ERMENEK İZLENİMLERİ 1
- Detaylar
- Kategori: Köşe Yazılarım
- Yayın tarihi: Pazar, 30 Temmuz 2023 19:41
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 494
ERMENEK İZLENİMLERİ-1
“2018 Ağustos başında yapılan “Uluslararası Geçmişten Günümüze Ermenek ve Çevresi Sempozyumu “ etkinliğinden beri Ermenek’e gitme imkânım olmamıştı. Beş yıl aradan sonra bir Kurban Bayramı ve “kiraz mevsimi”nde 1 -3 Temmuz 2023 tarihleri arasında kardeşim Emin ve kızım Özlem ile birlikte yöremize gitme ve ata yadigarı toprakları tekrara dolaşma ve büyüklerimizin mezarlarını ziyaret etme imkânına kavuştum.
İstanbul’dan trenle geldiğim Konya’da akşamüstü Selçuklu ilçesinde belli başlı parkları ve genel panoramik yerleri gezdikten sonra, kardeşimde bir gece kalıp yorgunluk attıktan sonra sabahında kuvvetli bir kahvaltıdan sonra doğruca Alaeddin Sarayı ve Mevlana Müzesi ziyaretlerinden sonra Hadim- Taşkent üzerinden yola koyulduk. Yollar çok güzel, şüphesiz bu güzel ve yol yapımındaki gelişmişliği Sayın Davutoğlu ve Sayın Elvan’a borçlu olduğumuzu teslim etmemiz gerekir. EĞİTSE Viyadüğü güzel bir tasarım sonucu ortaya çıkmış üzerinden geçerken normal yol gibi viyadükten geçtiğini fark etmiyorsun, yolu normalinde on dakika kısaltmış. Öncesinde dik vadide iniş ve çıkışlar araçlar ve insanlar için çok zorluk yaratırken, yeni bir seçenekle büyük masraflarla çok daha geniş virajları yumuşatılarak yapılan geniş bir geçiş alanı/ yol birkaç yıl önce yapılmıştı. Bu yoldan vadi 10-11 dakikada çıkılabiliyordu. Çok geçmeden dört beş yıl sonra viyadük yapılınca yol 10 dakika kısaldı. Taşkent’e varınca çok kalabalık bir araç trafiği vardı. Plakalara bakınca çeşitlik arz ettiğini gördüm.
Taşkent de Ermenek gibi dağın dibine sıkışmış kalmış. Adına uyumlu sivri sivri sarp kayalar arasında, gürül gürül akan buz gibi suları, kayaların gölgeliği, yeni düzenlenen parkın içindeki insanların yol yorgunluğunu gidermesi, aralarda dolaşan cıvıl cıvıl çocuk sesleri görülmeye değer. Taşkent’ten sonraki rampa ve 1890 m yükseklikteki Belpınarı ‘nı aşınca dümdüz bir Gömüldürüm Alanı ve nihayet Barcın Yaylası ve Yörüklerin eski yazlık obaları yerine yeni yazlık evleri karşımıza çıkıyor.
63 yıl önce Başdere Pazarın’ndan –Taşkent’e yanımda köyümüzden değerli arkadaşım Mehmet Acemli ile bir macera yolculuğuna çıkmış ve yürüyerek Taşkent’e varmıştık. Bu gidişimde zaman darlığından Mehmet ile görüşemedik, inşallah kusura bakmaz. Tepe mezarlığı ziyaretinden sonra görüşürüz düşüncesi de nasip olmadı.
Sarıveliler- Başyala yol çatında ( Eski Yörük Pazarı) 40-50 yıl önce gezen develeri görürken şimdi yollarda vızır vızır geçen lüks arabaları görüyoruz. Bu sapaktan çıkınca yaklaşık inişli çıkışlı yolun tam ortasında Başyayla’nın tam tepesinde Kaşoluk denilen yerde Ermenek vadisinin tamamını görebiliyorsunuz. Buradaki çeşmenin suyu da oldukça soğuk, söğütlerin dibinde biraz dinlenme kendinize gelme imkânı bulabilirsiniz. Bir taraftan Ermenek Barajı’nın görkemli duruşunu izlerken hemen Başyayla’ın solunda dağın dibine yakın yerde Başyayla’nın yeni yapılan büyücek sulama göletini görebilirsiniz, Sanki Ermenek Barajı’’nın yavrusu gibi dağın dibinde sessizce hizmete hazır olarak duruyor algısı yaratıyor.
Kaşoluk’ta biraz soluklandıktan sonra, Başyayla’ya keskin ve kısa ama güzel yapımlı virajlarla iniyor, Ermenek yoluna değil, Üzümlü (Davadas) üzerinden Büyükkarapınar’a hareket ediyoruz. İnişli çıkışlı yollar derken Üzümlü ile Büyükkarapınar sınırı kesen sırta ve Büyükkarapınar vadisine hâkim olan tepeye Selme Beleni’ne varıyoruz.
Yol arkadaşlarıma (kardeşim Emin ve eşi kızım Özlem) arazinin örtüsünün eski hâlini ve şimdiki durumunu, çocukluğumda yaşadığım /yaptığım işleri anlatıyorum. 60 yıl önce bu derin vadide ekin ve avar ekilirdi. Şimdilerde arazinin tamamında kiraz ve elma bahçeleri var. Kısa bir durakalamadan sonra Mulduras denilen eskinden bir yıl boş kalan ikinci yıl ekin ekilen ama şimdi kiraz ve elma bahçesi olan bahçemize varıyoruz. Orada rahmetli babımın diktiği söğüdün dibinde ateş yakıp saçta köfte, etli tarhana vb. şeyleri pişirip yedikten, biraz da kiraz topladıktan sonra, yıkılıp yok olmuş obamızın enkazını da bir defa daha görerek köyümüze doğru yola koyulduk. Köyümüzde ve geçtiğimiz Bozyaka ve Üzümlü köylerinde eski kurak ve bozkır bitki örtüsünün yerini emek yoğun çalışılarak kazanılan meyve bahçeleri almış ve köylülerin sosyal yaşamında bir iyileşme sağladığı açık olarak görülse de OECD ülkelerine göre çok daha alt seviyelerde olduğu bir gerçektir.(devamı var) 05.07.2023 Hasan ŞİMŞEK
ATATÜRK SOYADININ ÖYKÜSÜ
- Detaylar
- Kategori: Köşe Yazılarım
- Yayın tarihi: Perşembe, 01 Ekim 2020 21:05
- Yazar: alidokur
- Gösterim: 1344
Atatürk Soyadı’nın Öyküsü
Gazi Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadının verilmesi hakkında farklı görüşler ve anlatışlar vardır.
1934 yılında çıkartılan 2525 sayılı kanunla her Türk vatandaşının bir soyadı alması zorunlu kılındı. Soyadı kanunu yasalaştıktan sonra, Gazi Mustafa Kemal’e de bir soyadı arayışına geçildi.
Bu hususta “Gazi’nin Sofrası”ndaki ve Cumhuriyet Halk Partisi Meclis grubunda Gazi’ye uygun bir soyadı bulmak için dil ve tarihçilerin de katılması ile toplantılar yapılmış ve bazı isimler önerilmiştir. Tespit edilen isimler arasında” Etel, Etil, Etealp, Korkut, Araz, Ulaş, Yazır, Çoğaş, Salır,Ergin Tokuş, Beşe…” vardır. Bu isimler Atatürk’e arz edilmiş ve Atatürk’ün “ bir de arkadaşlar, ne buyururlar, bakalım denilerek ikinci bir görüşmeye bırakılmıştır. Çankaya’da yapılan son toplantıda, CHP Genel Sekreteri Saffet Arıkan’ın bir yazısında kullandığı söylenilen “Türkata” , “Türkatası;” gibi iki ad da kendisine arz edilmiş fakat Atatürk’ün “ bir de arkadaşlar ne buyururlar, bakalım” demesi üzerine Konya Milletvekili Naim Hazım Onat Bey,”müsaade buyrulur mu paşam? diye söz istemiş, Atatürk de, “arkadaşlar lütfen hocamızı dinleyelim”, diyerek sözü Onat’a bırakmıştır.
Naim Hazım Bey, Türk Dil Kurumunda da çalışmış, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde dersler vermiş profesör unvanlı bir hocadır. Türkçeyi-Osmanlıcayı çok iyi bilen, her iki alanın gramerini ve sentaks kurallarını kavramış bir şahsiyettir. Naim Bey bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklar:
“Türkata, Türkatası, gerek yazılışta, gerek söylenişte, bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar biliyorsunuz tarihimizde bir “Atabey” sözü unvanı vardır. Anlamını da biliyorsunuz: Beyin, emirin, şehzadenin hatta hükümdarın, ilimde idarede, mürebbisi, müşaviri, hocası demek olan “ atabey” tarihe geçmiş resmi bir unvandır. Bu unvanı taşıyan çok Türk büyüğü vardır. Biz de Türk’e her alanda atalık etmiş Türklüğü kurtarmış, istiklaline kavuşturmuş olan büyük Gazimize”ATATÜRK” diyelim, bu soyadını verilim. Bu bana ve şivemize daha munis, daha uygun gibi geliyor.
Gazi, Naim Hazım Onat Bey’in açıklamasını daha uygun bulur ve ona teşekkür eder, böylece “Atatürk” soyadı huzurda bulunan dil ve bilim insanları tarafından oybirliği ile mutabık kalınmış ve Büyük Millet Meclisi Başkanlığına üç maddelik bir yasa teklifi verilerek yasallaştırılır. Cumhurresimiz Gazi Mustafa Kemal’e “ATATÜRK” soyadının verilmesi hakkındaki kanun metni şöyledir:
Madde 1. Kemal öz adlı (öz adı Kemal olan) Cumhurresimize “ATATÜRK” soyadı verilmiştir.
Madde 2. Bu kanın neşir tarihinden itibaren muteberdir.
Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.
Kanun TBMM’ nin 24 Kasım 1934 tarihli toplantısında oy birliği ile kabul edilmiş ve 2587 numara tespit olunmuştur. Bu kanun, usulü gereğince, 27 Kasım 1934 tarihli Resim Gazete ile de “neşir ve ilan “edilmiştir.
17 Aralık 1934’te bir kanun daha çıkarılarak, “Atatürk” soyadının önüne ve ardına başka adlar katmak suretiyle başkalarının kullanması da yasaklandı. 20.09.2020 Hasan ŞİMŞEK
Şevket Süreyya Aydemir, Tek adam, Cilt III, s. 466
TDV İslam Ansiklopedisi, 33. Cilt, 351-352
Kaynak kişi: Ali Kutlu
KARAMANLI SARI PAŞA ( 1881-1938 ), Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK-ADIM ADIM ÖLÜME YOLCULUĞU
- Detaylar
- Kategori: Köşe Yazılarım
- Yayın tarihi: Pazartesi, 11 Kasım 2019 08:39
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1743
KARAMANLI SARI PAŞA ( 1881-1938 ),
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK-ADIM ADIM ÖLÜME YOLCULUĞU
“Karamanlı Sarı Paşa”, hemşehrimiz tarihçi Ali GÜLER’in Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ hakkında yazdığı ve belgelerle kökünün/ailesinin Karaman’dan Balkanlara gittiğini ispatlayan ve Genel Kurmay tarafından teyit edilen kitabın adıdır. Ali Güler, kitapta Atatürk’ü Sarı Paşa olarak niteler. Biz yazımızda 10 Kasım münasebetiyle, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hastalığının son safhasından ANITKABİR’e olan yolculuğunu özetin özeti olarak okuyuculara şöyle bir hatırlatacağız.
Prof. Dr. Hamza Eroğlu’na göre, Mustafa Kemal ATATÜRK, çocukluk çağlarında sıtmanın dışında bilinen çocuk hastalıklarından başka bir hastalık geçirmemiş, 1911 yılında Kolağası ( kıdemli yüzbaşı )olarak Tarblusgarp’ta (Libya’da) İtalyanlarla savaş sırasında geçirdiği göz hastalığı, iyi bir tedavi görmesine rağmen gözünde hafif bir şaşılık bırakmıştı.(1)
1916 yılında Çanakkale muharebeleri sırasında bir akciğer iltihabı nedeniyle hastalanmış, ateşi yükselmiş görevini Fevzi Paşa’ya bırakarak İstanbul’a dönmüştür.
1918 yılında böbrek ağrılarından dolayı Viyana’da ve Karlsbad kaplıcalarında tedavi görmüş, Mütareke yıllarında İstanbul’da Şişli’de evinde bulunduğu sırada bir süre kulağından da rahatsızlaşmış.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Paşa böbreklerinden tekrar rahatsızlanmış Havza’da kaldığı sürece kaplıca kürlerinden yararlanmıştır.
1921 Ağustosunda Sakarya Meydan Muharebesi sırasında üç kaburga kemiğinin kırılmasına rağmen kısa bir tedaviden sonra Alagözköyü’ndeki karargâhında Sakarya Muharebesini yönetmiş ve orduyu zafere ulaştırmıştır.
Milli Mücadeleyi izleyen dönemlerde, gençliğinden beri alkollü içkilere düşkünlüğü,çok fazla sigara içişi,çok fazla çalışması 1923-1927 yıllarında kalp rahtsızlığı geçirmiş, tedavi bakım etkili olmuş ve birkaç ay sonra da sağlıklı bir görünümle 16 Mayıs 1919 tarihinden beri gitmediği İstanbul’a 1927’de gidebilmiştir.(2)
Amansız hastalığı 1937 yılı başlarında görülmüş. Atatürk’ün hastalığına ilk teşhisi koyan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger olmuştur. 1938 Ocak ayındaki siroz hastalığı teşhisini daha sonra tedavisin devamlı surette yapan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’te aynı teşhisi koymuş. Karaciğerin büyümüş ve sertleşmiş olması Atatürk’ü bir hayli halsiz ve yorgun düşürmüş, Yalova’daki kısa tedavi olumlu sonuç vermeye başlamış, genel durumda hissedilir bir iyileşme kendini göstermişti.
Hastalığının artması üzerine Fransa’dan meşhur karaciğer hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Fissinger (Fisenje) ‘yi Ankara’ya davet edilmiş. Fransız doktor, Prof Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr.Nihat Reşat Belger’in görüşlerine katılmış ve aynı tedaviye devam edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.
Hatay davasının büyük güçlükler göstermesi, hasta olmasına rağmen Mersin ve Adana’ya gitmesi, kızgın güneş altında saatlerce ayakta durarak Türk Ordusu’nu teftiş etmesi onu çok yorgun düşürmüştü. Hatay’ın bağımsızlığını kazandığını görmüş, Türkiye’ye ilhakını göremeden gitmiştir.
Atatürk’ün Savarona yatına geçmesi ile hastalığın ikinci safhası başlamış, ayaklarında hafif şişme , karnında su birikmesi sonucu şişme ve büyüme baş göstermiştir. Hastalık üçüncü safhaya intikal ettiğinde Almanya ve Avusturya’dan getirtilen uzmanlar da hastalığa çare bulamamıştır. Eylül 1938’de su alınması için yapılan müdahale Atatürk’ü ilk komaya sokmuş, son safhasında 36 saat süren bir komadan sonra gözünü açan Atatürk’ün son sorusu:
$1- “Saat kaç? demek olmuştur.
Doktoru Reşad Belger’e göre,”…ilmin emrettiği bütün tedbirlerin ve tedavilerin hiçbirini tatbikten geri kalmadık. Yapılabilecek her şeyi muntazaman yaptık. Ne çare ki hiçbiri etkili olmadı…büyük adam 10 Kasım günü sabahleyin saat dokuzu beş geçe derin bir dalgınlık içinde hayata gözlerini yumdu.” diyecektir.
Cenaze töreni ve sonrası, ANITKABİR’e yolculuk,
10 Kasım 1938’de yayınlanan resmi tebliği Atatürk’ün hayata veda ettiğini bütün acı ve burukluğu ile ilan etti. Ününe layık bir cenaze töreni yapılması için cenazenin bozulmadan korunması işlemini ( tahnit) Gülhane Patalojik Profesörü Dr. Lütfi Aksu ve arkadaşları yaptı.
İlan edilen cenaze törenine göre, tören İstanbul’da ve Ankara’da yapılacak, 16 Kasım -18 Kasım günleri İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün ilk defa halk temsilcilerini kabul ettiği salonda , büyük ölünün tabutu katafalka konularak vatandaşların, Atatürk’e son saygı görevi yerine getirilecekti.
19 Kasım 1938’de 12 general tarafından kaldırılarak top arabasına konulan tabut, Dolmabahçe Sarayı’ndan merasimle getirilecek ve tabut Sarayburnu’ndan Yavuz zırhlısına nakledilerek İzmit’e götürülecek, oradan da Trenle Ankara’ya gönderilecekti. Nitekim öyle oldu, cenaze töreni aksamadan uygulandı. Dolmabahçe’den Zafer Torpidosuna alınan tabut , biraz sonra yavuz Zırhlısına aktarılıyor ve oradan İzmit’e doğru yol alıyordu. 101 pare top atarak büyük ölüyü selemlayan Yavuz Zırhlısı İzmit’ten tabutu trene aktarmış ve 19 Kasım akşamı sat 20’de İzmit’ten hareket eden tren bütün yol boyunca, vatandaşların acı dolu gözyaşları ile karşılanmış ve uğurlanmıştır. İstanbul halkı 9 gün 9 gece onun tahnit edilmiş naaşı önünden hıçkıra hıçkıra geçmiştir. (3) Zekeriya Sertel, 19 Kasım günü Dolmabahçe’den Sarayburnu’ndaki Yavuz zırhlısına götürülen katafalta konulan tabutu izlemek için eşi ile birlikte çıktığı Yenicami minarelerinin birindeki şerefeden gözlemlerini şöyle anlatır(4): “Nihayet köprünün Karaköy uçundan cenaze alayı göründü. En önde elinde siyah şapkası ile başı açık yürüyen Celal Bayar, arkasındaki top arabasında Atatürk’ün tabutu. Hemen arkasında tekbir sesleri, matem havası çalan askeri mızıka öğrencileri, gençler ve bir karabulut hâlinde halk yığınları… Aşağıdan ilahi sesleri ve hıçkıırklar yükseilyordu. Bütün millet ağlıyordu.”
20 Kasım 1938’de saat 10’da tren Ankara garına girer,İstanbul’dan bu yana cenazeye Başbakan Celal Bayar eşlik eder, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumurbaşkanı seçilen İsmet İnönü ve beraberlerindekiler, büyük bir saygı ile cenazeyi Ankara Garı’nda karşılarlar.Sonra TBMM ‘ye nakledilen tabutun önünde bütün Ankaralılar göz yaşları ile son görevlerini yapar.
21 Kasım 1938, büyük cenaze töreni, tabutun TBMM’den alınması ile başlamış,Türk ve yabancı askeri birlikler arasından geçerek Etnografya Müzesi’nde hazırlanan geçici kabre yerleştirilmiştir. 22 Kasım 1938, bütün ülkede saat tam 16.00’da herkes olduğu yerde üç dakika kalarak Ulu Ata’mıza son saygı duruşunu yapmıştır.
Daha sonra Türk Milleti Ankara’da onun ölümsüz kişiliğine yakışır bir anıt mezar yaptırdı. 10 Kasım 1953’te Atatürk’ün naaşı, büyük bir törenle Etnografya Müzesi’nden alınarak Anıtkabir’e getirildi. Yurdun dört bir tarafından getirilen topraklar Atatürk’ün naaşının gömülü olduğu özel bölüme konuldu. Atatürk’ün hastalığı ile ilgili olarak Çankaya adlı kitabında Falih Rıfkı Atay şöyle diyecektir:
“O günlerde onun yanında ve ona:
$1- ‘Paşam, söz senin değil, artık benimdir.’
diyecek kişilikte bir doktorun bulunmaması hazin bir talihsizliktir.” diyerek teşhisin önemli belirtiler olmasına rağmen Reşat Belger öncesi, teşhisin geç konduğu ve yanlış tedavi uygulandığı şeklindedir.
Gösterdiği özveriden dolayı Türk Milleti Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e bağlılığını ve minnet duygularını sadece 10 Kasımda değil yıl içinde kutlanan milli bayramlarda ve sair günlerde ANITKABİR’i ziyaret ederek ona olan sevgisi ve minnet duygusunu göstermiş ve göstermeye her geçen yıl daha çok devam edecektir. 09.11.2019 hasan ŞİMŞEK
KAYNAKÇA: 1..Prof. Dr. Hamza Eroğlu , Türk İnkilap Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1982
2.Prof.Dr. Hamza Eroğlu, Türk inkılap Tarihi, s.510, MEB basımevi, İstanbul,1982
3.Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 3,
4.Şimşek, Hasan, Atatürk ve Basın, Yüksek Lisans Tezi. Basıma hazır.
ZÜBEYDE HANIMIN MEMLEKETİ
- Detaylar
- Kategori: Köşe Yazılarım
- Yayın tarihi: Perşembe, 01 Ekim 2020 21:02
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1401
ZÜBEYDE HANIMIN MEMLEKETİ
1923 yılından 1938 yılına kadar Mustafa Kemal ATATÜRK’ün çok yakınında bulunan Atatürk ile ilgili anılarını ÇANKAYA adlı kitabında toplayan Falih Rıfkı ATAY,
“Anılarım, gördüklerim ve işittiklerimdir. Gördüklerimin hepsi benden, işittiklerimin çoğu Atatürk’ün ağzından! “ diye başladığı anılarında, Mustafa Kemal Atatürk’ün annesinden şöyle bahseder:
Zübeyde Molla Selanik’e birkaç saat uzak Sarıyer adlı bir Yörük Köyü’ndendir. Mustafa Kemal ana tarafından Yörük’tür.
Tesalya’nın fethinden sonra Anadolu’dan göçmüş, 1810’da Vodina’da Sarıgöl bucağından Selanik’e gelip yerleşmiştir. (1)
Ali Güler’İn yazdığına göre, E.B. Şapolyo’nun kız kardeşi Makbule Hanım’a “babanız nerelidir?” sorusuna karşılık: “Babam yerli olarak Selaniklidir. Kendileri Yörük sülalesindendir. Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk’e Yörük nedir? diye sordum. Ağabeyim de bana ‘Yürüyen Türklerdir” dedi. Yine Şapolyo’nun Ruşen Eşref Ünayıdn’dan naklettiğine göre “Atatürk, çok kere benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türklerindendir derdi.”
Atatürk’ün baba soyu Konya/Karaamn’dan gelerek Manastır Vilayeti’nin Debre-i Bala Sancağı’na bağlı Kocacık’a yerleşti. Aile sonradan Selanik’e göç etti.” (2)
Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın babası hakkında, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’yi ve dedesi Kızıl Hafız Ahmet Bey’i de tanıyan ve doksan yaşında vefat eden aydın Milletvekili Tahsin San, şu bilgileri vermiştir.” Atatürk’ün validesi Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızıdır. Bunlar Selanik’te doğmuşlardır. Bu aile bundan 130 sene evvel Sarıgöl’den Selanik’e gelmişlerdir. Vodina kazasının batısında Sarıgöl on altı köyden ibaret olan bir nahiyedir. Makedonya ve Teselya’nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı Hükûmeti’nin sevk ve iskân ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık kıyafetlerini değiştirmemişlerdir.” (3)
Lord Kinross, Zübeyde Hanım’ı şöyle tanımlar:
“Zübeyde Hanım, Bulgar sınırının ötesindeki Slavlar kadar sarışındı; düzgün beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik’in batısında, Arnavutluğa doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk surlara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası Türklerin Makendonya’yı ve Teselya’yı almalarından sonra Anadolu’nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hâlâ Toros dağlarında özgür yaşamların sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. (4)
Atatürk’ün naaşının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakli sırasında, ATA’nın kabrine konulmak üzere o zaman bütün vilayetlerden toprak getirtilerek kabre konur. Bunun dışında Kıbrıs’tan, Selanik’ten ve Zübeyde Hanım’ın atalarının yaşadığı Ermenek’ten (5) de toprak gönderilir. Bu anlatımı yapan o zaman gençliği temsilen bir üniversite öğrencisi olan Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’dir. Bu anısını 8 Mart 2019 tarihli Gerçekler 2 başlığı adı altında SÖZCÜ gazetesindeki yazısında, yazar..Mustafa Ertaş da “Orta Torosların Yükselen Sesi “ kitabında Özden’e atıf yaparak “…güzel kumaş keseler içinde (Atatürk’ün Annesi) Zübeyde Hanım’ın memleketi olduğu söylenerek ERMENEK’ten gelen toprak ile Selanik ve Kıbrıs’tan gelen topraklar Ata’nını mezarına konuldu.(6)
Yekta Güngör Özden ile uzun müddet birlikte çalışan rahmetli Mehmet Çınarlı’nın çok yakınları ile bu konuyu konuşmakta ve derinleştirmekte yarar var kanısındayım.
Not: Çok değerli bir tarihçi olan hemşehrimiz Salih Cöhce’nin vefatını tessürle öğrenmiş bulunuyorum. Merhuma Allah’tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve bilim çevresine başınız sağ olusun derim. Ruhu şad olsun.29.09.2020 Hasan ŞİMŞEK
Kaynakça:
(1) Falih Rıfkı, Atay,Çankaya,s.18, Doğan Kardeş Yayınları,İSTANBUL
(2) Ali Güler, Karamanlı Sarı Paşa, .66, Karaman Belediyesi Kültür Yayınları
(3) Ali Güler, y. a.g.e.s 104
(4) Lord Kinross, s.25, Sander Yayınları, İstanbul,
(5) Yekta Güngor Özden, Sözcü gazetesi 8 Mart 2019 sayısı
(6) Mustafa Ertaş, Orta Toroslardan Yükselen Ses, s.54.
ERMENEK’TE SU SIKINTISI
- Detaylar
- Kategori: Köşe Yazılarım
- Yayın tarihi: Çarşamba, 22 Mayıs 2019 12:35
- Yazar: alidokur
- Gösterim: 2000
ERMENEK’TE SU SIKINTISI
Şaka maka değil, Ermenek’te ciddi anlamda içme ve sulama suyu sıkıntısı var. ( Bu yazıyı geçen yıl yazmıştım. Noktasına virgülüne dokunmadan yineden yayınlıyorum.)
Ermenek’te sular eskisi gibi artık çağlamıyor. Gürül gürül akan çeşmeler artık akmıyor aksa da çok az akıyor. Bize gelen bilgilere göre, Yedi Ülüklü Çeşme, Sipas Cami, Havuzlu, Makbağı, Sultanıbağ,Pil Pınarı ve Pancarcı Yukarı ve Aşağı arıklara su verilmediğinden dolayı gitmiyor. Maraspoli Mağarası’ndaki su doğrudan suyun menbaından eskilerin fabrika dedikleri Ermenek Elektrik Santrali’ne bağlanıyor. Verilen bilgiye göre Ermenek HES ( Hami Koçaş’ın HES’i ), Ermenek Belediyesi’nden yapılan açıklamaya göre “ Özelleştirme Yüksek Kurulunun 19 Aralık 2012 tarih ve 2012/188 sayılı kararı ile Elektrik Üretim A.Ş.’ye ait hidroelektrik santrallerden Ermenek Hidroelektrik Santrallerinin işletme hakkı 30 Nisan 2013 tarihinde imzalanan sözleşme ile 49 yıllığına Özbey Yatırım A.G.M.İ. Elektrik üretim A.Ş’ye devredilmiştir.” Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Özbey’in oğlu Fehmi Özbey olduğunu söylüyorlar.
Muhtelif kaynaklardan bize aktarılan bilgilere göre Özbey Yatırım A.G.M.İ Elektrik Üretim A.Ş. düzenlenen sözleşmeye göre 01 Nisan-01 Kasım arası 7 ay suyu kullanmayacak, su şehir içindeki bağ bahçelerde kullanılacak Fabrika Elektrik üretimi yapmayacak. Şimdi Ermeneklilere göre durum öyle değil, santral sahipleri sözleşmeye uymayıp Nisan , Mayıs ve peşi sıra gelen ayalarda da elektrik üretimi yaptıklarından Ermenek’te çeşmelerde, arıklarda, bağ ve bahçelerde ciddi anlamda sıkıntısı olduğu iddiasındalar. Dertlerini de kimseye anlatamıyorlarmış. Yetkili ve ilgili bütün devlet makamlarını aramışlar, soruna çözüm bulamamışlar. DSİ’den ya da Lütfi Bey’den bir telefon gelince suyu bir günlüğüne halka açıp tekrar elektrik üretimine geçtiklerinden yine su sıkıntısının başladığı ve böyle kısır bir döngü içinde olduklarını söylüyorlar.
On yıldır en azından on tane “ Taşeli Yöresi Su Kaynakları, Taşeli’nde Suyun Önemi , Muhtarların Dikkatine, Taşeli Suları ve HES’ler, Davutoğlu’nun Müjdesi , KOP ve Mavi Tünel…,… “ yazı yazdım.
HES’lerin yerel kaynaklara/derelere şartlar uygun su bırakmadığı ve köylüleri mağdur ettiği şikâyetleri her geçen yıllar artıyor. Yeni Yöneticilerin ve DSİ’nin bu konularda duyarlılık göstermesi ve doğal hayatın canlılığını koruması ve örtüsünün bozulmamasına dikkat edilmesi ülkemiz ve Göksu Havzası halkının yararına olacaktır. ( 0711.2016 )
Halkın, geçmişte sularına sahip çıkmaları için defalarca dikkatlerini çektim, uyardım. Ermenek olarak uyumuşsun kardeşim, ya da sizleri uyutmuşlar. Şimdi ne yapacağız, ya da ne yapacaksınız? Hiçbir şey yapamazsınız, yalnız bu elektrik santralin işletme hakkı satışa çıktığında Ermenek Halkının haberi oldu mu? Oldu ise sorun yok, başa gelen çekilir, katlanacağız. Halka haber verilmeden devri yapıldı ise şimdi iyi bir fırsat zincirleme sorumlu olanları sandığa, beddualarınızla da mezara gömeceksiniz.
Bu iki seçeneğin dışında üçüncü bir seçenek yasal mücadele vereceksiniz ve hukuki olarak hakkınızı arayacaksınız.
Sonuç olarak, Maraspoli Mağarası’ndan Ermenek’e gelen su, 49 yıllığına satılmıştır. Bu satım işleminden Ermenek halkının haberi yoktur.
Şimdi Ermenek’te ciddi anlamda bir su sıkıntısı var. Çeşmelere, sulama arıklarına su yeterli olarak verilmiyor. Sular başıboş kendiliğinden mecrasından akmıyor. Ermenek dağının altındaki göl/su Ermenek halkının haberi olmadan satılmış, ta suyun menbaına kadar boru döşenerek hortumla çekilircesine su Elektrik Santraline çekilmiştir. Ermenek susuzluğa doğru hızla gitmektedir. Ermenek sevdalıları, sivil toplum örgütleri, yağıcı boyaca takımları, bu konuda ne düşünüyorlar? Her şeyden önce AK Parti Yöneticileri bu konuda nasıl bir açıklama yapacaklar? Ermenek halkı mağdur, su sorununun yasalar çerçeve içinde süratle çözümünü bekliyor. 09.06.2018 Hasan ŞİMŞEK