ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE

 

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE ( 1 )

Geçen hafta “24 Kasım Öğretmenler Günü “ coşkuyla kutlandı. İşin ilginç yanı Anaokullarından- Üniversitelere kadar çalışan ve eğitime hizmet veren herkes bu günü benimsedi. Mecburiyet olmadan bir yıl önce okul müdürüm Yüksel Genç İstanbul ilinde 1 numaralı, ben Hasan Şimşek 2 numaralı üye olmuştuk. Bir yıl sonra mecburiyet hasıl olunca bizdeki sıra numaralarını da bozdular. Öğretmenler gününü kurumsallaştıran 12 Eylül 1980 İhtilali’nin yöneticileri  olan Kenan Evren ve arkadaşlarıdır.
Siyasi otoriteler de, 12 Eylül ürünü  % 10’luk seçim barajını ve YÖK’ü benimsediler ve bugüne kadar yaşattılar. Şikâyetçi oldukları hâlde ne seçim barajın alta düşürdüler, ne de YÖK’ ü kaldırdılar.
ANAP, beklenmedik bir şekilde sürpriz bir atak yaparak iktidara gelince,  mühendisi bir kişi olan Gazi Antep Milletvekili Vehbi Dinçerler’i Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı yaptılar. Sayın Bakan, öğretmenlerin durumunu anlamak ve onların düşüncelerini öğrenmek için İstanbul –Fatih’teki Darüşşafaka Lisesi’nde bir toplantı yapmıştı. Ben o toplantıya hazırlıklı gittim, elimde notlarım vardı ne söyleyeceğimi biliyordum. Benden önce bir öğretmen arkadaşım ve bir okul müdürü konuşmuştu. Sayın Bakan onları azarladı, benim önüme somut önerilerle gelin, küçük şeylerle zamanımızı geçirmeyelim diye bizleri uyardı. Yeni maaşlara zam yaptıklarından, öğretmenlere karşı oldukça bir güvenleri  vardı. Askeri yönetimden yeni sivil yönetime bir geçiş olsa da Milli Eğitim Müdürü Kemal Türen adında bir generaldi. Bize konuşmalarımızla ilgili güvence verdi. Ben hazırlıklı geldiğimi önerilerim olacağını söyledim ve söz aldım.
“Siz bizim maaşlarımıza zam yaptınız ama, ekmeğe, yola, sigaraya, yola yapılan zamlar bizim maaş farkımızı götürdü.”  Dedim. Günde kaç paket sigara içtiğimi sordu, iki paket diyemedim, bir buçuk paket dedim. Sesini çıkarmadı. Mühendis kafasıyla yaptığı hesapla bizi doğrulamış olmalı ki, söylediklerimin kritiğini yapmadı.
İkinci bir konu olarak ders kitaplarındaki bilgi ve yazım yanlışları üzerinde durdum. Bu konuda bir çalışma yapmıştım. Öğretmen arkadaşlar bilirler bizi bir eylülde seminer adı altında göreve çağırılar. On beş gün, bizim öyle bir okula boş gidişimiz olur.  İşte o ders yılının başında yani eylülünde ilkokul 1,2,3,4 ve 5.sınıfı Türkçe kitapları üzerinde ciddi bir inceleme yaptım. Yazdığım 30 sayfalık raporun bir kopyasını İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne teslim etmiştim.  İki üç ay zarfında bir geri dönüş olmamıştı. Sayın Bakan Dinçerler’e, ders kitaplarının yazılışına ve konu seçimlerine itina gösterilmediğini örnekleri ile anlattım. Rapor yaz gönder dedi. Yazdım ilçe milli eğitime teslim ettim diyemedim. Korktuğumdan değil, onların azar görmemesi adına bunu yaptım.
MEB’teki en büyük çarpıklıklardan biri eş durumu atamalarından kaynaklanıyordu. Öğretmen eşi İstanbul’da olan bir hanım ya da bey, özel sektörde çalışan başka bir ildeki eşinin naklini yaptıramıyordu.  Örneğin Ziraat Bankası dikkate alınıp geçerli oluyor, Yapı Kredi de çalışan atanamıyordu.
Yeni kayıt yaptıran gariban ya da düzgün insanların çocuklarına yabancı dili seçer iken okul yöneticileri tarafından Almanca ve Fransızcaya yönlendirilirken, uyanık velilerin çocukları yabancı dilde, İngilizce dersi seçimine olanak sağlanıyordu. Herkes istediği yabancı dili seçmeliydi.
Sayın Dinçerler, kitap yazma işine el attı, yayıncılar engelledilerse de, o ilk defa birinci hamur kâğıda renkli olarak “ TÜRKÇE “ kitaplarının baskısı yaptırarak kaliteli ders kitapları basımına öncülük etti.
Önerilerim ulusal basında önemli ölçüde yer aldı, çoğu MEB tarafından hayata geçirildi. Önemli olan böyle büyük toplantılara hazırlıklı gidilerek sistemdeki ve özlük haklarındaki engelleri giderici çözüm yolları sunmak olmalıdır. 
 
27 Eylül 2017 Hasan ŞİMŞEK 
 
 
 

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE ( 2)

 
 
 
 

Geçen yazımda ANAP Dönemi Milli Eğitim Bakanlarından Sayın Vehbi Dinçerler ile olan bir diyalogumu anlatmıştım. Bu yazımda da rahmetli Avni AKYOL ile olan diyalogumu ve anımı anlatacağım.

ANAP, ikinci döneminde MEB’e  eklenen  Gençlik ve Spor Bakanlığı bölümünü ayırdı. Bakanımız kendisi de bir Düzceli olan Düzce milletvekili Avni AKYOL olmuştu. Avni Akyol’u, Milli Saraylar Sempozyumu’ndaki çalışmalarından tanırım.  Sempozyumda önemli bir görevi  vardı, ANAP milletvekili değildi ama Semra Özal’a yakın bir sivil toplum örgütünde çalışıyordu. Sempozyumda “Sarayların İçte ve Dışta Tanıtılması “ başlığı altında Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve  150 civarında milletvekilinin huzurunda  bildiri sunmuştum. İyi çalışılmış bir konuşma idi, zaman zaman TBMM başkanı rahmetli Necdet KARADUMAN yazmış olduğum metindeki bilgileri basın mensupları ile paylaşıyor ve haber oluyordu. Bilindiği gibi saraylar milletin malı olduğundan doğrudan TBMM’ye bağlı idi. Ben saraylar ile ilgili Şale Köşkü’nde  bildirimi sunarken oturumu Avni AKYOL yönetiyordu. Zaman darlığı nedeni ile üç dakika bir zaman vermişti. Sonra bir dakika daha ilave ederek konuşmamı tamamlamıştım. Böyle bir açıklamadan sonra Bakan Avni AKYOL’un şimdi yıkılacak olan Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ndeki öğretmenlerle yaptığı toplantıya gelelim:

Sayın Bakan’ın keyfi  yerinde, hedeflediği noktaya ulaşmış Bakan olmuş, üstelik toplantı öncesi de maaşlara zam yapılmıştı. Bir önceki Sayın Bakan Dinçerler ile yapılan toplantıdaki  konuşmalarda deneyimli idim, ön sıralar geçtim söz almaya çalıştım. Yine benden önce iki üç kişi konuştu. Elimde kucak dolusu kitaplar, belgeler var, bunun haricinde şimdi tartışmalı olan ATATÜRKÇÜLÜK ( üç cilt ) kitabı da var. Zar zor söz aldım. Bana yerimde konuşmamı tembihledi, kabul etmedim, kürsüde konuşmam gerektiğini elimdeki malzemeleri orada rahat kullanabileceğimi söyledim. Yine onda bir hastalık olan zaman kısıtlaması vardı. Benim üç dakika konuşabileceğimi söyledi, pazarlıkta bunun üç beş dakikası geçmişti. Arkamda, sonradan Vefa Lisesi Müdürü olan Sakin Öner Arkadaşımız Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyordu. Ceketimin arkasından tutmuş ne olur konuşma diye engellemeye çalışıyordu. Sanıyordu ki biz İstanbul Milli Eğitimden şikâyetçi olacağız. Nihayet sahnede kürsüye dört dakika konuşa bilme  sözü ile çıkabildim. Her konuşma maddem, salondan büyük alkış alıyordu, analdım ki doğru yoldayım. Bir gazeteden buluğdum 1940 lı yıllarda bir öğretmenin aldığı maaş ile o dönem alabildiği Cumhuriyet altını ile toplantı günümüzdekini karşılaştırdım. Salon şok oldu, çok büyük fark vardı, çılgınca bir alkış koptu.  Esas benim orda vermek istediğim  mesaj programın güncellenmesi  talebi idi.

Türkiye nüfusunun köyden kente büyük bir akış olduğunu hepimiz biliyoruz. % 80-85 olan kırsal nüfus artık azalmış, kentlerde bu oran % 75’lere doğru çıkmıştı. Kentte oturan çocuğa köy yönetimini/köyün  ortak mallarının öğretmenin bin anlamı olmadığını “Apartman Yönetimi” adı altında bir ünite koyulmasının zorunlu olduğunu, gerekirse üniteyi yazabileceğimi sayın bakana ilettiğimde, ciddi ciddi diğer önerilerle birlikte not aldı. Ertesi günü yine ulusal basında büyük haber olmuştuk. Arkadaşlar not tutmuş, 4 dakika süre sınırlaması ile  kürsüye çıktık, 17 dakika kalmışım, diğer arkadaşlar konuşsun diye kürsüyü ben terk ettim. Sonuç olarak şunu diyebiliriz. Önemli bir toplantıda konuşma yapmak istiyorsak, hazırlıklı ve gündeme uygun çalışma yaparak gitmeliyiz. 

27 Eylül 2019 Hasan ŞİMŞEK