KÖYÜM BÜYÜKKARAPINAR Hasan ŞİMŞEK

  • Skip to content
  • Ana menü bloğuna geç ve giriş yap.

Blok arama görünümü

Dolaşım

Arama

Buradasınız: Home

Ana Menu

  • Anasayfa
  • Büyükkarapınar Yazıları
  • Büyükkarapınar Kitabı
  • Basında Büyükkarapınar
  • Biyografik Eserlerim
  • Eğitim Danışmanlığı
  • Genel Yazılarım
  • Köyümüzden Haberler
  • Kim Kimdir?
  • Fotoğraflar
  • İletişim
  • Teşekkür

Anasayfa

10 KASIMA ACI BİR YOLCULUK

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
Yayın tarihi: Cuma, 06 Kasım 2020 06:39
Yazar: alidokur
Gösterim: 677

10 KASIMA ACI BİR YOLCULUK

“Karamanlı Sarı Paşa”, tarihçi Ali GÜLER’in Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ hakkında yazdığı ve belgelerle kökünün/ailesinin Karaman’dan Balkanlara gittiğini ispatlayan ve Genel Kurmay tarafından teyit edilen kitabın adıdır.(1) Ali Güler, kitapta Atatürk’ü Sarı Paşa olarak niteler. Nitekim mütareke yıllarında da Saray çevrelerindeki hanımlar tarafından Sarı Paşa olarak konuşulur.

Enver Paşa’nın karısı Naciye Sultan’dan nakledildiğine göre, saray kadınları, M.Kemal Paşa’ya Sarıgül…, Sarı Paşa yakıştırmasını yaparlar. Mustafa Kemal için düşünülen Sultan Hanım, Bayan Fansa’ya göre, Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’dır. Bu evlenmeyi isteyen de Padişah’tır ama Mustafa Kemal oralı olmaz. (2)

Kitabımızın sonunda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hastalığının son safhasından ANITKABİR’e olan yolculuğunu özet olarak okuyuculara şöyle bir hatırlatmaya çalışacağız.

Prof. Dr. Hamza Eroğlu’na göre, Mustafa Kemal ATATÜRK, çocukluk çağlarında sıtmanın dışında bilinen çocuk hastalıklarından başka bir hastalık geçirmemiştir. 1911 yılında Kolağası (kıdemli yüzbaşı)olarak Trablusgarp’ta (Libya’da) İtalyanlarla savaş sırasında geçirdiği göz hastalığı, iyi bir tedavi görmesine rağmen gözünde hafif bir şaşılık bırakmıştı.(3)

Yemen Cephesi’nden gelip Libya Cephesi’ne katılan Dr. İbrahim Tali (Öngören) de Mustafa Kemal’in Derne’de gözlerinden rahatsız ve ateşler içinde bulunduğunu, ısrarlar sonucunda menzil hastanesine kaldırılmış olduğunu hatıralarında yazar.

1915’te “ Kayıpların ağır olacağı endişesi ile Anafartalar cephesinde revir teşkilatını kurması için tümen doktorunu yanına alır. Üç gece uyku uyuyamamış, yalnız yorgunluktan değil, bir türlü silkip atamadığı, sürekli bakım isteyen sıtma nöbetlerinden ötürü halsiz düşmüş, avurdu avurduna yapışmış, benzi sararmış, çukura batık gözlerine dalgın bir ifade gelmişti.(4)

Ernst Jaeckh adında bir Alman dostu, Mustafa Kemal’in çok zayıf düşmüş olduğunu görür ve onun çökmüş hâli karşısında dehşete düşer. Buna rağmen, her zamanki gibi zihni iyi işlediğinden muhatabıyla derhal askerlik konularını görüşür.

1916 yılında Çanakkale muharebeleri sırasında bir akciğer iltihabı nedeniyle hastalanmış, ateşi yükselmiş görevini Fevzi Paşa’ya bırakarak İstanbul’a dönmüştür.

1918 yılında böbrek ağrılarından dolayı Viyana’da ve Karlsbad kaplıcalarında tedavi görmüş, Padişah değiştiği için Sadrazamın hemen dön telgrafına karşı dönememiş, Viyana’da Avrupa’yı kırp geçirmekte olan İspanyol Nezlesi’ne yakalanması, onun İstanbul’a dönüşünü geciktirmişti.Mütareke yıllarında İstanbul’da Şişli’de evinde bulunduğu sırada bir süre kulağından da rahatsızlaşmış.

Suriye’den çekilirken yakasını hiç bırakmayan böbrek sancıları Halep’e varışlarından az sonra yatağa düşürür. Ermeni Hastanesinde yatar. Hasta yatağında yerli yöneticiler ve generallerle toplantılar yapar, hastalığa karşı gösterdiği dayanıklılık doktorları şaşırtır.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Paşa böbreklerinden tekrar rahatsızlanmış Havza’da kaldığı sürece kaplıca kürlerinden yararlanmıştır.

General J. G. Harbord, Sivas Kongresi’nin bitiminden bir hafta sonra Mustafa Kemal ile görüşmesi esansında, “Sıtmadan rahatsız ve yorgun olduğunu söyler. Ama 2,5 saatlik bir görüşme süresinde kolaylık ve rahatlıkla konuşarak, düşüncelerini bir mantık süreci içinde öne sürdü.” der.

1921 Ağustosunda Sakarya Meydan Muharebesi sırasında kaburga kemiğinin kırılmasına rağmen kısa bir tedaviden sonra Alagöz Köyü’ndeki karargâhında Sakarya Muharebesini yönetmiş ve orduyu zafere ulaştırmıştır.

Cumhuriyet’in kurulma aşamasındaki dönemde yakın arkadaşları ile uzlaşma çalışmaları ve onları ikna etme çabaları esansında, Gazi bahçesinde dolaşırken bir kalp kriziyle yere yığılır. Kriz hafif geçer ama sonradan Ali Fuat Paşa’ya söylediğine göre, kendisini büsbütün kaybetmiş, sanki öbür dünyaya gidip gelmiş gibi olmuştu.

Milli Mücadeleyi izleyen dönemlerde, gençliğinden beri alkollü içkilere düşkünlüğü,çok fazla sigara içişi,çok fazla çalışması1923-1927 yıllarında kalp rahatsızlığı geçirmesine yol açmıştır. Tedavi bakım etkili olmuş ve birkaç ay sonra da sağlıklı bir görünümle 16 Mayıs 1919 tarihinden beri gitmediği İstanbul’a 1927’de gidebilmiştir.(5)

Dr. Asım Arar’a göre, 1936 Kasımında bir zatürre başlangıcı atlatır. Atatürk’ün ölümüne sebep olan karaciğer hastalığının başlangıcını 1936 aylarında aramakta hata olmadığını yazar.

Amansız hastalığı 1937 yılı başlarında görülmüş. Atatürk’ün hastalığına ilk teşhisi koyan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger olmuştur. 1938 Ocak ayındaki siroz hastalığı teşhisini daha sonra tedavisini devamlı surette yapan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’te aynı teşhisi koymuş. Karaciğerin büyümüş ve sertleşmiş olması Atatürk’ü bir hayli halsiz ve yorgun düşürmüştür. Yalova’daki kısa tedavi olumlu sonuç vermeye başlamış, genel durumda hissedilir bir iyileşme kendini göstermişti.

Hastalığının artması üzerine Fransa’dan meşhur karaciğer hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Fissinger (Fisenje) ‘yi Ankara’ya davet edilmiş. Fransız doktor, Prof Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr.Nihat Reşat Belger’in görüşlerine katılmış ve aynı tedaviye devam edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.

“Atatürk doktorların günlük konsültasyonlarını bir savaş planının tartışılmasına benzetiyor, bu savaşın konusu da kendi canı oluyordu. İnönü’nün de hasta olduğunu, bu yüzden İstanbul’a gelemediğini duyar. Fissinger’den Ankara’ya gidip kendisini muayene etmesini ister. Atatürk’ü uzun süre yalnız bırakmaktan korkan Fissinger, bir gün içinde Ankara’ya gidip gelir.

Dönüşünde İnönü’nün şekerden rahatsız olduğunu, ama ameliyat olmasını uygun görmediğini kendisine söylediğini bildirir. En sonunda Fissinger Paris’e dönmek zorunda kalır. Atatürk kalması için ısrar eder. Fissinger yaverlerinden birine: “ Bir gün daha kalacak olsam, ben onun dediğini yapmaya kalkacağım. Öylesine güçlü bir iradesi var” diyerek yolcu olur.

Hatay davasının büyük güçlükler göstermesi, hasta olmasına rağmen Mersin ve Adana’ya gitmesi, kızgın güneş altında saatlerce ayakta durarak Türk Ordusu’nu teftiş etmesi onu çok yorgun düşürmüştü. Hatay’ın bağımsızlığını kazandığını görmüş, Türkiye’ye ilhakını göremeden yaşama veda etmiştir.

Atatürk’ün Savarona yatına geçmesi ile hastalığın ikinci safhası başlamış, ayaklarında hafif şişme, karnında su birikmesi sonucu şişme ve büyüme baş göstermiştir. Hastalık üçüncü safhaya intikal ettiğinde Almanya ve Avusturya’dan getirtilen uzmanlar da hastalığa çare bulamamıştır. Eylül 1938’de su alınması için yapılan müdahale Atatürk’ü ilk komaya sokmuş, son safhasında 36 saat süren bir komadan sonra gözünü açan Atatürk’ün son sorusu:

-“Saat kaç? demek olmuştur.

Doktoru Reşad Belger’e göre,”…ilmin emrettiği bütün tedbirlerin ve tedavilerin hiçbirini tatbikten geri kalmadık. Yapılabilecek her şeyi muntazaman yaptık. Ne çare ki hiçbiri etkili olmadı… Büyük adam 10 Kasım günü sabahleyin saat dokuzu beş geçe derin bir dalgınlık içinde hayata gözlerini yumdu.” diyecektir. (6 )

(1) Güler Ali, Karamanlı Sarı Paşa, Karaman Belediyesi Kültür Yayınlarıdır. Karaman2008. .

(2) Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam C.I, s.358.

(3) Eroğlu Hamza, Prof. Dr. Türk İnkılap Tarihi, MEB Basımevi, 1982

(4) Lord Kinross, a.g.e. s. 147-148

.(5) Aydemir, Şevket Süreyya, Tek adam, Cilt III,

(6) Şimşek ,Hasan, Bir iletişim Dehası Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

CUMHURİYET'E BEŞ KALA

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
Yayın tarihi: Cumartesi, 31 Ekim 2020 20:22
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 518

CUMHURİYET’E  BEŞ  KALA

İzmir Göztepe’deki Latife Hanım’ın babasının köşkünde, Başkomutan, Başbakan (Rauf Bey), Yusuf Kemal Bey, paşalar, ve İstanbul’dan gelen gazeteciler .

Mustafa Kemal köşkün bahçesinde, İkdam gazetesinden Yakup Kadri’ye:

“Muzaffer ordumuza karşı kimse yeni bir savaşı göze alamaz. Birkaç gün içinde mütareke isteyecekler. Böylece Milli Mücadelemizin dört yıl süren ilk safhası kapanmış olacak. Şimdi bir yol ayırımındayız. Ya ülkeyi ve milleti, İstanbul’un o teslimiyetçi , çağ dışı zihniyetine ve rejimine  terk edeceğiz; ya da akılcı, bilime öncelik verin , bağımsız, özgür , başı dik , yeni bir toplum olacağız. Sizce hangi yolu seçmeliyiz? “Yakup Kadri: “Tabi ki akıl yolunu” der. (1)

“Evet, asıl kurtuluşa akıl yoluyla varabiliriz. Bunun için Milli Mücadele’nin ikinci safhasını açmalıyız. Zor, çetin bir yol. bağnazlıkla, dar görüşlülükle, önyargılarla, hurafelerle,  iliklere işlemiş cahillikle, din tüccarlarıyla, belki uyanmamızı istemeyen dış güçlerle de mücadele edeceğiz.” (2)

Mustafa Kemal, kafasındaki düşünceleri İstanbul’daki milliyetçilerin sesi olan İkdam temsilcisine böyle açıklarken,

Ankara’da kulis faaliyetleri alabildiğine yoğunlaşmıştı.

Savaştan sonra hiç kimse bir ihtilalden yana değildi. Devlet düzeninde bir değişiklik istemiyorlardı. Vahdeddin hal’edilmeli yerine Abdülmecit Efendi geçmeli idi. Barış olunca da Büyük Millet Meclisi İstanbul Fındıklı’daki yeni binasına yerleşince, her şey yoluna girmiş olacaktı.

Hürriyet ve İtilaf Partisi yandaşı gazete haberlerine göre, Anadolu son sözü Babıali’ye bırakmalı idi. Şeriat yanlısı ve halifeci hocalar, Mustafa Kemal’in padişahlığı kaldırmak gibi bir cinayet işlemesinden ödleri kopuyordu. Onlara göre halifelik padişahlıktan ayrılamaz Cismani nüfuzu ve kuvveti elinden alınamaz.  Alınırsa şeriat yürümez.(3)

Mudanya Mütarekesi’nde TBMM temsilcisi sıfatı ile görüşmeleri  yapan ismet Paşa, M. Kemal tarafından, Lozan görüşmelerine aday  gösterilirken, Rauf Bey ve Kâzım Karabekir Paşa  da bu göreve talipti. M. Kemal, Dış İşleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek’in ve bazı diğer önemli kişilerin görüşlerini alarak İsmet Paşa’yı Lozan’a  Dış İşleri Bakanı sıfatıyla gönderir.  İsmet Paşa bu görevin zor olduğunu bildiğinden gitmek istememiş olsa da M. Kemal’in kuvvetli ısrarı karşısında Lozan’a gitmek zorunda kalmıştır.

Mustafa Kemal ilk Kuva-yi Milliye arkadaşları ile arasındaki uzaklığı gidermek için çalışıyordu. İstanbul’a   gidecek olan kuvvetlerin başına Refet Paşa’yı getirdi. Refet Paşa Anadolu Hükûmeti’ni İstanbul’da yerleştirmek ve işgal kuvvetlerinin otoritesini eritmek için bütün enerji ve hünerini kullanır.

Türk askerinin İstanbul’a girişini gören Yüzbaşı (ajan) Armstrong der ki:” Ruhumun isyan ettiğini duyuyorum. Türkler sanki Kanuni Sultan Süleyman devrinde imişler gibi düşünüyorlardı. İngiltere İmparatorluğu bütün şerefinin bütün Asya’ya karşı, çamurlara yuvarlanması gururumu yaralıyordu.”

Lozan Antlaşması  imza töreninden sonra biri  Amerikalı muhabir yazısını şöyle sonlandırıyordu:” Garbın şark önünde eğiliş, hiçbir zaman bu kadar aşağıca olmamıştır.”

Mustafa Kemal’e göre saltanatı kaldırmadıkça ve milletin kendi kaderini yalnız kendi hâkim olduğu dünyaya anlatmadıkça bu karışıklıktan kurtulma imkânı yoktu.

İstanbul Hükûmeti’nden de Lozan’a temsilci istemeleri, saltanatın kaldırılmasını kolaylaştırmıştı.

Artık Osmanlı imparatorluğunun çöktüğünü, yeni bir Türk Devleti’nin doğduğunu ilan etmek gerekirdi. Saltanatı kaldırma teklifi Meclis’e geldi. Şiddetli karşı çıkışlar ve konuşmalar sonucu  Mustafa Kemal’in kürsüye gelip  tarihi bir konuşmasından “ Hâkimiyet ve saltanat hiç kimseye  hiç kimse tarafından ilim icabıdır diye müzakere ile verilemez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, zorla alınır. Türk milleti bu hâkimiyeti kendi eline almıştır.”  ve “… ihtimal ki bazı Kaflar kesilecektir.”ifadesinden sonra  Karma Komisyon açıklamaların  kendilerini aydınlattığını söyleyerek işi kısa keserler.

Zaferden sonra orduda terfiler yapılır. Muhalefet bu terfi yetkisinin Meclis’te olduğunu savunur. Başbakan Rauf Orbay ise işin yasal prosedür içinde yapıldığını söylese de ikna olmazlar. Ali Şükür ileri geri konuşur ve M. Kemal’e hakaret eder. Sonrası malum, Topal Osman, Ali Şükrü’nün bu hakaretine dayanamaz korumacılığını yaptığı Mustafa Kemal’e yaranmak için Ali Şükrü’yü  evine davet ederek  boğar. Mustafa Kemal Muhafız Taburu komutanı İsmail Hakkı’ya emir vererek Topal Osman’ı ve yandaşlarını çatışmada ortadan kaldırır. Böylelikle Milli Mücadeledeki s son çeteciler de ortadan kaldırılmış olur.

Meclis’te İttihatçılar, Şeriatçılar, saltan yanlıları, çıkar peşinde olanlar Mustafa Kemal’e karşı güçlü bir muhalefet oluşturmuşlardı. Mustafa Kemal Parti kurmaya karar verir.

Partisinin hangi sınıfa dayanması doğru olurdu? Çiftçilere mi? esnaflara mı? Memur ve aydınlar mı?, Tüccar ve sanayicilere mi?

Bunların hepsi halk değil mi? Hepsi biz değil miyiz? der. Partisinin adını koymuştu. İstanbul gazetecileri tarafından adının telaffuz edilmesine kadar bekler. Parti’nin isim babası İstanbul gazetecileridir.

Bir ara Muhalifler Meclis’e bir önerge vererek bugünkü  sınırlar dışında kalan yerlerde doğanların milletvekili adaylığı kısıtlanmalı idi. Bu düpedüz Mustafa Kemal’e karşı kurulan bir tuzaktı. Oturumu yöneten Adnan Adıvar verilen teklifi komisyona havale etti. Bunu  duyan Mustafa Kemal söz aldı ve açıklamalarda bulunarak önergenin iptalini sağladı.

Lozan Antlaşması sonucunda, Başbakan Rauf Bey, İsmet Paşa’yı tebrik etmedi. Mustafa Kemal  birlikte yola çıktığı eski arkadaşları olan Ali Fuat , Rauf Bey, Refet Bey ve Kâzım Karabekir ile yolların ayrılmaması için çok çaba sarf etse de,  çok dil dökmüş olsa da farklı görüşte oldukları için yolları ayrılıyordu.

O, Meclis’te ya da diğer toplantılarda, herkesi konuşmalarında sonuna kadar serbest bırakmak ve hiç hoşuna gitmeyecek fikirleri dahi sonuna kadar dinleme sabrını göstermek. Kesin kakarını verinceye kadar dinlemek. Kesin kararda herkesle beraber, herkesle inanarak, ortaklaşa bir karar hâline sokmaya dikkat ederdi. Ona göre,

“ Bazen hiç ummadık anlarda ben çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir fikri aşağı görmemek lazımdır. Sonunda kendi fikrimi tatbik edecek bile olsam ayrı ayrı herkesi dinlemekten zevk alırım.” diyecektir.

28 Ekim 2020, Hasan ŞİMŞEK

KAYNAKLAR:

(1) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.108

(2) Turgut  Özakman, Çılgın Türkler s.676

(3) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.336

Sayfa 6 / 82

  • Başlangıç
  • Önceki
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • Sonraki
  • Son

Bizi Ziyaret Edenler

Bugün 1

Dün 18

Haftalık 78

Aylık 353

Toplam 18695

Currently are 4 guests and no members online

Kubik-Rubik Joomla! Extensions

Gücünü veren Joomla!®