türk Diyanet Vakfı’nı yardımcıları Dr. Tayyar Altıkulaç, Yakup Üstün ve Özlük İşleri Müdürü Ahmet Uzunoğlu ile birlikte kurdular. Vakfın kurcu başkanı ve kurcu üyesidir. Diyanet İşleri Başkanlığına destek amacı ile kurulan TDV, din hizmetlerin daha geniş kitleler ulaştırılması ve din hizmetlerinde görev alacak neslin yetiştirilmesinde bugüne kadar önemli görevler üstlenmiştir. Türk Diyanet Vakfı (TDV ) ülkemiz genelinde bugüne kadar 3 bin 421 cami, 25 ülkede de 100’ün üzerinde cami ve din eğitimi binası yaptırmıştır. Yine bir kültür abidesi olan 44 ciltlik İslam Ansiklopedisi TDV tarafından yazdırılıp neşredilmiştir.
Dr. Lütfi DOĞAN, Diyanet İşleri Başkanlığı sırasında Bolu ve Haseki Eğitim merkezlerinin açılması ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın kurulmasında öncülük etti. Ayrıca Acils Yardım Trafik Vakfı, Polis Vakfı, T:H:K. Vakfı , Körler Vakfı TESAV vakfı gibi onun üzerinde vakfın kurucu üyeliğini başkanlığını yapmıştır.
Türk Hacılarının, Hac görevlerini düzenli ve rahat gedip gelmelerini sağlamak amacıyla Hac Organizasyonunun kuruluşunda büyük emeği var.
Yayınlanmış birçok kitap, makale ve yazıları vardır. Birçok gazetelerde köşe yazarlığı yapmıştır. TRT ve diğer özel televizyonlarda, İslam dinimizi anlatan ve topluma ahlaki değerleri yüksek/güzel mesajlar vererek insanların İslam’ın güzel değerlerini öğrenmesi için çok çaba sarf edip çalışmıştır.
Diyanet işleri Başkanlığına bağlı personelin kadrolaşmasında, özlük haklarının sağlanmasında çok büyük çabaları oldu.
1977 senesinde, 16. Dönem Malatya Milletvekili olarak parlamentoya girmiş, kurulan iki kabinede de Din İşlerinden sorumlu Devlet Bakanlığı görevinde bulunmuştur. Aynur Hanımefendi ile evli olan Dr. Lütfi Doğan üç çocuk babası, Mustafa ( rahmetli), Ahmet adında iki oğlu ve Tuba adında bir kızı vardır.
Dr. Lütf DOĞAN, hayatı boyunca İslam dinin hizmetine çalışmış ve kendisini bu hizmete adamış bir din alimi olduğu kadar aynı zamanda Diyanet Teşkilatı’nın başında çok iyi bir yöneticilik örneği göstermiştir.
İşte Lütfi DOĞAN bu teşkilatın tepe noktasında görev yapmış bir Ermenekli. Beş yıl gibi kısa bir zamanda din görevlilerinin özlük haklarının sağlanmasında önemli çalışmaları olduğu gibi Diyanet Vakfı gibi ekonomik yönden dev bir müessesenin de kurucusu bir hemşehrimizdir.
Öyle sanıyorum ki onun adına kimliğini taşıdığı Ermenek’te ve doğduğu Güneyyurt’ta adının verildiği, bir okul, bir sokak ve bir cadde adı yoktur. Belediye başkanlarımıza ve meclis üyelerine duyurulur. Dr. Lütfi DOĞAN adı maddi olduğu kadar manevi değeri çok büyük bir isimdir. Adının verileceği sokak, cadde ve okulun bulunduğu belde ve kent, onun adı ile onurlanacaktır.
Ermenek Müftümüz Mehmet Seven’in hatta Başyayla ve Sarıveliler müftülerimizin bu yazıyı dikkate alarak teşkilatlarındaki din görevlilerine, ülkemize ve dinimize büyük hizmetleri olan Sayın Dr. Lütfi DOĞAN’ın özellikle Taşeli topraklarında tanıtılması bir vefa borcumuzdur. Sayın Lütfi Doğan Bey’e Allah’tan sağlıklı ömür diliyor, örnek bir din alim olduğu için de kendileri ile bir Taşeli çocuğu olarak gurur duyuyorum.
21.03. 2016
Hasan ŞİMŞEK
PROF. DR. AYŞE BAYSAL’IN ARDINDAN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 03 Ekim 2016 17:10
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2638
AYŞE BAYSAL’IN ARDINDAN
Hafızam beni yanıltmıyorsa Ayşe Baysal’ı 1961 yılının yazında Başdere Pazarı’nda tanıdım. Merak bu ya, sırf merakımı yenmek için ilk defa Başdere Pazarı’nı gidip görmek istemiştim, bizim köye iki saat mesafede bir yerdi, doğal olarak dağ yollarından yürüyerek gitmiştim. Varınca pazarın çok kalabalık olduğunu gördüm. Herkes yöresel ürünlerini pazara getirip satmaya çalışıyordu. Bir ağustos günü olmalıydı, kar hoşafı yapıp satan satıcı benim en çok dikkatimi çekmişti, çevresinde insanlar sürekli cam bardaklarda buz gibi pekmez-kar karışım hoşafı serinleme adına içiyorlardı. Kar hoşafı satan kişiyi izlerken biraz ilerde bir hareketlilik gördüm. Sonradan öğretmenler olduğunu anladığım bir grup içinde modern giyimli, başı açık döpiyes giyimli genç bir bayan gördüm. Bayanı 30-40 cm yüksekliğinde bir taşın üzerine çıkarılmış, oradaki kalabalığa bir şeyler anlatıyordu. Anlattığı boş şeyler değildi, öğüt verici ve aydınlatıcı bilgilerdi. Sonradan öğrendiğime göre ABD’den yeni dönmüştü. O yıllarda devlet imkânı ile yurt dışına özellikle ABD’ye devlet bursu ile eğitim amaçlı gitmek ve ülkeye dönünce oradaki izlenimlerini anlatmak çok hoş anılar olsa gerek.
Ayşe Baysal İvriz Öğretmen Okulunu başarı ile bitirince Ankara Kız Teknik Yüksek Okuluna girer ve orayı da birincilikle bitirir. Tarım Bakanlığı’nda çalıştığı yıllarda bilgi ve görgüsünü artırmak için ABD’ye gönderilir. Yüksek Lisansını ve doktorasını orada tamamlayarak ülkemize beslenme uzmanı olarak döner. Hıfzıssıhha’da beslenme uzmanı olarak çalışırken Hacettepe Üniversitesi’de ders vermeye başlar. Bilhare bu üniversitede 1968 yılında Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı , 1970’te doçent, 1976’da profesör olur.
1980’li yıllarda Devlet Mahsuller Ofisi’nin silolarında üreticilerden satın alınan mercimekler bitirilmeyince, tüketim amaçlı bir tanıtım kampanyasına girilir. Mercimeğin protein yönünden çok zengin olduğun yenilmesi gerektiğini o zaman tek kanal olan TRT’den anlatan kişi Prof. Dr. Ayşe Baysal’dı. Sayıca çok program yaptığından, mercimekten çeşit çeşit yemekler yapılarak çok yararlı bir besin olduğunu anlattığından kamuoyu ona “Mercimek Profesörü “ demeye başlamıştı. Silolarda yığılan mercimeğin tüketciler tarafından eritilmesinde bilimsel katkısı oaln Ayşe Baysal,”Yeterli ve dengeli beslenme” kavramının yerleşmesine öncülük eden bir bilim kadınıdır.
- (şimdi Sarıveliler )İlçesi’nin Uğurlu köyünde 1927 yılında doğan Ayşe Baysal 13 Ağustos 2016 yılında Ankara’da hakkın rahmetine kavuştu.
Çanakkale gazilerinden Osman Baysal’ın kızı olan Ayşe Baysal, köy işlerinde çalışamaz, sıska, cılız, işe yaramaz düşüncesi ile İvriz Öğretmen Okulu’na gönderilmiş, bilahare Hacettepe Üniversitesi’ne girmiş ve Gıda Teknolojileri Bölümünde Prof. Dr. Ayşe Baysal olarak emekli olmuştu.
Taşeli köylerinin birinden bir köy kızı olarak, tüm bağnazlıkları yenerek, kendinden sonra gelen kız öğrenciler örnek olan Ayşe Baysal’ın kadınlarımızın öz güven kazanmasında bir model olduğu inkâr edilemeyecek kadar gözle görülür bir gerçektir. Okumak isteyen Taşeli kızları için altın değerinde bir örnek olduğunu abartısız doğrudur diye düşünüyorum. Ülkemizde “yeterli ve dengeli beslenme”nin öncülüğünü yapan ve binlerce öğrenci yetiştiren Ayşe Baysal’a Allah’tan tan rahmet dilerim. Mekânı cennet olsun!
14.08.2016. Hasan ŞİMŞEK
DR. MEHMET SÖNMEZ
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Çarşamba, 16 Mart 2016 18:14
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 4035
DOKTOR MEHMET SÖNMEZ
( 1918- 2008 )
Dr. Mehmet Sönmez’i 18 Mart 2008 Salı günü saat 01.45’te Ankara’da kaybettik. Bugün ölümünün yedinci yıl dönümüdür. Kendisini rahmetle anarken ruhunun şâd olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederim. Dr. Mehmet Sönmez ile ilgili yazılarımda ve sohbetlerimde hep Mehmet Bey demeyi tercih etmişimdir. Dr. Mehmet Sönmez adı bana her zaman çok resmi ve soyut geldi. Mehmet Bey adı ise cana yakın, içten, sıcak bir hava veriyor gibi geliyor bana. Doktorluğu ile particiliği ile avcılığı ile hocalığı ile ve beyefendi bir yaşam tarzı ile 1965 yılının öncesi Ermenek’te hep o vardı. Ben onu Ermenek Orta Okuluna gelmeden önce köyümüze ( Büyükkarapınar’a) doktor olarak ve siyasetçi olarak gelip giderken tanıdım. Daha sonra bir dönem ortaokulda Türkçe derslerimize girdi. Kendisinden Türkçe öğrenmemizin yanında insanı değerler açısından şahsen çok şeyler öğrendim. Her ne kadar aileden demokrat bir ailenin çocuğu da olsam, sosyal hayatta yaptığı işleri ve insanî değerleri verdiği öncelik nedeni ile onu hep hayranlıkla izledim. 1963 yılının Haziranında Ermenek Orta Okulunu bitirince Ermenek’ten tamamen koptum, eğitimi yapmak için gurbet ellere düştük. O yıllarda ( 1963) Mehmet Bey de Ankara’ya göçmüş.2003 yılına gelinceye kadar Mehmet Bey’i hep uzaktan İstanbul’dan izledim. Her Ankara’ya varışımda onu görmek ve konuşmak arzusu hep içimden geçti ama kısmet olmadı. Hep onu içimde yaşadım. Niçin yaşadım? İnsanlara insanca değer verdiğinden, özverili bir doktor olduğundan, toplum çıkarlarını kişisel çıkarlardan üstün tuttuğundan, her alanda örnek bir insan olduğundan Mehmet Bey’i hep sevdim ve saydım. Bu nedenle Taşeli Coğrafyasında yaptığı özverili çalışmaları unutulmaya başladığı bir dönemde onu yazmaya ve eskilere hatırlatmaya, gençlerimize de tanıtmayı vicdanî bir görev saydım. Tam 95 soru ile Mehmet Bey Yaşadığı dönemin Ermenek’ini, kendini, yaptıklarını ve Ermenek’e verdiği hizmetleri anlattı. Sorduğum soruların hiçbirini atlamadı, yanıtlarını yazılı olarak gönderdi. Soruların yanıtlanmasında ve derlenip toparlanmasında rahmetli Turan Servi ağabeyimizin büyük katkıları oldu. Bu vesile ile onu da rahmetle anıyorum. Yeşil Ermenek gazetesinin sahibi Mustafa Şenol Bey sağ olsun gazetede hiçbir kısıntıya yer vermeden hazırlamış olduğumuz yazıyı neşretti. Bu vesile ile Dr. Mehmet Bey’in hizmetlerini 50 yaşının üstünde olan Ermeneklilere hafızalarında tazeledik, yeni kuşaklara da tanıtmış olduk. Yazı serisini hazırlarken ileri yaşta olan İstanbul’daki Ermeneklilere Dr. Mehmet Bey’i tanıyıp tanımadıklarını sorduğumda hepsi onun iyiliklerinden ve özverili çalışmalarından bahsetti. Onu tanıyan hiçbir Ermenekli olumsuz bir ifade kullanmadı. Hatırlatmakta fayda var: 1940’lı ve 50’lı yıllar Ermenek ve köylerinde her evde en az bir, hatta iki üç hastanın olduğu yıllar… Doktor yok, ilaç yok, hasta çok. Böyle yokluk ve kıtlık içindeki bir dönemde Mehmet Bey l943 yılında Ermenek’te göreve başlar. Yol yok, insanı ve doktoru taşıyacak motorlu araç yok. Yokluklar ve imkânsızlıklar diyarında (Taşeli’nde) yaşamının büyük bir kısmını, mesleki bilgisini insanlara hizmet ederek geçirir. O, doktorluk bilgi ve kariyerini hiçbir zaman para için kullanmadı. Hastalarını hep gözetledi. Bakırköy Sadık Konuk Devlet Hastanesi Eski Başhekimi Opr. Dr. Zühtü Susanlı’ya göre parayla arası pek iyi değildi. “Mehmet Ağabey’in para ile arasında mesafe var.” derdi.
Ermenek Orta Okulundan bizim gibi öğrencisi olan İstanbul Üniversitesi Eski Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü olan değerli bilim adamı Prof. Dr. Kemal Yavuz da Dr. Mehmet Bey’i “Türkçeyi bize öğreten adam.” olarak niteler.
Ermenek’teki can dostu ve av arkadaşlarından olan rahmetli İlhan Gür, onun av arkadaşlığında da toplumsal değerleri önemsediğini ve gözettiğini vurgular.
1963 yılında Ermenek’ten ayrıldığımda ben ortaokulu yeni bitirmiş bir öğrenci, Dr. Mehmet Bey de Ermenek Coğrafyası’nda 45 yaşlarında kelli felli bir doktordu. 2001 yılında 38 yıl sonra Ankara’da Ermenekliler gecesinde onu tanıyamadım, Dr. Mehmet Bey olduğunu yanımdaki arkadaşlardan öğrendim. İncelip zayıflayacağını, yaşlılığın insanı fiziki olarak değiştireceğini düşünememiştim. Hep hayalimde 38 yıl önce Ermenek’te bıraktığım Dr. Mehmet Bey vardı. Yılların insanları nasıl yıpratıp örselediğini ancak resimlere bakınca görüp anlayabiliyoruz.
Kendilerini en son olarak 2007 yılında Dil Bayramı Etkinlikleri nedeni ile gittiğimiz Ermenek’teki evinde ziyaret etmiştik. Bize Selçuklu Otel’in müdürü değerli kardeşimiz Ata Gür kılavuzluk etti. Kendisiyle bir saati geçen doyumsuz bir sohbet yaptık.
Dr. Mehmet Bey şimdi Ankara’da yatıyor. Torosların Beyi’ni neden Torosların bağrında güneye bakan bir yamaca koymadılar,anlayabilmiş değilim!...onu tanıyan bütün Ermenekliler mezarının Ermenek’te olmasını istiyorlar. Yakınları bu kararı bir daha derinlemesine düşünmelidir.
Ömrünün son yıllarında, Ermenek Barajı Şantiye Müdürü Ümit Arslan Kobal ile baba oğul ilişkisinden öte çok içten bir arkadaşlık ilişkisi yaşamıştır. Ümit Bey, onu tanıdığından dolayı çok mutlu olduğunu ifade eder. Ümit Bey, her yıl Ermenek’teki evinde, ona olan sevgi ve saygısından dolayı devreyi senesinde Mehmet Bey için mevlit okutur. Ümit Bey’e teşekkür ederken rahmetli Mehmet Bey’e de “ Mekânı Cennet olsun!” deriz.
Bu vesile ile başta Dr. Mehmet Bey olmak üzere bizim insanlarımıza hizmet eden ve bu dünyadan göçüp giden bütün fanilerimizi rahmetle anarım.
16.03.2015
Hasan ŞİMŞEK
DOKTOR MEHMET SÖNMEZ ( 1918- 2015 )
Doktor Mehmet Bey’i iki yıl önce 18 Mart Salı günü kaybettik. O değerli insanı ölümünün ikinci yıl dönümünde hatırlayarak analım dedik. O şimdi Ankara’da dostlarının çoğundan ayrı bir mekânda tek başına yatıyor. Bana göre sanki ayrı bir dünyada hemşerilerinden ve komşularından sevdiklerinden, keklik ve su seslerinden çok uzakta bir yerde yatıyor. Çok az ziyaretçisi olduğunu düşünüyorum. Ermenek’te olsa idi, komşusu, akrabası, tanıdık tanımadık herkes ona mezarda yatarken bile saygı ve sevgi duyacak, hatırlayacak, öneminden ve yaptığı özverilerden söz edecekti. Yüreğimle inanıyorum ki bu sevgi ve saygıdan Ankara’da mahrum. Bu mahrumiyeti az da olsa gidermek için onu seven ve sayanlara ölüm yıl dönümünde hatırlatma kabilinden bu yazıyı kaleme aldım.
O, askerde ilk yardım dersi görüp de iğne yapmasını bilen insanların doktorluk yaptığı yıllarda doktorluğa başladı. Ben hasta olup da Mehmet Bey’e hiç muayene olmadım. Onun doktorluk yanı beni çok fazla etkilemedi. Gerçi çok zor şartlarda ve paranın olmadığı dönemlerde fakir Taşeli Yöresi halkına sağlık yönünden çok hizmet verdi. Opr. Dr. Zühtü Susanlı, Dr. Mehmet Bey’in hastaları ile olan ilişkisinde paranın hep ikinci planda olduğunu söyler ve onu örnek bir meslek büyüğü olarak anar.
Doktor Mehmet Bey’in politikacı tarafı da beni çok fazla ilgilendirmedi. Çünkü babam “Benim eşeğim dahi Demirgırat’tır. “ diyordu. Demek ki onun politika yaptığı yıllarda ben Demokrat Partili bir ailenin çocuğu olarak varım.
Beni etkileyen en önemli yanı Mehmet Bey’in insani değerlere önem vermesi ve bireyin ön plana çıkması için çaba sarf etmesidir. Onun için birey, önemsenen, kıymet verilen, varlığı hiçe sayılmayan, toplumda rol alan bir değerdir. Ben ve arkadaşlarım, Ermenek Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmeni Dr. Mehmet Bey’den bunu öğrendim. Daha sonraki yıllar da ilkelerinden asla ödün vermeyen bir kişilik olarak Mehmet Bey’i tanıdım.
O, bir Türk aydınının toplum üzerindeki rolünü en iyi şekilde temsil etmiş, asla küçük çıkar hesaplarının peşine düşmemiş saygın birisi idi. 1960’lı yıllardan önce yetişen Ermenekliler onun yöreye hangi şartlarda sağlık hizmeti verdiğini çok iyi bilirler.
Kendisi yöremize yalnız sağlık yönü ile değil, her yönü ile hizmet etmiş koca bir doktordu. Siyasete girmemiş olsaydı, siyasete girmesi için yakın çevre baskısı olmasaydı. O Ermenek’te büyük olduğu kadar tüm Türkiye’de de büyük ama çok büyük bir adam olabileceğini hep düşündüm. Ruhu şad olsun.
12.03.2010
Hasan ŞİMŞEK
DR. MEHMET SÖNMEZ’DEN İNSANLIK DERSLERİ
Bu hafta Dr. Mehmet Sönmez Bey’in ölümünün beşinci yıl dönümü. O, 18 Mart 2008’de hayata veda etti. Doğum yılı kanın gövdeyi götürdüğü savaşların yapıldığı yüz binlerce insanlarımızın cephede ve cephe gerisinde öldüğü yılların sonuncusu 1918’dir. Yazıma girmeden önce başta Çanakkale’de ve diğer cephelerde şeti düşen vatan evlatlarını rahmetle anar, gazilerimize sağlık dileyerek yazımıza baxşlayalım.
Dr. Mehmet Bey’e hiç muayene olmadım. Hep uzaktan tanıdım. Ta… ki orta son sınıfta Türkçe öğretmenimiz olana kadar.
Dr. Mehmet Bey’i tanımayanlar için biraz onu tanıtalım: O Ermenek’te Hacı Sofulardan herkesin gıpta ile baktığı zengin bir aile içinden çıkmış ünlü bir doktordu. Uzun boylu, iri kıyım yaklaşık 110-120 Kg olan oldukça yakışıklı bir adamdı. İstanbul Tıp Fakültesini birincilikle bitirip 1950’den önce Ermenek’e döndüğünde daha o motorlu araçlar Ermenek’e gelmemişti. Uzun yıllar Taşeli’nin tek serbest doktoru olarak halkımıza hizmet etti.
Şimdi böyle bir girişten sonra Mehmet Bey’den aldığımız insanlık derslerine bir bakalım: Orta son sınıftayım, öğleden sonraki bir zaman, sınıfımız gürültü yapıyor. Mehmet Bey yan sınıfta ders işliyor. Ders işlerken rahatsız olacaklar ki bizi uyardı ve gürültü yapanları yaz ve bana getir dedi. Aradan 10-15 dakika geçti yine sınıfımızdan yüksek sesler ve konuşmalar, patırtı gürültüler başladı. Oldukça fazla bir gürültü idi ki Dr. Mehmet Bey bizi uyarmak için tekrar bizim sınıfa öğrenci göndererek beni çağırttı ve gürültü yapanların kimler olduğunu sordu. Ben de elimdeki ince ve dar kâğıda yazmış olduğum isimleri numaraları ile okuyarak “ Gürültü yapanlar bu çocuklar dedim. Önce beni uyardı ve “bu çocuklar demektense, bu arkadaşlar demek” daha uygun olur şeklinde ciddi bir ikazda bulundu. . Beni ve sınıftaki arkadaşları uyararak dersine döndü. Zamanla düşündüm ki insanın arkadaşalarına bunlar demesi ne kadar aşağılayıcı kaba bir ifade…
İkinci olay, 1950 seçimleri öncesi Başdere Pazarı’nda geçer. 1950-60’lı yıllarda o Pazar Zeyve Pazarı gibi ünlü bir pazardı. Taşkent, Hadim, Ermenek, Gazipaşa ve Alanya’dan mal satmak ve almak için o dönemin tüccarlar satacakları malları katırlarının sırtlarına yükleyerek pazara gelirlerdi.
Doktorun ilk görücüye çıktığı ( seçim propagandasına ) yıllardır. O CHP’nin İsmet Paşa tarafından kontenjandan ilk sıraya koyduğu bir milletvekili adayıdır. Kendisi Aile Hekimi olarak Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde ( Daha aile hekimliği o zaman var, ama sonradan bir türlü uygulanıp hayat geçirilememiş.) çalışmaktadır. İsmet Paşa’nın emri ile göreve çağrılır ve milletvekili adayı olarak meydanlarda konuşmaya başlayacaktır. İlk gittiği yer de ünlü Başdere Pazarı’dır. Pazarda yüksek bir yer bulur konuşmaya başlar, hararetli bir konuşmadır, konuşmanın ortasında birisi belinden yukarısını soyarak beyim şu sırtıma bak! Her tarafı taş çekmekten (nasırlaşmış yara bere ) yağır oldu. diye bağırır. O dönemlerde belden yukarısı çıplak soyunup dökülmek büyük olay daha deniz plaj milaj yok. Doktor alışkın olmadığı bu davranış karşısında büyük bir şaşkınlık yaşar , kendini toparladıktan sonra konuşmasına devam eder. Bağıran kişi Sarıveliler’den Kaba Kerimi’dir. Olayın özeti şu: Türkiye ikinci Dünya Harbi’nin en yoğun günlerinde bir taraftan cephelerde askerlerini tutup savaşa hazırlanırken diğer taraftan da çok ciddi bir eğitim seferberliği içinde idi. 1940’lı yılların başları Türkiye’de okullaşmanın ve eğitimin yaygınlaşmasının en hızlı dönemleri idi. Biz o dönemlerde yapılan okullarda ve yetiştirilen öğretmenlerde okuduk. Hepsin rahmetle anıyorum. Yokluk içinde verilen bir aydınlanma mücadelesi bu mücadeleyi bugün anlaycak AKP’li ve CHP’li yiğit çok az. Ancak olayları yüreği ile siyasetten arındırılmış bir gözle okursanız o dönemi anlayabilirsiniz. Üç beş oy için çekilen eziyetleri ve emekleri beyhude saymak ne kadar vatanperverlik anlayışı içinde olur, ancak ilerideki zamanlarda halkımız anlayacaktır. Neyse dönelim konumuza: 1942-43 yıllarında devlet köylülere kendi okulunuzu yapın ben size öğretmen ve diğer konularda destek olacağım der. O zaman binalar insan gücü ile yapılır. Taş duvarlarla örülen okullara lazım olan taş,ağaç, sırtlarda taşınıyor, kireç köylüler tarafından söndürülüp yapılır. Kısaca köylüler okullarını angarya usulü ile kıt imkânlarla yaparlar. Duvar ören ustaya kalifiye olmayanlar da taş getirip taşıyacaktır. Kaba Kerim de bunlardan biridir. Sırtında taş çeke çeke sırtı yağırlaşmış ve tepkisin Dr. Mehmet Bey’e bu şekilde göstermiştir. Aradan zaman geçer Kaba Kerim’in hanımı hastalanır ve yaya 8 saat yürüyerek ulaşacağı Ermenek’e doktora götürür. Ermenek’te tek bir doktor vardır o da Doktor Mehmet Bey’dir. Doktor gelen hastalar içinde Kaba Kerim’i tanır. Diğer hastalardan izin alarak ilk sıralarda onu muayene eder. Hastalığı o zamanlarda yaygın olarak bilinen bir hastalıktır. Doktor hastaya reçetesini yazar ve Kaba Kerim’e bir perhiz listesi sunar. Kaba Kerim bu nedir diye doktora sorar. Doktor bunun perhiz listesi olduğunu ve harfiyen kullanılması gerektiğini söyler. Kaba Kerim kendisinin okuma yazma bilmediğini ama ne yapması gerekirse sözlü ifade etmesini doktordan rica eder. Doktor ona der ki:
Kerim Ağa, senin baban okul yapılırken sırtında taş çekmiş olsa idi, sen okuma yazma bilecektin der. Doktor açıklamasını yapar ve Kaba Kerim’den vizite ücreti de almaz ve erkenden köyüne yolcu eder. (2 ) 18. Mart 2013. Hasan ŞİMŞEK
_________________________________________________
1) Ermenek’e doktora ve mahkemeye gelmek için köyün uzaklığına göre gecenin 01.00-02.00’sinde yola çıkılır, öğleye kadar işler bitirilir. Akşamın köründe de köylerine ulaşılırdı. İşin önemini bilen hâkimler ve doktorlar uzak yoldan gelen köylülere zamanında dönebilsinler diye öncelik tanırlardı. ( Hâkim Sami Soylu ve Dr. Mehmet Sönmez bunların başlıcalarıdır. )
2) Dr.Mehmet Sönmez’i yüze yakın soru sorarak hayatın yazdım ve Yeşil Ermenek gazetesinde yayınlandı. Dr. Mehmet Bey’i yazmamda rahmetli Turan Servi’nin çok büyük katkıları oldu. Şimdi ikisin de rahmetle anarım. Ruhları şad olsun.