KÖYÜM BÜYÜKKARAPINAR Hasan ŞİMŞEK

  • Skip to content
  • Ana menü bloğuna geç ve giriş yap.

Blok arama görünümü

Dolaşım

Arama

Buradasınız: Home

Ana Menu

  • Anasayfa
  • Büyükkarapınar Yazıları
  • Büyükkarapınar Kitabı
  • Basında Büyükkarapınar
  • Biyografik Eserlerim
  • Eğitim Danışmanlığı
  • Genel Yazılarım
  • Köyümüzden Haberler
  • Kim Kimdir?
  • Fotoğraflar
  • İletişim
  • Teşekkür

100.YIL ÖNCE 19 MAYISA HAZIRLIK!

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Pazartesi, 20 Mayıs 2019 18:32
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 1961

100.YIL ÖNCE 19 MAYISA HAZIRLIK!

Mustafa Kemal Paşa, Mütareke sonrası 13 Kasım 1918 tarihinde, Suriye’den dönerken Haydarpaşa Garı’nda, Dolmabahçe önlerinde demir atmış düşman zırhlılarını görünce “geldikleri gibi giderler .” demişti. Geldikleri gibi gittiler!

19 MAYIS 1919’un yaklaşık altı buçuk ay öncesi, Yıldırı Orduları Komutanlığını bıraktıktan sonra, Mustafa Kemal’in İstanbul’da Pera Palas Oteli’nde, Şişli’deki evinde arkadaşları ile zaman zaman buluşup işgal altındaki İstanbul’da kurtuluş için planlar yaptıkları bir vakadır. 1919’un Ocak ve Şubat aylarında geleceğin Milli Mücadele Kahramanları İstanbul’dadır. Mustafa Kemal ile görüşmeleri sonucu,XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Ereğli’ye, sonra Ankara’ya, XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa Erzurum’a ordularının başına gönderilme kararı alınır.Anadolu’da başkaca düzenli bir ordu yok, Mondros Mütarekesine göre ordular terhis edilip silahları elinden alınmış ve depolar yerleştirilmiştir. Mustafa Kemal İstanbul’da eski arkadaşları ile sık sık görüşerek bir arayış içindedirler, Bunlar, Rauf Bey, Harbiye Nezareti Müsteşarı İsmet Bey, Refet Paşa, Fevzi Paşa Nureddin Paşa gibi generaller İstanbul’da işgalden nasıl kurtulacağının hesap ve kitabını yapmaktadırlar. Bazı aydınlar ve Fethi Bey gibi eski askerler İngilizler tarafından tutuklanıp sürgüne gönderilmişlerdir. Mütareke yılarlında Müslüman-Türk halk perişandır.

Mütarekede birkaç İstanbul vardır: Bunun biri Türk-Müslüman İstanbul’dur. Beşiktaş’tan Haliç boyunca Kasımpaşa’dan Eyüpsultan’a ve oradan İstanbul’un yedi tepesini ve tepelerini, karşıda Üsküdar, Beylerbeyi, Kandilli ve Beykoz’ kadar uzanan bu İstanbul kan ağlıyor. Çileli harp yılları bu İstanbul’u yiyip bitirmiştir. Harbe giden ve harpten dönebilen Müslüman İstanbullu, şehrinde, açlık, perişanlık, işsizlik bütün eski geleneklerin çözülüşünü görmüş ve yaşamışlardır.

Bir de kozmopolit İstanbul var: O zamanki Şişli, İstanbul’da devrin türedilerinin, harp zenginlerin Rum ve Ermeni tüccarlarının ne oldukları, ne iş gördükleri belirsiz kozmopolit tiplerin kaynaştığı yerdir. Aynı zamanda eski vezirlerin, saltanat düşkünlerinin yeni politikacıların ve bütün işgal kuvvetleri ileri gelenlerin iç içe yaşadığı yer de gene Şişli’dir.

Şişli’nini milli bir rengi yoktur. Harp devrinin özentili tipleri,türedileri, modern hayat yaşıyorum diye zanneden düşkün kadınları, kumar,israf,yabancı görünüşlü lüks hayat hep Şişli’dedir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    

1919’da, Samsun ve havalisindeki anarşi ve asayiş bozukluğu bahsinde ve gerçekler çatışıyordu. Bize göre, oradaki yerli Rumlar, İngiliz ve Fransızlar gölgesinde Yunan gemilerinin İstanbul sularına gelmelerinden, Karadeniz kıyılarında gösterişli dolaşmalarından cüret alarak müdafaasız Türk halkına saldırıyorlardı. Saldırgan olan Türkler değil Rumlar’dır. İngilizler bir nota vererek Rumlara olan bu saldırıların önlenmesini istediler. Olmadığı takdirde, bu havalinin işgal olunacağını açıkladılar.

Mustafa Kemal İstanbul’da kaldığı sekiz aylık Mütareke Dönemi’nde İstanbul’daki çalışmalarından bir sonuç çıkmayacağını anlar. İşte tam o günlerde işgal kuvvetleri, hükümete, Samsun ve havalisindeki asayiş meseleleri için baskılarını yapmış ve işgal tehdidinde bulunmuşlardı Sadrazam Ferit Paşa zor durumdadır. Dahiliye Nazırını çağırır ve ondan düşündüğü tedbiri sorar. Dahiliye Nazırının tedbiri şudur:

-Oraya Mustafa Kemal Paşa’yı gönderelim.

Bu iş burada Babıâlide yoluna konmaz; asayişin bozulduğu bölgeye bu davanın hakkından gelebilecek, tecrübeli bir şahsiyeti geniş selahiyetleri ile göndermek lazımdır. Mevcut kumandalar arasında bu vasfılar haiz olarak hatırıma gelen Mustafa Kemal Paşa’dır. “ cevabını verir.

Sadrazam, III. Ordu Müfettişliğine tayin iradesini Padişah’tan almıştır. Mustafa Kemal hem koruyucu bir unvanla, hem de sınırları pek belirli olmasa da, geniş bir yetki ile Anadolu yolu açılmıştır.

Anadolu’da ondan ne bekleniyordu? Onu Anadolu’ya göndermeye karar verenler ile kendisinin tasarıları arasında hiçbir benzerlik yoktur.

İşgal kuvvetleri hükümete:

-Samsun ve havalisindeki Türkler Rumlara taarruz ediyorlar. Bunu önleyin, yoksa işgal ederiz demişlerdi.

Mustafa Kemal için asıl olan kendisinin İstanbul’dan Samsun’a çıkaracak köprüyü kurmaktı. O günü anlatırken şöyle der: “ Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyim.”

Görevin şekli düzenlenirken, Genelkurmay ikinci Başkanı Kazım Paşa’ya Mustafa Kemal,hükümet ne isterse hepsini yaz, ama şu iki maddeyi de mutlaka ekle.Onlar bana yeteri “ İstediğimi birinci madde , Samsun’dan başlayarak, bütün doğu vilayetlerindeki kuvvetlerin kumandanı olmaklığım ve bu kuvvetlerin bulunduğu vilayetler valilerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğimdir. ikincisi, bu mıntıka ile herhangi bir temesta bulunan askerî ve idari makamlara bildirmlerde bulnabileyim” der.Çok geniş yetkilerle verilen talimatname artık elindedir, ve çok mutludur.

 

Mustafa Kemal İstanbul’daki son ziyaretini Süleymaniye sokaklarında hoş bir eve yapar. Bu evde İsmet Bey oturur. Habersiz gitmiştir. Kısaca gelişen olayları İsmet Bey’e anlatır.

-Ben yerleşinceye kadar, sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin!

Mustafa Kemal Şişli’deki evinde son gecesini annesi ve hemşiresi ile geçirir. Akşam yemeğini, bir yer sofrasında annesinin odasında beraber yerler. Tıpkı Selanik’teki gibi.

16 Mayıs 1919 günü öğle sıralarında Bandırma Vapuru’nun kontrolü tamamlanmış Boğaz’dan Karadeniz’e tam rota denilmiştir. Bir gün önce ise 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilmiş, esas adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin adına bir gazeteci düşmana karşı ilk direnişi başlatmış ve düşman kurşunu ile yaşamını yitirmiştir. İşgale karşı halk sessiz ve üzgündür. Böyle bir havada Mustafa Kemal Samsun’a gider.

Karadeniz yolculuğu tatsız ve hatta endişeli geçer, yol güvenliği tehlikede olduğundan, Bandırma Vapuru o Karadeniz’in haşin ve dalgalı sularında mümkün mertebe açıktan gider. Mustafa Kemal’in kaptana emri şudur.

-Derhal ve bütün süratinle denize açıl!

Karargâh heyetinde Kâzım Dirik, Hüsrev Gerede, Arif (Albay) Dr. İbrahim Tali, Dr. Refik Saydam, yaverleri Cevat Abbas ve Muzaffer, Albay Refet vardır.

Samsun’da karaya çıkmak o zamanki şartlarda zordur, doğal bir limanı yoktur, açıktan yolcular usta sandalcılar marifetiyle karaya çıkarılır. Samsun ve çevresi deniz kıyıları düşman kontrolü altındadır. 19 Mayıs Türk milleti için yeni bir milattır. Kurutuluşun başlangıcı ve milli mücadelenin ilk adımıdır. 100 yıl sonra andığımız bu 19 Mayıs başlangıcı, ülkemizin yeniden çağdaş ülkeler seviyesinin üstünde bir refah seviyesine ulaşması dileğimizdir. 18.05.2019 Hasan ŞİMŞEK

Kaynak: Tek Adam, Şevket Süreyya Aydemir, Prof. Dr.Hamza Eroğlu,

KEÇİLERİ BİTİRDİLER Mİ?

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Perşembe, 01 Şubat 2018 19:01
Yazar: alidokur
Gösterim: 1977

KEÇİLERİ  BİTİRDİLER Mİ?

Keçilerin ciddi anlamda ev ekonomisine katkısının ne olduğunu bilmeyenler, keçileri ve koyunları (davarları )bizim Taşeli topraklarında yok edip bitirmeyi başaramadılar. Hâlbuki bu iki hayvan türü de insanların yerleşik hayata geçişiyle beraber kedi   köpek gibi insanlarla birlikte yaşadılar ve onlara yiyecek oldular, içecek süt verdiler, başlarına sırtlarına  örtü oldular.

Keçiler ve koyunlar özellikle keçiler, bizim Taşeli Yöresi’nin var oluşundan beri bitkilerle, ormanlarla iç içe yaşayan hayvanlardır. Yabanisi olduğu kadar evcilleştirilerek sürüler hâlinde beslenip insanların besin olarak hizmetinde olan bu hayvanlar, son yıllarda baskıcı bir yönetim anlayışı ile beslenmez olmuştur. Hayvan varlığının azalmasına bağlı olarak tarım ürünlerindeki organik ürünler de yerini doğallıktan uzak ürünlere terk ederek organik ürünleri aratır duruma getirmiştir.

İnsanlarımız  tutturmuş bir organik ürün,  organik gıda, organik tarım, organik de organik! İyi de:

Organik besinin yetiştirilmesi ve insanların faydalarına sunulması için öncelikle hayvan varlığının ve onun tali ürünlerinden gübrenin yani hayvan dışkısının var olması gerekir.  Ekilecek ve dikilecek sebze ve meyvelerin yetiştirilip verimli hâle gelmesinin temel koşulu su ve havadan sonra çoraklaşan/fakirleşen toprağı güçlendirecek ve bitkinin besin alamsını sağlayacak olan doğal hayvan gübresidir.  Hayvancılığın yok edildiği ya da azaltıldığı bir yörede doğal besinlerden söz etmek bir hayalcilik olur.

Geçmiş yıllarda hayvancılığın hayati derecede önemini kavrayıp önemsemeyen devlet politikaları ve buna paralel olarak götürülen vatandaş politikaları Türk halkını bir lokma ete muhtaç eder duruma getirmiştir. Bizim Taşeli Yöresi’nin geçmişinde, köylerde hayvancılıkla geçinen halkla birlikte, Yörüklerin/göçerlerin hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları, yazın yaylalara kışın da sahillere inildiği ve ciddi anlamda bir küçükbaş hayvancılığı yetiştirilip ülke ekonomisine katkı yaptığı biliniyor.

Binlerce yıldır ormanla iç içe yaşayan kıl keçiler, ders kitaplarında yazıldığı gibi bizim Taşeli topraklarında çam fidanlarını yemiş olsalardı, yöremizde hiç orman kalmazdı. Hâlbuki binlerce yıldır ormanlarımızdan kesim yapılarak kendimizin ve dış ülkelerin  kereste ihtiyaçları sağlanıyor. Keçilerin ormana zarar vermesi söz konusu olsa idi yöremizde bugüne kadar bir tane çam ağacı kalmazdı. Kıl keçilerin ormana özellikle çamlara zarar veriyor yaygarası ve yasaklama keçileri ve onların yaşam şeklini tanımamaktan kaynaklanıyor. Keçiler çam yaprağını çok aç da olsalar yemezler, seçici bir özellikleri vardır. (bkz. www.hasansimsek.com.tr  Kıl Keçiler Gözden Çıkarıldı mı? )

Bizim Taşeli topraklarında son yıllarda kıl keçilerin, Orman Yönetimi’nin baskıları ve verdikleri  ağır cezalar nedeni ile sayıları azaltılmış nerdeyse yöre halkı kurban kesecek davar bulamaz hâle gelmişti.  2008 yılından beri   yörede bu hayvanların sayılarının çoğaltılması için uyarıcı yazılar yazıyorum.  Özellikle belediye başkanlarımıza da rica ederek hayvan besleyenlere kolaylık sağlanması şeklinde defalarca ricamız olmuştu. Güneyyurt’ta,  Celil Yağız başkanımızın bu konuda önlemler alarak çobanların yaşam alanlarını rahatlatıcı çalışmalar yaptığı   tarafımızdan biliniyor.  2011 yılında il bazında yaptığım bir araştırmada küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarımızda 2009 ve 2010 göre bir artışın olduğunu resmi rakamlarla tespit etmiştik. ( Bkz. www.hasansimsek.com.tr –İlimizde Hayvan Varlığı- Hayvan Varlığı adlı araştırma).  Gayri resmi 2017 yılı verilerine göre Taşeli Yöresi’nde küçükbaş hayvan varlığının 2011 yılana göre ciddi oranda arttığı görülüyor. Şüphesiz bunda devletimizin  uygulanan hayvancılık politikalarını  iyileştirmeye yönelik çalışmaları ve halkımızın neleri  kaybettiklerini görmeleri ile mümkün olmuştur.

  Yaptığımı inceleme ve araştırmaya göre, Taşeli Yöresi’nde,

1.Ermenek’te   2011 yılında küçükbaş hayvan varlığı  37.335 iken 2017 yılında 49.000 keçi, 11.00 koyun toplam 60.000bin, kayıt dışı hayvanlara birlikte 65-70 bin tahmin ediliyor.

2. Başyayla’da 2011 yılında küçükbaş hayvan varlığı   3 204 iken 2017 yılında 5000’e

3.Sarıveliler’de 2011 yılında küçükbaş hayvan varlığı  4935 iken 2017 yılında bu sayı kesin olmamakla birlikte  7000 bin civarında.

Rakamlar sevindirici olmakla birlikte yeterli değildir. Küçükbaş hayvan besleyicilere ve ev hayvanı olarak besleyenlere mümkün mertebe cezai müeyyidelerden yöneticilerin kaçınmaları kendi öz çıkarları ile doğru orantılı olarak düşünülmelidir.

Göç nedeni ile nüfuslarının gittikçe azaldığından yakınan belediye  başkanlarımıza önerilerimiz, hayvan varlığını çoğaltacak önlem almaları ve yörede istihdam yaratmalarıdır. Daha da ötesi hayati derecede besin değeri olan et ve sütten başka, halkına sağlıklı sebze ve meyve yedirmenin temel koşulunun hayvancılıkla mümkün olduğunu görmekte yarar var. İlaçsız, suni gübresiz sebze ve meyvelerden verim almanın olmazsa olmazı hayvan gübresidir. Yorgun ve bitkin Anadolu topraklarında, doğal sebze v e meyve üretilmesi ancak doğal tohumla birlikte, doğal hayvan gübresi kullanmaktan geçer. Bu da ancak hayvan varlığını çoğaltmakla mümkündür.  Son üç beş yıldır Tarım Bakanlığımız bu eksikliği gördü ve önlem almaya başladı ama bu yeterli değil. Yerel yöneticilerin de küçükbaş hayvanlarının yaşam alanlarının genişletip iyileştirmesinden yana çalışma yapması ve hayvan besleyicileri teşvik etmesi yerel ekonomiye katkı sağladığı kadar, milli ekonomiye de artı bir değer katacaktır. Dünya var olduğundan beri keçiler Taşeli Yöresi’nde vardı, dünya durdukça  bu toprakların vaaz geçilmez bir parçası olan keçiler de  var olacaktır. 16.01.2018 Hasan ŞİMŞEK

ERMENEK KALESİ VE MARASPOLİ MAĞARASI

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Pazar, 15 Ekim 2017 16:51
Yazar: alidokur
Gösterim: 2040

ERMENEK KALESİ VE MARASPOLİ MAĞARASI

Geçen yazımızda Ermenek Kalesi’nin turizme açılması için kaleye çıkılır halde tesislerin yapılması gerektiğini ve halkın bu konudaki dileklerini yazmıştık.

Geçen sayılarda,“Ermenek Adının Tarih İçinde Şekillenişi” yöremizin internet sitelerinde ve Yeşil Ermenek’te  yazmış ve www.hasansimsek.com.tr de stoklamıştık. Dileyenler sitedeki “genel yazılar “ sekmesini tıklayarak bu konudaki yazımızı okuyabilirler.

Ermenek Kalesi ve Maraspoli ile ilgili olarak Prof. Dr. İbrahim Hakkı Konyalı’nın  Abideleri ve Kitabeleri ile Karaman Tarihi kitabında ( s.686-687 ) şöyle yazar:

Ermenek şehri, içi gölcüklerle, havuzlarla, şelalelerle , billûr  gibi hayat suyuyla dolu, dışı bomboz, güney tarafı Tanrı’nın usturası ile  kesilmiş  gibi dimdik  ve çok yüksek  bir dağın  Göksu’ya hâkim , sert bir meyli üzerine kurulmuştur.

Ermenek’i bir Sular Şehri hâline  getiren,  köpükler saçarak akan  bol su , bu dağdaki mağaradan çıkıyor. Bu mağara Türkiye’nin en büyük  ve korkunç bir tabiat eseridir. Şimdi buraya iki giriş yolu vardır. Birisi tabiî, asırların açtığı bir mağara yoludur. Her tarafı sarkıtlarla doludur, Korkunç sesler, uğultular ve akisler yapar. Yaz günleri insanı buz gibi bir hava sarar. Mağaraya girerken içinde şaşmamak v e kayıp olmamak için ya ucunu dışarıda bırakılan bir yumak ip alarak yürümeli  ve yahut geçilen yerlere işaret konulmalıdır.

Aşağıdaki ikinci yol 1950 yıllarında şehrin su ihtiyacını sağlamak için açılmıştır. Uzunluğu 200 metre kadardır. Buradan alınan su ile evvelce   bir elektrik santrali  yapılmıştı. Şimdi daha kuvvetlisi yapılmıştır. Bu mağara  Ermeneklilerin soğuk hava deposudur.  Yazın peynir ve yağlarını koyarlar.

Ermenek’in ilk mağara devirlerine kadar çıkan çok eski bir tarihi vardır. Şehir ve civarında binden fazla mesken ve mezar mağara sayılmıştır. Ermenek Kalesi  (içinde  Maraspoli Mağarası var )   bulutlarla tokuşan dağın yüksekliklerine   bir kırlangıç yuvası gibi yapışmıştır. Buna Firan Kalesi diyorlar.

Kaleye, dağa balkon şeklinde kazılmış çok dar yollardan gidilir. Şehir varoşundan yüksekliği 60 m kadardır. Kalenin güneyi, şehir tarafı kesme taşla  ve harçla yapılmış mazgallı duvar hâlindedir. Kalenin içi tabiî mağara hâlindedir. Zeminden yüksekliği 6,20 m, derinliği   5,20 metredir. Kalenin şehirden yüksekliği 70 m. Şehir halkının dediğine göre Karainler dedikleri yerlere kadar uzanıyormuş.  Uzun asırların yağmuru, karı, donu, tipisi ve güneşi   buralara giden yolları eritmiş ve yok etmiştir. Şimdi buralar çıkılması, incelenmesi  görülmesi mümkün olamaz hâle gelmiştir. Kalenin uzunluğu Öksürükini (Öksürükeni ), Ehmedek ( İçkale ) denilen yerinden Karainlere kadar  450 metre kadardır. Kalenin karnını teşkil eden mağaralar kesme taşlı ve harçlı duvarlarla bölünmüştür. Kalenin iki yolu vardır. Birisi alt mağaralardan ve içten 76 taş basamaklı merdivenlidir. İkincisi de yukarıda söylediğimiz dağa oyulmuş taras şeklindeki merdivenli yerlerdir. Kalenin içinde iki yerde su vardır. Kalenin duvarlarında muhtelif asırların mimarisinin üst üste  ve yan yana görmek mümkündür.

Kaleden şehri, zümrüt gibi yamaçları, Göksu’yu temâşa etmek pek zevklidir. İnsanın önünde seriler hâlinde tabiat tabloları açılıyor. Doyulmaz, kanılmaz, muhteşem manzara…

Kaleyi Karamanoğullarından, Osmanlıların komutanı Gedik Ahmet Paşa almış ve tahkim( güçlendirmiştir) etmiştir. Kaleyi Kanuni devrinde vazifesin yapıyordu. Daha sonra burasının bir kısmı bir zindan halinde kullanılmaya başlanmıştır. Evliya Çelebi Kaleyi görmüştür. Evliya’nın görüşlerini başka bir yazımızda yazacağız.

Bu okuduğunuz yazı Ermenek Baraj Gölü oluşmadan 40 yıl önce İbrahim Hakkı Konyalı tarafından yazılmıştır. “Doyulmaz, kanılmaz, muhteşem manzara ..” sözcükleri ile Kaleden güney cephesine bakışı anlatıyor. Zaten oradan batı ve kuzey görülmez, doğu cephesini de tam olarak göremezsiniz. İşte Ermenek Kalesi böyle bir şey, tam güneaye Baraj’a baakr. insanlarımız burasının turizme açılmasını bekliyor. Yukarıda anlatılanlara bir de Ermenek Baraj Gölü’ nün oluşturduğu manzara da ilave edilince güzelliğini anlatacak sözcük bulmakta gerçekten zorlanırsınız. 14.10.2017. Hasan ŞİMŞEK

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Pazartesi, 27 Kasım 2017 18:45
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2223
 

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE ( 1 )

Geçen hafta “24 Kasım Öğretmenler Günü “ coşkuyla kutlandı. İşin ilginç yanı Anaokullarından- Üniversitelere kadar çalışan ve eğitime hizmet veren herkes bu günü benimsedi. Mecburiyet olmadan bir yıl önce okul müdürüm Yüksel Genç İstanbul ilinde 1 numaralı, ben Hasan Şimşek 2 numaralı üye olmuştuk. Bir yıl sonra mecburiyet hasıl olunca bizdeki sıra numaralarını da bozdular. Öğretmenler gününü kurumsallaştıran 12 Eylül 1980 İhtilali’nin yöneticileri  olan Kenan Evren ve arkadaşlarıdır.
Siyasi otoriteler de, 12 Eylül ürünü  % 10’luk seçim barajını ve YÖK’ü benimsediler ve bugüne kadar yaşattılar. Şikâyetçi oldukları hâlde ne seçim barajın alta düşürdüler, ne de YÖK’ ü kaldırdılar.
ANAP, beklenmedik bir şekilde sürpriz bir atak yaparak iktidara gelince,  mühendisi bir kişi olan Gazi Antep Milletvekili Vehbi Dinçerler’i Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı yaptılar. Sayın Bakan, öğretmenlerin durumunu anlamak ve onların düşüncelerini öğrenmek için İstanbul –Fatih’teki Darüşşafaka Lisesi’nde bir toplantı yapmıştı. Ben o toplantıya hazırlıklı gittim, elimde notlarım vardı ne söyleyeceğimi biliyordum. Benden önce bir öğretmen arkadaşım ve bir okul müdürü konuşmuştu. Sayın Bakan onları azarladı, benim önüme somut önerilerle gelin, küçük şeylerle zamanımızı geçirmeyelim diye bizleri uyardı. Yeni maaşlara zam yaptıklarından, öğretmenlere karşı oldukça bir güvenleri  vardı. Askeri yönetimden yeni sivil yönetime bir geçiş olsa da Milli Eğitim Müdürü Kemal Türen adında bir generaldi. Bize konuşmalarımızla ilgili güvence verdi. Ben hazırlıklı geldiğimi önerilerim olacağını söyledim ve söz aldım.
“Siz bizim maaşlarımıza zam yaptınız ama, ekmeğe, yola, sigaraya, yola yapılan zamlar bizim maaş farkımızı götürdü.”  Dedim. Günde kaç paket sigara içtiğimi sordu, iki paket diyemedim, bir buçuk paket dedim. Sesini çıkarmadı. Mühendis kafasıyla yaptığı hesapla bizi doğrulamış olmalı ki, söylediklerimin kritiğini yapmadı.
İkinci bir konu olarak ders kitaplarındaki bilgi ve yazım yanlışları üzerinde durdum. Bu konuda bir çalışma yapmıştım. Öğretmen arkadaşlar bilirler bizi bir eylülde seminer adı altında göreve çağırılar. On beş gün, bizim öyle bir okula boş gidişimiz olur.  İşte o ders yılının başında yani eylülünde ilkokul 1,2,3,4 ve 5.sınıfı Türkçe kitapları üzerinde ciddi bir inceleme yaptım. Yazdığım 30 sayfalık raporun bir kopyasını İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne teslim etmiştim.  İki üç ay zarfında bir geri dönüş olmamıştı. Sayın Bakan Dinçerler’e, ders kitaplarının yazılışına ve konu seçimlerine itina gösterilmediğini örnekleri ile anlattım. Rapor yaz gönder dedi. Yazdım ilçe milli eğitime teslim ettim diyemedim. Korktuğumdan değil, onların azar görmemesi adına bunu yaptım.
MEB’teki en büyük çarpıklıklardan biri eş durumu atamalarından kaynaklanıyordu. Öğretmen eşi İstanbul’da olan bir hanım ya da bey, özel sektörde çalışan başka bir ildeki eşinin naklini yaptıramıyordu.  Örneğin Ziraat Bankası dikkate alınıp geçerli oluyor, Yapı Kredi de çalışan atanamıyordu.
Yeni kayıt yaptıran gariban ya da düzgün insanların çocuklarına yabancı dili seçer iken okul yöneticileri tarafından Almanca ve Fransızcaya yönlendirilirken, uyanık velilerin çocukları yabancı dilde, İngilizce dersi seçimine olanak sağlanıyordu. Herkes istediği yabancı dili seçmeliydi.
Sayın Dinçerler, kitap yazma işine el attı, yayıncılar engelledilerse de, o ilk defa birinci hamur kâğıda renkli olarak “ TÜRKÇE “ kitaplarının baskısı yaptırarak kaliteli ders kitapları basımına öncülük etti.
Önerilerim ulusal basında önemli ölçüde yer aldı, çoğu MEB tarafından hayata geçirildi. Önemli olan böyle büyük toplantılara hazırlıklı gidilerek sistemdeki ve özlük haklarındaki engelleri giderici çözüm yolları sunmak olmalıdır. 
 
27 Eylül 2017 Hasan ŞİMŞEK 
 
 
 

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE ( 2)

 
 
 
 

Geçen yazımda ANAP Dönemi Milli Eğitim Bakanlarından Sayın Vehbi Dinçerler ile olan bir diyalogumu anlatmıştım. Bu yazımda da rahmetli Avni AKYOL ile olan diyalogumu ve anımı anlatacağım.

ANAP, ikinci döneminde MEB’e  eklenen  Gençlik ve Spor Bakanlığı bölümünü ayırdı. Bakanımız kendisi de bir Düzceli olan Düzce milletvekili Avni AKYOL olmuştu. Avni Akyol’u, Milli Saraylar Sempozyumu’ndaki çalışmalarından tanırım.  Sempozyumda önemli bir görevi  vardı, ANAP milletvekili değildi ama Semra Özal’a yakın bir sivil toplum örgütünde çalışıyordu. Sempozyumda “Sarayların İçte ve Dışta Tanıtılması “ başlığı altında Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve  150 civarında milletvekilinin huzurunda  bildiri sunmuştum. İyi çalışılmış bir konuşma idi, zaman zaman TBMM başkanı rahmetli Necdet KARADUMAN yazmış olduğum metindeki bilgileri basın mensupları ile paylaşıyor ve haber oluyordu. Bilindiği gibi saraylar milletin malı olduğundan doğrudan TBMM’ye bağlı idi. Ben saraylar ile ilgili Şale Köşkü’nde  bildirimi sunarken oturumu Avni AKYOL yönetiyordu. Zaman darlığı nedeni ile üç dakika bir zaman vermişti. Sonra bir dakika daha ilave ederek konuşmamı tamamlamıştım. Böyle bir açıklamadan sonra Bakan Avni AKYOL’un şimdi yıkılacak olan Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ndeki öğretmenlerle yaptığı toplantıya gelelim:

Sayın Bakan’ın keyfi  yerinde, hedeflediği noktaya ulaşmış Bakan olmuş, üstelik toplantı öncesi de maaşlara zam yapılmıştı. Bir önceki Sayın Bakan Dinçerler ile yapılan toplantıdaki  konuşmalarda deneyimli idim, ön sıralar geçtim söz almaya çalıştım. Yine benden önce iki üç kişi konuştu. Elimde kucak dolusu kitaplar, belgeler var, bunun haricinde şimdi tartışmalı olan ATATÜRKÇÜLÜK ( üç cilt ) kitabı da var. Zar zor söz aldım. Bana yerimde konuşmamı tembihledi, kabul etmedim, kürsüde konuşmam gerektiğini elimdeki malzemeleri orada rahat kullanabileceğimi söyledim. Yine onda bir hastalık olan zaman kısıtlaması vardı. Benim üç dakika konuşabileceğimi söyledi, pazarlıkta bunun üç beş dakikası geçmişti. Arkamda, sonradan Vefa Lisesi Müdürü olan Sakin Öner Arkadaşımız Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyordu. Ceketimin arkasından tutmuş ne olur konuşma diye engellemeye çalışıyordu. Sanıyordu ki biz İstanbul Milli Eğitimden şikâyetçi olacağız. Nihayet sahnede kürsüye dört dakika konuşa bilme  sözü ile çıkabildim. Her konuşma maddem, salondan büyük alkış alıyordu, analdım ki doğru yoldayım. Bir gazeteden buluğdum 1940 lı yıllarda bir öğretmenin aldığı maaş ile o dönem alabildiği Cumhuriyet altını ile toplantı günümüzdekini karşılaştırdım. Salon şok oldu, çok büyük fark vardı, çılgınca bir alkış koptu.  Esas benim orda vermek istediğim  mesaj programın güncellenmesi  talebi idi.

Türkiye nüfusunun köyden kente büyük bir akış olduğunu hepimiz biliyoruz. % 80-85 olan kırsal nüfus artık azalmış, kentlerde bu oran % 75’lere doğru çıkmıştı. Kentte oturan çocuğa köy yönetimini/köyün  ortak mallarının öğretmenin bin anlamı olmadığını “Apartman Yönetimi” adı altında bir ünite koyulmasının zorunlu olduğunu, gerekirse üniteyi yazabileceğimi sayın bakana ilettiğimde, ciddi ciddi diğer önerilerle birlikte not aldı. Ertesi günü yine ulusal basında büyük haber olmuştuk. Arkadaşlar not tutmuş, 4 dakika süre sınırlaması ile  kürsüye çıktık, 17 dakika kalmışım, diğer arkadaşlar konuşsun diye kürsüyü ben terk ettim. Sonuç olarak şunu diyebiliriz. Önemli bir toplantıda konuşma yapmak istiyorsak, hazırlıklı ve gündeme uygun çalışma yaparak gitmeliyiz. 

27 Eylül 2019 Hasan ŞİMŞEK

EVLİYA ÇELEBİ ERMENEK KALESİ’Nİ ANLATIYOR!

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Cumartesi, 14 Ekim 2017 16:15
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2826

EVLİYA ÇELEBİ  

ERMENEK KALESİ’Nİ ANLATIYOR!

Evliya Çelebi, Ermenek Kalesi hakkında özetle şunları söyler:

“Karamanoğlu burasını yedi  sene muhasara ettiği (kuşattığı ) hâlde Ermeni Kralı elinden alamamış, nihayet  bir hile ile elde etmeye muvaffak ( başarmış ) olmuştur.

Ermenek, Adana eyaletinin Silifke sancağına bağlı iki nahiyeli yetmiş köylü bir kazadır. Şehrin kethüda( kahya )yeri ,şeyhülislamı ( din işlerine bakan), nakîb-el eşrafı ( idari ve ilmi işlerle uğraşan kurum), kalenin dizdarı  ( kalenin komutanı ), on sekiz nefer eri  vardır. (1)

Göklere ser çekmiş ( çok yüksek ) kırmızı bir dağın ortasında Tanrı kudreti ile yapılmış bir kalesi vardır. İbrete şâyân, seyredilmesi    vâcip  bir kaledir. Mutlaka görülmeli ve seyredilmelidir. Ben karada ve denizde 32 yılda on sekiz padişahlık (ülke/memleket) yer gezdim. Böyle bir kale görmedim.  Bu tanrının kudret eliyle yapılmıştır. Asla der-ü-divardan ( kapı duvarlarından ) ve burc-u barudan ( kale burçlarındaki nöbet kulelerden alâmet ( işaret ) yoktur. Dört ve yahut beş köşeli diyemeyeceğimiz bir tarzdadır.  Hendeği ve kuleleri yoktur. Zaten bunlara da ihtiyaç yoktur. Kele eşsizdir. ( Bir benzeri yoktur.)  Yalnız şarka (doğuya ) bakan küçük bir kapısı vardır. Bu kapıya dahi yüz kırık kademe ( basamak)   ağaç merdivenle çıkılır. Bir yanı ağaç korkuluktur. Allah’a sığınıp insan aşağıya baksa aklı başından gider. Dil ile, kalem ile tasvir edilemeyecek bir mağaradır.

Gökyüzlerine baş dayamış  bir yalçın kırmızı ve mücella ( parlatılmış, ) duvar gibi bir kayadır. Adam tırnağını iliştiremez,  kuşların konacağı ve yuva yapacağı yeri yoktur.

Kale zeminden iki minare boyu yüksek cilalı ve parlak bir kayaya Allah’ın emri ile oyulmuştur. Uzunluğu beş yüz adımdır.  Gök kubbesi gibi direksiz olan içerisinin derinliği bin adımdır. Kapısı doğuya baktığı için içi aydınlıktır. İçi bir sahra gibidir.  Burasını Ermeni kralları İslam askerlerinin korkusundan bir sığınak hâline getirmişlerdir. Küçük demir kapısı eski zamanlardan kalmıştır. Kalenin içinde 40-50 kadar kagir yapı evleri vardır. Bazılarının pencereleri ve şahnişinleri  ( üç yanı pencereli çıkma ) doğuya ve kıble tarafından Aşağı şehre, dağlara ve taşlara bakar. Bazı evlerin üstleri tahta örtülüdür. Bazılarınki açıktır. Zira yağmur düşmez. İçinde bir cami vardır. ama minaresi yoktur. Çünkü üstü dağdır.. Hüda hakkı için söylüyorum , insan bu evlerden aşağıya baksa gözü kararır, sevdası galebe ider.  Tanrı hikmetidir ki içinde kayalardan  ab-ı hayat ( içen kimseye  ölümsüzlük sağlayan su )  gibi su çıkar , aşağıya akar. Velhasıl , övmekte insanın  aciz kalacağı  emsalsiz bir  kaledir.. Lakin  ne top, ne tüfek ve ne cephanesi  yoktur. Sultan İbrahim ( 1640-1648 9  buraya bir avreti ( kadını ) hapsettirmiştir. Ondan başka insan evladı yoktur. Bütün ahalisi aşağı varoş’ta otururlar. Gece gündüz kapısı kapalıdır. “ (2)     14 10.2017. Hasan ŞİMŞEK.

1) Konyalı, İbrahim Hakki, Abideleri ve Kitabeleri ile Karaman Tarihi s.687-688

2) Evliya Çelebi Seyahatnamesi cilt 9, sayfa 304-305.

Daha Fazla İçerik...

  1. ERMENEK’TE GIDA FİYATLARI
  2. ÖZEL OKULLAR TİCARETHANE Mİ?
  3. T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI DERS KİTAPLARI VE YAYINLAR DAİRESİ BAŞKANLIĞINA
  4. GELEN BOZDU, GİDEN BOZDU!

Sayfa 13 / 34

  • Başlangıç
  • Önceki
  • 8
  • 9
  • 10
  • 11
  • 12
  • 13
  • 14
  • 15
  • 16
  • 17
  • Sonraki
  • Son

Gücünü veren Joomla!®