ERMENEK TÜRKLERİ

ERMENEK TÜRKLERİ

Yadırgadınız bu ismi değil mi?

Tarih böyle yazar, belgesi altta.

Önce bilinenlerden bilinmeyenlere doğru gidelim: 387 numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri, bu defter hanelerden alınan ve alınacak olan vergileri işleyen bir defterdir. II. Beyazıt zamanında 1530 tarihinde düzenlenmiş önemli verilere sahip tarihi değeri yüksek bir belgedir. O zamanki düzenlemeye göre Karaman Eyaleti: Konya, Beyşehir, Akşehir, Larende, Aksaray, Niğde, Kayseri ve İç-İl livalarından  (sancakları) oluşur. Biz, bu livalardan Taşeli  olarak bilinen  İç-İl livasına bağlıyız.

1530 yılında İç-İl liva (sancak ) merkezine Selendi (Gazipaşa), Anamur, Gülnar, Silifke, Mut, Ermenek bağlıdır. Haritada sancak merkezi gösterilmemiştir. İç-il’e bağlı altı tane kaza (ilçe ) merkezi vardır. İşte bizim bu topraklarda Türkler öncesi ve sonrası yerel tarihimiz bu mekânlarda geçmiştir.

İranlı İbni BİBİ 1281’ tarihinde Farsça olarak yazdığı Selçuk-Name adlı eserinde Karamanlılar, ilk yerleşim yeri olan Sivas’tan ayrılıp muhtemelen Selçuklular tarafından Ermenek ve Mut tarafına yerleştirilmiştir. İbni BİBİ buraya yerleştirilen çadır halkına Ermenek Türkleri demektedir (Belge -1 ).

Karamanoğulları ( 1256- 1487 ): Oğuzların Avşar boyundandır, bu adı mensup oldukları Karaman oymağının adından aldılar. Karamanlılar, Türkiye Selçuklu Hükümdarı I. Alâeddin Keykubâd tarafından Ermenek ve çevresine yerleştirildi. ( 1228 ).

Bu sırada Karaman oymağının lideri Nûr Sûfî ( Nure Sufî* ) dir. Bu liderin Türkmenler üzerinde etkisi büyüktü. Hristiyanlara karşı başarı elde etti ve topraklarını genişletti.-Demek ki Türkmenler bu topraklara gelip yerleştirilince buralar Hristiyan inancına sahip olan, Ermeniler ve Rumların yaşadığı yerlerdir, boş topraklar değildir. Zaten Çukurova Ermenilerine karşı Taşeli topraklarının korunması ve Türkleşmesi için doğudan dalga dalga gelen oymaklar uçlar yerleştiriliyor ve büyük ölçüde Anadolu Selçuklu Devleti’nin güvenliğini de sağlıyordu.

Nûr Sûfî’nini ölümünden sonra yerine oğlu Kerimüddin Karaman geçti.( 1256 ).beylik de bu tarihte kuruldu. Karaman Bey Türkiye Selçuklularının karışıklığından yararlanarak güçlenmeye başladı. Karamanlılar Ermenek ve Mut arazilerine sıkışıp kalınca coğrafi durumu dışarıya açılmaya müsait olan Larende ( Karaman ) şehrini Selçukl Sultanı  Rüktenttin Kılıç Arslan’dan ister.  Sultan cevaben “ iki adet mamur şehrim var birini sana mı vereyim. Larende anam atam yadigârıdır.” der ve isteği reddeder. Selçuklu hükümdarı IV. Kılıç Arslan Karaman Bey’le çatışmaya girmemeye özen gösterdi. Karaman Bey’in elinde bulunan yerler ona ikta* olarak verdi. Daha sonra Karaman Bey Konya’yı zaptetmek istedi ise de Selçuklu kuvvetlerine mağlup oldu ve kaçtı. Karaman Bey’in ölümünden sonra yerine oğlu Şemseddin Mehmet geçti ( 1261 ).Her yıl Selçuklulara göndermiş olduğu vergiyi kesti. Zamanla Selçuklulara ve Moğollara karşı mücadele etti. Bilmeyen ve unutan okuyucular için yazalım: Moğollar doğudan Anadolu’ya saldıran büyük bir güç, Anadolu Selçuklu Devleti’ne çok büyük darbe vurup onları güçsüzleştirdiler ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni vergiye bağladılar. Moğol saldırılarından sonra Anadolu Selçuklu Devleti kendini toparlayamadı. Böyle karışık ve zayıf bir ortamda Karaman’ın oğlu Şemsettin  Mehmet, Konya’yı ele geçirdi ve Giyaseddin ( Cimri )Siyavuş’u Hükümdar yaptı. Resmî yazışmaların Türkçe olmasını bir fermanla ilan etti. “ Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde, ve seyranda Türk Dili’nden başka dil kullanmaya, defterler dahi Türkçe yazıla!  13 Mayıs 277 )“  Karaman’(ın oğlu Mehmet Bey, daha sonra Selçuklu ve Moğollarla yaptığı bir savaşta öldürüldü( 1277 ).

Sonuç olarak 1228 yılında I. Alaeddin Keykubat zamanında Balkusan ve çevresine yerleştirilen Karaman oymağı doğusunda ve güneyinde bulunan Rum ve Ermenilerle savaşlar yaparak topraklarını genişlettiler. Doğuda Silifke’nin doğusunda Karataş ve Lamas (Limonlu ) çayına kadar olan topraklara egemen oldular.

Moğolların Anadolu’yu istila etmeleri soncu önlerinden kaçan oymaklar uçlardaki beyliklere sığınarak oraların Türkleşmesini hızlandırmışlardır. Bizim Taşeli de doğal olarak dış etkenlere karşı korunaklı bir yer olduğundan buradaki Hristiyan unsurları uzun savaşlarla etkisizleştirerek Silifke, Gazipaşa, Anamur, Alanya, Mut ve Ermenek topraklarında Türklerin genel nüfusa oranı ezici bir çoğunluk sağlamasına rağmen geçen yüz yılın başlarına kadar yörede Ermeni ve Rum varlığına rastlamak mümkündü. 12.03.2015. Hasan ŞİMŞEK

________________________________________________

* İkta:  Devlete ait topraklardan belli parçaların gelirlerinin hizmet ve maaşlarına karşılık olarak asker ve sivil memurlara verilmesi

 * Sûfî: Tasavvuf felsefesini benimseyen, tasavvufla uğraşan kimse.

* Liva: Sancak ( İl ile ilçe arası bir yönetim birimi )

 

ERMENEK HALK KOROSU KONSERİ

28 Şubat 2015 tarihli Yeşil Ermenek gazetesini postacı 12 Mart 2015’te sabah 10.30’da  çalışma ofisinde kapıdan masama uzattı. Gazeteyi açıp bakınca içinden bir broşürün düştüğünü gördüm.,broşürü elime aldım, baktım, inceledim ve bir şeyler yazmayı hissettim.

Broşürde  “ Anadolu’muzun  Güzel Türkülerini Yaşatmak, Sevdirmek ve Geleceğe Miras Bırakmak Adına İkincisini Düzenleyeceğimiz Ermenek Halk Korosu Konserine Teşriflerinizi Bekleriz.

Eyyüp GÜNGÖR/ Kaymakam “ yazıyor.

Bellik ki broşür bizlere tanıtım amaçlı gönderilmiş. Ermenek Halk Korosu’nun ilk konserinden beri bu konuda bir yazı yazmak istedim. Elimde yeterli veriler olmadan eksik yazacağım düşündüğümden içimden bugüne kadar yazmak istememiştim.

Konseri hazırlayan ekip: Murat KORUK, Ahmet BELEN, Burak KÖPRÜLÜ, ortak özellikleri üçü de müzik öğretmeni ve Ermenekli oluşu ve mesleklerini sevmeleri.

Koro ise Ermenek halkından ev hanımlarından, emeklilerden, müziğe yatkın olan kimselerden kısaca halktan oluşan bir koro, birinci konserinde büyük yankılar yapmıştı. Her ne kadar ikinci konserini de izlemesek de oluşum Ermenek adına, kültür adına, kentleşme adına bir aşama olarak görüyor ve tebrik ediyoruz. Hepsi pırıl pırıl insanlar, gurur duyuyor tebrik ediyoruz. Koroya bakınca 50 yıl önceki kültürle haşır neşir olan Ermenek ve Ermenekli geri gelmiş gibi. Yalnız bir farkla artık hanımlar da biz de varız diyor ve toplumdaki yerlerini alıyorlar.

Bu koro desteklenirse, Ermenek adına Karaman, Konya, Ankara ve Mersin gibi il merkezlerinde birer konser vererek Ermenek’i  kültürel yönden de konuşulur bir ilçe olarak tanıtır.

Ermenek Halk Korosu’na destek veren kaymakamımız Sayın Eyyüp GÜNGÖR’ü destekleri nedeniyle kutlarken, müzik öğretmenlerimizden bu güzel ve organizeden başka  konularıyla ilgili yerel araştırmalar ve yaratıcı etkinlikler beklediğimizi  duyurmak isterim. 12.03.205. Hasan ŞİMŞEK

FERMANIN 738. YILINDA   

13 Mayıs 1277 tarihli Karaman’ın oğlu Mehmet Bey’in Türkçe konuşulup yazılması için verdiği buyruğun 738. yılındayız. Mehmet Bey ne demişti?

“ Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dili’nden başka dil kullanmaya, defterler dahi Türkçe yazıla!

Mehmet Bey’i bu noktaya getiren sorun ne idi? Konya’daki Selçuklu Sarayı’nda darbe yapıp yönetimin başına Cimri lakaplı II. Keykavus’un oğlu Siyavuş’u Sultan ilan edince, baktı ki yeni çevresinde, devlet erkânı ve sarayda, yazışmalarda Türkçeden başka bir dil kullanılıyor. Konuşulan halkın dili değil, bilmediği yabancı bir dil. Kendisini yabancı bir ülkenin sarayında  hissediyor. Hâlbuki kendi ülkesi, yönetimin başındaki  Sultan’da öz be öz  Türk soylu. Saraydaki konuşmalara ve yazışmalar bir anlam veremiyor. Bu konuşmalar ve yazışmalar Mehmet Bey’in hiç bilmediği, anlamadığı bir dil olan Farsçadan başka bir şey değildir. Bu nedenle tepkisini bir fermanla ( buyrukla ) dile getirir. Doğru olanı da budur, Mehmet Bey’i tarih sayfalarından silinimeyip günüümze kadar önemli bir devlet adamı olarak anılması bu fermandır.

Mehmet Bey, Moğollarla yaptığı mücadelede öldüğünde (1277) , Anadolu’da arı duru Türkçeyi en iyi işleyen Yunus Emre ( 1240?- 1320 ? )’dir.  O dönem Yunus Emre yaklaşık 30-35 yaşlarında bir gençtir. Ali Gündüz GÜRGEN’e göre Yunus Emre,  gelmiş geçmiş halk şairlerimizin en coşkunu, en çok coşturabilenidir. Özellikle Tekke şairleri arasında önemli bir yeri vardır. Sevilen ilahileri nedeni ile Türk dilinin halkımız tarafından  işlenip yaygınlaşmasında onun emeği hiçbir şey ile ölçülemez.

İşledikleri temaları göz önünde tutanların: Nefes; bunların bestelenerek dinî törenlerde ve tarikat ayinlerinde söylemekte oluşanlarına göre ad verilenlerin “ilâhî “ dedikleri bu özlü, olgun, dolgun şiirlerinin gücünden hiçbir şey kaybetmeden yedi yüz elli yılı aşıp değerinden,özünden  hiçbir şey kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir.

Gönlü Allah sevgisiyle, insan sevgisiyle dolu olan bu şairimizin az, öz kelimelerle ve sembollerle Allah’a karşı sevgi ve saygısını nasıl dile getirdiğini, halkın dili olan Türkçeyi nasıl işlediğini bir “ilâhî “ de birlikte görelim:

            

                                 DAĞLAR İLE TAŞLAR İLE

Dağlar ile taşlar ile                                            Derdi öküş Eyyub ile,

Çağırayım Mevlâ’m seni,                                 Gözü yaşlı Yakub ile

Seherlerde kuşlar ile                                          Şol Muhammet mahbub ile

Çağırayım Mevlâ’m seni…                               Çağırayım Mevlâ’m seni…

Sular dibinde mâhiyle,                                       Bilmişim dünya hâlin,

Sahralarda âhu ile,                                             Terk ettim kıyl ü kalini,

Abdal olup yahû ile                                            Başı açık, ayak yalını

Çağırayım Mevla’m seni…                               Çağırayım Mevlâ’m seni…

Gök yüzünde İsa ile,                                          Yunus okur diller ile,

Tûr dağında Musa ile,                                        Ol kumru bülbüller ile,

Elindeki asa ile                                                   Hak’kı seven kullar ile

Çağırayım Mevlâ’m seni..                                 Çağırayım Mevlâ’m seni…

Yunus Emre, bu şirinden/nefesinde   (bestelenmiş hâline ilahi diyoruz ) inançlarımız doğrultusunda semboller kullanarak az öz sözlerle çok derin anlam ifade eden olaylarla düşüncelerini sentezleştirmek suretiyle anlam derinliği eşsiz ifadelerle düşüncelerini anlatmış bir dil ustasıdır. Dilindeki sadelik düşüncelerindeki evrensellik onu ölümsüzleştirmiştir. Halk tarafından benimsenen ilahileri sözlü edebiyatımızda geniş bir yankı bulmuş, nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar kullandığı Türkçe sözcükler halkımızın iletişim kurmasında büyük aracılık etmiştir.

Not: Yunus Emre ile ilgili öz bilgiler Konya Lisesi ve İmama Hatip Okulu Edebiyat Öğretmeni Ali Gündüz GÜRGEN’İN “Dinî Şiirler Antolojisi,1966 –Konya basımı”  kitabından alınmıştır. 12.03.2015. Hasan ŞİMŞEK

 -------------------------------------------------------------------

seherler: Sabahları, mahi: Balık,Ahu: Ceylan, Abdal:Gezgin derviş. öküş: Çok. mahbup:

Sevgili, sevilmiş, kıyl ü kaal: Dedikodu.

TÜRK DİLİNİN GELİŞMESİNE  

HİZMET EDEN BAZI TÜRK BÜYÜKLERİ

Kuşkusuz Türk dilinin gelişmesine hizmet eden en büyük siyasi liderlerden biri  “ Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başak dil kullanmaya ! ” diye ferman yayınlayan Karamanoğlu Mehmet Bey’dir. Her nedense “ferman “ Selçukname’ye bakıldığında hep eksik okunur, eksik yazılır. Hemen fermanın devamında “Defterler dahi Türkçe yazıla! “ buyruğu vardır. Mehmet Bey’in fermanın yazılı hayata  geçirilmesi hemen ondan sonra bizim topraklarda yaşayan Yunus Emre tarafından uygulanmıştır.

“ Karlı dağların başında

Salkım salkım olan bulut!

Saçın çözüp benim için

Yaşın yaşın ağlar mısın? “

İşte Yunus’un Türkçesi, arı, duru; az öz, anlatım gücü çok yüksek ve geniş.

Yunus öncesine bakarsak,   Anadolu’da Türkçenin gelişmesinde Moğolların payı  da büyük olduğu görülür.  Çünkü Moğol saldırılarının önünden kaçıp Anadolu’ya gelen Türk oymakları arasında bilim adamı, yazar ve şairler de vardı.

Selçuklular ve Beylikler dönemindeki edebi akımları, Halk Edebiyatı, Tasavvuf Edebiyatı ve Divan Edebiyatı diye gruplandırabiliriz.

Halk Edebiyatı: Anadolu’da ilk Türk edebiyatı, ozan denilen halk şairlerinin Türkleşen bölgelerde ellerinde sazlarıyla dolaşarak şiirler söylemeleri tarzında başladı. Bu şiirlerin konusu savaş, aşk, tabiat ve günlük olaylardı. Halk arasında olduğu kadar orduda ve saraylarda da şiirler ve hikâyeler söyleyen saz şairleri vardı. Bu şairler anavatandan getirdikleri kopuz veya çögür adlı sazlarıyla şiir söylüyorlardı. XII. ve XIII. yüz yılların halk edebiyatına ait ilk eserleri destanlardır. Battalgazi ve Danişmendname destanları yazıya geçirilimiş ilk örneklerdir. Selçuklu dönemi Türkiye’sinde bütün ülkede sözlü olarak anlatılan ve XIV. yüzyılda yazıya geçirilen diğer bir halk edebiyatı ürünü  Dede Korkut Hikâyeleri’dir. XII. ve  XIII. yüz yıllarda dilin geniş halk kitleler arasında dağılıp gelişmesinde Bektaşi ve Nasreddin Hoca fıkralarının da ayrı bir yeri ve önemi vardır. Nasreddin Hoca, halkın zekâsını ve hayat bakış tarzını, kendisine has güldürü yeteneği ile şahsında toplayan ilk büyük isim olmuştur.

XIV. yüzyılda Türkiye’de Türk dili ile milli bir edebiyat meydana getirildi. Bunda şairlerin şuurlu olarak Türkçe söylemeleri ve yazmaları büyük rol oynadı. Bu şairlerin başında Kırşehirli Şeyh Ahmed Gülşehri ve Aşık Paşa gelir. Devrinin tanınmış şairlerinden Gülşehiri aynı zamanda klasik tasavvuf edebiyatı üstatları arasında sayılmaktadır. Gülşehri’nin Türk Dili ve Edebiyatı tarihi bakımından en önemli yönü şuurlu olarak Türkçe yazmasıdır. Aşık Paşa, Garipname adlı mesnevisinde sade bir Türkçe kullanmıştır. Yine bu yüz yılda Hoca Mes’ud Aydınoğlu Umur Bey adına Kelile ve Dimne’yi Farsça’dan Türkçeye tercüme etmiştir.

Kösedağ (1243 ) yenilgisinden sonra Anadolu’nun Moğol hâkimiyetine girmesi ve iç isyanlar, yurtta huzur sağlayacak devlet otoritesini zayıflattı ve halkı yalnızlığa itti ve onların Allah’a götürecek manevi otoritelere sığınma ihtiyacını artırdı. Bu dönemde gerek tekkelerde gerekse aydınlar arasında büyük tasavvuf şairleri yetişti. Şehirlerde yaşayan aydınlar sûfî şiirlerini Farsça söylerken Anadolu’ya yayılan Yesevî, Haydarî ve Bektâşî dervişleri de Türkçe söyleyerek dilin gelişmesinde ve yaygınlaşmasında etken oldular.

Şüphesiz tasavvuf edebiyatının en büyük siması Mevlana Celaleddin Rumî’dir ( 1207-1273 ) Mevlana eserlerinin çoğunu Farsça yazdı. Az sayıda Türkçe şiiri de vardır.

 Başlangıçta da ifade ettiğimiz gibi tasavvuf edebiyatının en güçlü temsilcisi bütün XIII. yüzyıl Türkçesinin en büyük şairi Yunus Emre’dir. (1240-1320 ).O, başlangıçta Orta Anadolu’da yaşayan bir Türkmen dervişi iken zamanla şeyhlik derecesine yükselmiştir. Zamanı aşabilen, yedi yüz yıl sonra da okunan ve anlaşılan, aynı zamanda bütün insanlığa hitap edebilen bir şair olmuştur.

Şüphesiz Türkler  Anadolu’ya gelmeden önce Türk kültürünü ana hatlarıyla bize tanıtan Karahanlı devrinin  iki unutulmaz ismi, Kaşgarlı Mahmud ile Balasagunlu Yusuf Has Hacip’tir. Kaşgarlı Mahmut, XI. asır Orta Asya‘sının en hazırlıklı dil bilginidir. O, Türk halk dili ve edebiyatını ayakta tutmuştur. O, eseri ile Arap kültürüne karşı koymuştur. Yusuf Has Hacip ise devrinin klasik ve edebî Türkçesini Edebî nazım şekline koydu. Böylece Türk Edebiyatını Orta Asya kültür akışında ağır basan İran Edebiyatının önüne geçirdi.

Komşu Arap ve İran dilleri ile bir nevî atbaşı yürütülmek istenen Türk Edebiyatı’nın en orijinal temsilcileri, Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati—t Türk’ü ile Yusuf Has Hacip’n Kutadgu Bilig’i olmuştur.

Sonuç olarak, halk ozanları, Moğol akınları, tarikatlar, tekkeler, Türk kimliğini koruma adına Ferman yayınlayan Mehmet Bey ve onun buyruğu paralelinde eserler veren Yunus Emre, Gülşehri, Aşıkpaşa, Hoca Mes’ud gibi nice şair ve yazarlar XI. yüzyıldan XIV. yüz yıla kadar Anadolu’da Güzel Türkçemizin  yaygınlaşıp gelişmesine hizmet veren şair ve yazarlarımızdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Büyük Atatürk 02.09.1930 tarihli bir söylevinde “ Milli his ile milli dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması milli hissin inkişafında ( gelişmesinde ) başlıca müessir (etken )’dir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesinin, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” diyerek bizlere ne yapmamız gerektiğini  göstermiştir.16.03.2015. Hasan ŞİMŞEK

 

TAŞELİ TURİZMİNİN PLANLANMMASI

Taşeli topraklarında turizm potansiyelini değerlendirip piyasaya arzını sağlamadan önce eldeki verilere bakmak gerek. Elde avuçta ne var? Tarih olarak, arkeoloji olarak, doğa harikası olarak, doğal bitki olarak ne var, ne yok, öncelikle mevcutlara bakıp bir listelememiz gerekir. Şöyle ki:

* Doğal bitkiler ve çiçeklerden kuzu göbeği, mantar, …;  kardelen (Muzvadi ), lale,sümbül, nergis vb. bitkilerden ne ölçüde yararlanabiliriz

* Katran, çam, çınar, meşe, ardıç gibi anıt ağaçların yerleri ve önemi

* Seyirlik yerlerin tespiti, geçmişte boşuna dememişler Seyran Mahallesi diye. Yumrutepe, Mennan Kalesi , Kazancı Dinek, Büyükkarapınar Kale Yıkığı, Elmayurdu Yaylası’ndan vadiler genel bir bakış. Başdere Boğazı’ndan Gemi Tepesi, Cindiri ve Barcın Yaylasından görünümler. Başyayla’dan Kaşoluk’tan  bir bakış

Örneğin bu mevsim kirazların elmaların çiçek açtığı bir dönemde çiçeklerle bezenmiş bahçeler, kırlar, yaylalar…Meyvelerin olgunlaşma mevsiminden görüntüler.

* Baharda bakir derelerden akan, coşkun köpüklü sular, kaynaklar, şelaleler,

* Kışta yapılacak sporlar. Kayak merkezleri ve yerlerinin tespiti.( Bozdağ kayak merkezi gibi.)

* Başta Maraspoli olmak üzere bilinen ve yeni keşfedilen, mağaralar, düdenler, oluş biçimleri.

* Antik dönem yapılar, köyler, kentler, inler,  mezarlar; (Uğurlu ve Fariske Köristanları; Yukari İzvit su yolları )

* Dekapolis ( on ketteki ) antik döneme ait eserler, İmparator Zenon vurgusu.

* Kamanoğulları dönemi, camiler, medresler, türbeler, çeşmeler, zaviyeler; köprüler, tarihi kervan yoları

* Ermenek’ merkezde lokantalar, kırsalda Zeyve Boğazı ve Sarıveliler’deki Ayna deresi tesisleri ve özellikleri.

* Cumhuriyet Dönemi ayakta kalan eserler, elektrik fabrikası (HES ),

* Günümüz barajları ve göletler, mesire yerleri,  piknik alanları

* Ermenek Baraj Gölü etkinlikleri, barajda taşıtlar, iskeleler, iskele meydanları ve piknik yerleşim alanları.

* Av sporları, günümüzde sürüsüne bereket domuz avcılığının teşviki ve mevsimine göre diğer av hayvanlarının tanıtımı

* Öncelikle konaklama yerlerinin tanıtımı, büyük kent merkezlerine en yakın hava alanları.

* Ermenek’e özgü ürünler : toros helvası, bandırma, mevsimine   göre ceviz, üzüm,elma, kiraz, kayısı ,erik ( kurusu yaşı ), bal.

* Doğal ürünlerden, kuşburnu, kekik, nane, ada çayı, rezene,

Ermenek ekseni etrafında turizmi gezi alanları şekillendirirken Taşeli’ni bir bütün olarak görmeden yapılan planlama ve çalışma eksik olur. Üç ilçe ve altı belediyedeki veriler eksiksiz olarak toplanmalı. Bu nedenle kaymakamlıkların başkanlığında köy muhtarları davet edilerek onlardan köylerindeki değerler not ettirilip değerlendirildikten sonra üç ilçenin turizm değerleri Selçuk Otel merkezli toplanabilir.  Bunlar öncelik sırasına göre ele alınıp koordineli olarak hayata geçirilmeli. Unutulanlar önceden önemsenmeyip zamanla öne çıkanlar olabilir.

Bugün artık tarihi antik yapıların ve mezarların bulunduğu yerlere taşıtlarla kolayca ulaşabilinecek imkânlarımız var.

57 x 82 ya da  70 x 100 ebadında Ermenek merkezli bir haritada tüm yukarıda anlatılan ana konuların yerleri, açıklamaları, bir turistin ( ister yerli ister yabancı ) öncelik sırasına göre üç gün gezip göreceği şekilde planlanıp yapılabilir.

Sayın kaymakamlarımız ve belediye başkanlarımız bu konuda birlikte irade beyan ettikleri takdirde biz bunun en iyisini bir ekip olarak yaparız. 13.03.2015. Hasan ŞİMŞEK.

TÜRK DİLİNİN ANADOLU’DAKİ BÜYÜK USTALARI

Türk dilinin Anadolu’da gelişip yaygınlaşmasında, iki büyük ustası var: Birisi tasavvuf edebiyatının zirvesindeki Yunus Emre öbürü ise halk edebiyatının zirvesindeki Karacaoğlan’dır. Her ikisi de bizim topraklarımızda dolaşmış, yaşamış, feyiz almış şairlerimizdir. Biz, bu yazımızda Yunus Emre ( 1240?- 1320? )’nin üzerinde duracağız. O yaşadığı dönemde Anadolu’yu karış karış gezmiş, Konya’da Mevlana ile buluşmuş, söyledikleri ilahilerle gönül dünyamızı doldurup zenginleştirmiştir. Onun şiirleri, yazı hayatından uzak, okuma yazma bilmeyen insanlarımız tarafından  köyde-kentte;kırda bayırda, özellikle dini ayinlerde hep söylene gelmiş, kulaktan kulağa insanlar tarafından ülkenin bir ucundan diğer ucuna sözle yayılmıştır.

Şiirleri halkın kullandığı sözcüklerle, halkın anlayacağı şekilde, az ve öz kelimelerle ifade edilmiştir. 700 yıldır değerinden hiçbir şey kaybetmeden şiirlerinin benimsenip okunması, halk tarafından benimsenmesi onun ne kadar büyük tasavvuf halk edebiyatı ustası olduğunun göstergesidir. Onun şiirlerine “nefes “bestelenmiş olanlara da “ilahi” denir. Konya Lisesi Edebiyat Öğretmeni rahmetli Ali Gündüz GÜRGEN Yunus’un şiirlerini kitabında “ özlü, olgun, dolgun “ olarak niteler.

O, Anadolu’yu karış karış gezdiği için her kent ona sahip çıkar ve mezarının kendi illerinde olduklarını söyler ve yazarlar. Son bilgilere göre de Prof. Dr. Hulusi GÜNGÖR mezarının Karaman’da olduğunu belgelerle ortaya koyduğuna ilişkin bir kitap yazmıştır. Karaman, Yunus’u sevmiş ve benimsemiştir. Orada kendi adını taşıyan bir türbesi, okulları, konferans salonu  vardır. Günümüzde bile Karaman’daki yaşam tarzı ile Yunus’un şiirlerinde işlediği yaşam tarzı bütünleşir gibi.

                                         ŞOL CENNETİN IRMAKLARI

Şol cennetin ırmakları                               Altındandır direkleri

Akar Allah deyu deyu;                              Gümüştendir yaprakları

Çıkmış İslâm bülbülleri,                            Uzandıkça budakları

Öter Allah deyu deyu.                                Biter Allah deyu deyu

Salınır tûba dalları,                                    Aydan aradır yüzleri

Kur’an okur hem dilleri;                            Şekerden tatlı sözleri

Cennet bağının gülleri                                Cennette huri kızları

Kokar Allah deyu deyu…                          Gezer Allah deyu deyu

Kimler yiyp kimler içer,                             Hakka aşık olan kişi

Hp melekler rahmet saçar;                         Akar gözlerinin yaşı

İdris Nebi hulle biçer                                 Pür-nur olur içi dışı

Diker Allah deyu deyu.                              Söyler Allah deyu deyu.

Yukarıda Okuduğumuz şiirinde ( nefes/ilahi ) inanç sembollerimizi az ve öz Türkçe sözcüklerle ifade edip ruhumuzun derinliklerine nüfuz ederek bizim duygularımız depreştirmesi ancak Yunus gibi bir dil ustası ile mümkündür. O, bir Türkçe dâhisidir. Düşüncelerini hiç fazla uzatmadan kelime kalabalığına boğmadan az, öz derin anlam ifade eden sözcüklerle anlatabilmiş büyük bir tasavvuf ustasıdır. Türkçenin yaygınlaşıp gelişmesinde onun şiirlerinin çok etkisi olmuştur. Karaman’ın oğlu Mehmet Bey’in fermanını amaca uygun en iyi kullanan ve hedefe ulaştıran büyük değerdir. Rahmetle anıyorum. 21.03.2015. Hasan ŞİMŞEK.

KARACAOĞLAN  ( 1606?- 1691? )

Âşık edebiyatına vücut veren sanatçılar arasında Karacaoğlan’ın ayrıcalıklı bir yeri vardır. Karacaoğlan bir sevgi adamıdır. O, doğaya insana ve özellikle karşı cinsine sevgisini o kadar duygulu o kadar güçlü işlemiştir ki, dört yüz yılı aşkın sürede, halkın yüreğinden silinmemiş, etkisinden bir şey kaybetmemiştir. Dilindeki yalınlık, anlatım ve anlam bütünlüğüyle ahenk güzelliği; benimsenmesini, sevilmesini sağlamıştır. Karacaoğlan, kendine özgü anlatım gücüyle, canlı ve içten söyleyişiyle, yaşamı algılamasıyla; halk şiir geleneğinin önde gelen ozanlarından biri olmuştur.

Karacaoğlan, XVII. Yüzyılda yaşamasına karşın, 1914 yılından itibaren yazılı basında görülmeye başlamıştır.

( bkz. Ahmet Özdemir, Karacaoğlan, Tarsus Belediyesi Kültür Yayınları 2. basım 2012,İstanbul )

Ahmet Özdemir, Karacaoğalan üzerinde araştırma yapan “ Âşıklar ve Âşık Edebiyatı “  şiir konusunda uzman bir kişi. İki yıl önce Taşeli  Yöresi  şairlerini ( Karacaoğlan, Fil Ahmet, Mehmet Çınarlı, Ahmet Tufan Şentürk, Mehmet Zeki Akdağ, Sami Tunca )  Sarıveliler Merkezde Belediye Başkanımız Sayın Hayri Samur’un himayelerinde yapılan etkinliğe Sayın Ahmet Özdemir’de Mehmet Zeki Akdağ’ı anlatması için davet etmiştik.  Kendileri gelemediler ama yazılı bir metin ile katkıda bulundular.

Sayın Ertaş,  40 yıldır Karacaoğlan bizdendir diye yazar. Rahmetli olan şairlerimizden Mehmet Çınarlı, Ali Gündüz Gürgen, hayatta olan Mehmet Zeki Akdağ, Mustafa Ertaş ve bazı entelektüellerimiz Karacaoğlan’ın yaşamının büyük bir kısmını bizim topraklarımızda Orta Torslarda geçirdiği kanaati ve bulgusu hâkim.

Ona ilişkin bilgilerle birlikte, şiirleri; 1918 yılından itibaren Yeni Mecmua, Babalık ( Konya’da ) Dergah, Türk Yurdu, Milli Mecmua gibi dergilerde görülmeye başlanmıştır.

Karacaoğalan’a ait ilk kitap, Sadeddin Nüzhet Ergun’un hazırladığı ve 1927 yılında Konya Vilayet Matbaasında bastırdığı 141 sayfalık kitaptır. Bu kitapta Karacaoğlan’ın 273 şiiri bulunmaktadır. Şiirlerinin Konya’da Babalık gazetesinde yayınlanmış olması tesadüfü olamaz. Bu şiirlerle yöre dili karşılaştırılınca Karacaoğlan’ın bizim topraklarda yaşadığı daha da netleşecektir. Yine mezarının 2014 yılında Başdere (Sarıveliler ) Ulucami bahçesinde bulunması yöreye ayrı bir heyecan vermiştir.

Bizim üzerinde durduğumuz nokta Karacaoğalan’ın Türk dilini en üst seviyede şiirlerinde işlemesi ve Anadolu halkının kelime dağarcığına il il, köy köy, oba oba gezerek söylediği anlam yüklü güzel şiirlerle yazı hayatımız olmadan katkı sağlamsıdır. O okuması yazması olmayan insanlarımızın duygularına en üst seviyede tercüman olmuş bir dil mimarıdır.

Tasavvuf şiirinde Yunus Türk dilinin gelişip yaygınlaşmasında ne kadar önemli ise halk edebiyatında da Karacaoğlan o kadar önemlidir. Prof. Kemal Yavuz’a göre Karacaoğlan Türk toplumunda hak ettiği yeri bulamamıştır. Kanımca bunun en önemli nedeni taassupluktur.

Karacaoğlan’ın dili  XVII. Yüzyıl Andolu’sunun konuşma dilidir. Yunus’tan üç yüz yıl sonra bu dilde bir değişiklik yoktur. Dini motiflerin etkisi ile yüzde beşlere bile ulaşmayan bir oranda Arapça ve Farsça sözcükler girmiştir. Bunların çoğu aslını kaybetmiş Türkçeleşmiş sözcüklerdir. Karacaoğlan’ın şiirlerinde kullandığı sözcüklerin yüzde doksan beşi Türkçedir. Anadolu halkının günümüzde yaşamında kullandığı dil, Karacaoğlan’ın şiirlerinde kullandığı dildir. Bu dil içindeki sözcüklerin bazıları bugün dahi aydınların dilinde bulunmayan sözcüklerdir. Çünkü Karacaoğlan şehir, kasaba çocuğu değil, aşiret, hâlinde yaşayan bir Türkmen çocuğudur. Kullandığı sözcüklerin çoğu yöresel niteliktedir. Sözünü ettiğimiz yöresel dil Torosların ve Güney Anadolu Türkmenlerinin dilidir. Bu dil, yalın ve arıdır. Göçebe bir yaşam biçiminin zenginlikleri  ile beslenmiştir. Şiirlerinde ses taklidi unsurlar fazladır. Bu unsurlar anlatım olanaklarına zenginlik kazandırmıştır. Dolaştığı yörenin deyimlerini ve atasözlerini şiirlerinde kullandığı gibi birçok deyimler de onun şiirlerinin yadigârı olarak k dil hazinemize kazandırılmıştır.

Çiftçinin tarlaya tohum ekip ürün olarak aldığı karşılığı, Karacaoğlan’ın şiirleri ile iletişim hayatında kullandığımız kelimeler meyvelerdeki tozlaşma olayı gibi halkı etkilemiş ve onun sözcük dağarcığını zenginleştirip doldurmuştur. Karacaoğlan, Türkçe sözcükleri bir ilden diğerine, bir oymaktan başak bir obaya coşkulu, duygulu  söylemleri ile taşıyan bir dil ustasıdır. İşte, duygu yüklü, anlam yoğunluklu  bir örnek:

 

                                   NİYE BÖYLE DARGIN BAKARSIN

Niye böyle dargın dargın bakarsın                      Yavrunun yaylası sulaklı otlu

Sen beni sözümde durmaz mı sandın                   Söyle kömür gözlüm dilleri tatlı

Hatırın hoş olsun birin bin olsun                          Bir yanı ekinli bir yanı otlu

Ettiğin yanına kalmaz mı sandın                          Bu dünyadan murâd almaz mı sandın

Hâlden bilenlere hayran olurum                           Yavrumun gözleri benzer şahana

Gönülden sevene kurban olurum                         Adı sanı gelmemiştir cihâna

Sen birini bulmuşsun ben de bulurum                 Uykusun gözüne etmiş bahana

Güzeller güzeli bulmaz mı sandın                       Tek yatana sabah olmaz mı sandın

Şüphesiz Karacaoğlan Türk dilini şiirlerinde, sansürsüz, dini ve mahalle baskılardan uzak, sözcük dağarcığında var olan kelimeleri pervasızca çekinmeden, korkmadan, özgürce sözle, sazla ifade etmiş büyük bir halk ozanıdır. Yunus’tan sonra Anadolu halkının kelime hazinesine/ söz dağarcına söz katan dâhi bir dil ustasıdır. Anadolu halkı onun şiirlerinde kullandığı sözcüklerle beslenmiş ve kendini ifade etmiştir. İşte Karacaoğlan’ın büyüklüğü gönüllü gezici Türkçe öğretmenliği işlevini görmesi ve Türk dilini yazı hayatının olmadığı yörelerde söylediği güzel şiirlerle halkın hafızasına girerek kelimeleri tarlaya tohum saçar gibi Anadolu’ya ekmesidir. Sarıveliler’e bu yaz Belediye Başkanı Sayın Samur büyük ozanın heykelini dikecek. 21 Mart 2015. Hasan ŞİMŞEK