Anasayfa
50 YIL ÖNCE BÜYÜKKARAPINAR
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Cuma, 01 Kasım 2013 17:50
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3721
50 YIL ÖNCE BÜYÜKKARAPINAR
50 yıl önce biz çocuklar, köyümüz Büyükkarapınar’da şimdi rahmetli Süleyman Hoca’nın torunlarının oturduğu Fırıngözü’ndeki binalarda eğitim öğretim yapardık. Okul ile bahçe arasında köy tarafına giden bir arık vardı. Arığın altındaki okula ait bahçede öğretmenlerimiz fasulye ,domates, patates, soğan gibi sebzeleri yetiştirirlerdi. Okulun Başöğretmeni Seyit Özçimen’di. Hüseyin Şahin, Ahmet Uğurlu, Fehmi Özer bizlerin öğretmenleri idi. Ben son iki sınıfı Fehmi Bey’de okudum. Fehmi Bey avcılığa meraklı olduğundan köyün dağını taşını adıyla sanıyla herkesten çok iyi bilirdi. Onunu böyle bir özelliği vardı. 50 sene sonra bu yıl 29 Haziran 20013’te oğlu Zafer ile birlikte Sarıveliler ilçe merkezinde birlikte bir kültürel etkinliğe katıldık. Böyle bir girişten sonra köyümüzde ekim ayında yapılan etkinliklere gelelim:
İçinde bulunduğumuz bu ekim ayında bahçelerde avarlar bozulur güzel oyun oynama ( arası kesme ) alanı olurdu. Köy çevresindeki tarlalarda gönen edilir buğday ekimine hazırlanırdı. Ekin ekme işi yaylalarda bu ayın sonunda tamamlanmış olurdu. Mısır tarlalarındaki mısırlar kesilir ve damlarda kurutulurdu. Diğer taraftan cevizler silkilir toplanır ve damlarda kabukları soyulur gölle hâline getirildikten sonra damlarda kurutulurdu. Şimdi orman arazisi kabul edilen Yerbağlarda yetiştirilip kurutulana kuru üzümler çuvallara doldurulup alıcısını beklerdi. Diğer taraftan pekmez kaynatılır, Güzve Dağı’ndan odun getirilirdi. Güzve Dağı’dan odun getirmek bayağı bir eziyetti. Gecenin birinde yola çıkılır iki üç saat gittikten sonra ormana varılır, çakılan çakmakla kurumuş ağaçlar ve kökleri bulunur kuru odun yapılırdı. Sabah ezanı ve alaca karanlıkta odun eğleme işi bitmiş ve hayvanlar yüke durmuş olurdu. Benim hayatımda yaptığım en zor işlerden biri bu Güzve Dağı’ndan odun getirme işi idi. Ekimi ayı kışa ve gelecek seneye yoğun olarak hazırlanışın bir zaman dilimidir. Son tarlalarda ekin için gönen edilir tarlalar ekilir. İzmir ve Mersin’ e işçilik yapmak amacı ile gücü yeten insanların gidişi başlar. Ekim ayı aynı zamanda gurbete “para kazanma” amacı ile giden insanların bir ayıdır. Toplu olarak dalga dalga Davdas Çalı üzerinden sırtlarında üç günlük azık ve bir kat iç çamaşırla Taşkent yolundan yaya olarak Taşkent’e çok daha eskiler, Karaman ve Eğiridir’ kadar gider oradan trene binerlermiş. Dedem Ağası (Abdullah Kutlu) Taşkent-Hadim-Bozkır-Seydişehir-Beyşehir yolundan Eğridir’e kadar yaya gidip oradan Ayrancılar yakınındaki Pancar tren istasyonunda indiklerini bir sohbet sırasında 1972 yılında anlatmıştı.
50 yıl önce köyümüzde 2000 civarında koyun keçi vardı. Her evde bir çift öküz ve bir eşek bulunurdu. Köyümüz 120 hane idi. At ve katır sayısı çok düşüktü. Çok az sayıda ailelerde at vardı Kiyanın Ali’de, Kamil Usta’da ve Gök Mehmet’te, takavüt’ün damadı Ali Çavuş’ta… birkaç ailede de katır vardı. Araba hiç yoktu Ermenek’ten tek tük 5 tonluk kamyonlar gelir, köyün alt tarafındaki rampadan çıkamaz tekerleri patinaj yapar, mavinler de çevredeki bahçe duvarlarının üstündeki çalıları fütursuzca alır tekerin altına koyarak arabanın kaymasını önlemeye çalışırlardı. Bu kamyonlar köyün çeviz kütüklerini taşımak için gelirlerdi. Daha büyükleri Kemer Köprü’den geçerken çok zorlanır yine de geçerlerdi. Onların köprüden geçme ve rampaları çıkma uğraşılarını biz çocuklar merakla izlerdik.
50 yıl önce köy halkı çok fakirdi, satın alma gücü yok denecek kadar azdı. Kibrit kutusundaki kibrit çöpleri bitmesin diye ocaktaki ateşleri üfüleyerek nefes tüketircesine yakarlardı.
Her evde sabahları hamur yoğrulur ekmek edilir, cevizli ,patatesli, kendirli bitçiler , acı kaymaklı ve kavurmalı sıkmaçlar yapılırdı. Her sabah ekmek yapma işi anneler için olağan bir şey olsa da bugün geriye dönüp bakıldığında ne kadar zahmetli bir iş olduğunu ve annelerimizin ne kadar zor şartlarda yaşadığını düşünüyorum. Tüp gazlar daha köylerde değil şehirlerde bile yoktu. Ekmekler evlerdeki ocaklarda ateş yakılarak sacta pişirilirdi. Bir kişi yufka açar diğeri pişirirdi, aynı kişi bazen hamur yoğururu, ekmeği açar ve saçta pişirerek iki üç kişinin yardımlaşa yapacağı işi yapmaya çalışırdı. Bu arada sabahın soğunda kesme çorbası yapılır üzerine kekik atılarak afiyetle içilirdi.
Kışa hazırlık, hayvanlar için saman stoku ve samanlıkların dolu olması gerek, odunların kesilip küren küren yığılması gerek. Bunlar hep ekim ayında yapılan işlerden sayılırdı.
Ekim ayı kışa yoğun olarak hazırlandığımız bir aydı. Halkımız çevre köylerde olduğu gibi son derce fakir ve satın alma güçleri yoktu. Köylerde varlıklı olarak sayılan insanlar ancak Birinci Dünya Savaşı’nda gazi maaşı alan insanlar ve onların çok yakınları sayılırdı. Bu maaşlar da üç aydan üç aya 15-20 lira gibi para idi ama bugüne göre çok kıymetli varlıklardan sayılırdı. Bu maaşı bizim köyden tek bir kişi alırdı.
Sonuç olarak 50 yıl önce köyümüzde kiraz ve elma yetiştiriciliği yoktu. Sonbaharda herkes gurbete para kazanmaya ( ameleciliğe ) giderdi. Köyünde var olan arazisine de emek yoğun bakma fırsatı olmazdı. Yazın bir salkım üzüme hasret olan insanoğlu var olan bir arazisinin duvar başına ya da bir köşesini üç dört çubuk fidanı dikecek zamanı mı olmazdı, ihmal mi ederdi bilemiyorum. Cevizler de kendiliğinden yetişirdi. Özetle 50 yıl önce çok fakir ve yoksulduk. 17.10.2013. Hasan ŞİMŞEK
İŞTE TARİH, İŞTE YAYLA; BÜYÜK KARAPINAR YAYLASI
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Çarşamba, 23 Ekim 2013 10:11
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2185
İŞTE TARİH, İŞTE YAYLA; BÜYÜK KARAPINAR YAYLASI
Bu yazdıklarım bir hayal ürünü değil, bizzat yaşadığım olaylar. Ermenek Selçuklu Otele geldiniz. Birinci gün kent ve Baraj ve Zeyve tarafları, ikinci günü Tekeçatı civarı, ya üçüncü günü ne yapacaksınız. Otelde ve kentte pinekleyecek bir durumda değiliz. Size bir günlük güzel bir gezi programı yapalım. Otelinizden ya da kaldığınız mekândan saat 10.00’da arabanızla çıkınız. Tepebaşı Yolçatı’nda yani Akmanlar Petrolün oradan Tepebaşı tarafına sapınız. Köyü geçtikten sonra yukarı tırmanırken keskin bir viraja rastlaycaksınız, bu virajın şimdiki adı Muhsin Gündüz virajıdır. Muhsin Gündüz (Aczmendi lideri ) Ermenek hapishanesine giderken burada kaza yapmış, çok keskin ve ölümcül bir virajdır. O nedenle adı Muhsin Gündüz virajı olarak kalmış. Virajdan 4,5-5 km yukarıda Tepebaşı Yaylası’na varırsınız. Yukarı bakınca orada boylu boyunca uzanan bir sırt görürsünüz. Oraya Uğurlu Köristan’ı denir. Sırta varmadan Tepebaşı Yaylası’ndan sağa toprak yoldan sapınca, Bizans İmparator Zenon’un ( köyünün ) Yaylası’ndan ( Elmayurdu )geçerek Büyükkarapınar Yaylası sınırlarına girersiniz. Bundan 40-50 yıl önce çorak verimsiz, hiçbir toprak değeri olmayan Tuzluk denilen bu yerde elma, kiraz ve kaysı bahçeleri var. Tatlı bir yorgunlukla eski Muhtar Ali Sezer’in konuğu ol. Şöyle etrafını bir kolaçan et, ne var ne yok diye, Ağustos 15’te orada kiraz, kayısı bulup ağacın dalından koparıp yiyebileceksin. Muhtar Ali ve eşi ile konuş, Azizi Sokrates kilisesi ziyaretinden dönüşte ne ikram edebileceklerini. Kilise kalıntısına Muhtar Ali ile birlikte gidiniz. Oradan ve Karapınar Yaylası’nın her yerinden Başyayla, Üzümlü, Katranlı, Yukarı ve Aşağı İzvit, Güneyyurt, Cenne, Boyalık ve Ermenek’i çeşitli yönleriyle görebilirsiniz. Bol bol fotoğraf çekiniz. Aç kalırız diye korkmayın önceden konuşmuş olduğunuz Muhtar Ali’nin eşi size güzel taze tereyağlı çörek, ayran ikram edecektir. İsterseniz taze peynir, kuru keş, tereyağı ve diğer komşulardan mevsim uygun olursa yayla balı satın alabilirsiniz. Mevsimi uygun düşerse kaysı, kiraz ve elma da var.
Burada her ayın kendine göre bir güzelliği var, Nisan Mayıs ayında yaylaya özgü çiçekler, kuşlar, Temmuz ve Ağustos aylarında kiraz, kayısı, eylül ayında da domates, mısır, patates, fasulye bulmak mümkündür. Yaylanın o çelimsiz, çirkin görünümlü patatesini mevsiminde giderseniz bir deneyiniz.
Yazın Büyükkarapınar Yaylası’ndan harika fotoğraflar çekebilirsiniz. Bunların bir kısmını www. Hasan Şimşek.com.tr. de görebilirsiniz. Muhtar Ali Sezer’den peynir, yoğurt, tereyağı ve diğer komşulardan bal ve mevsimine göre özellikle Ağustosta kayısı ve kiraz alıp evinize götürebilirsiniz. 40-50 yıl önceki Yayla yaşantılarını Ali Sezer ve diğer komşular özelikle Paşalı ve Muhtar Hüseyin sizlere anlatacaktır. Bunların üçü de köyde muhtarlık yaptılar ve yayla evleri var. Sorumluluk bilincinde olan insanlar.
Varlığı bilinip de bir türlü bulanamayan Aziz Sokrates Kilisesi’nin öyküsü Köyüm Büyükkarapınar kitabında uzun uzun yazdık. Bundan yüz elli yıl öncesi bu kiliseye bizimkiler Sarı Kilise derlermiş. Böyle olduğunu tarla alım satım senetlerinden buldum. O eski yollardaki taş döşemeler hep İmparator Zenon ( 450-476 ) zamanında döşenip yapılmış. Ermenek dahil ( Dekapolis- On kent ) on kente İmparator olduğu dönemde çok hizmet vermiş. İmparatorluğun imkanlarını burası için kullanmış, kullanmış ama o devrilince yerine gelenler bu yöreyi cezalandırmış. Daha sonra Fatih Dönemi’nde olduğu gibi. Demek ki tarih tekerrür etmiş.
Çok önemli bir hatırlatma Azizi Sokrates Kilisesi’nin bulunmasına vesile olan su yolu öyküsünün ve suyun kaynağı olan Beypınarı’ndan mutlaka su içiniz. Gerekirse yedek de yanınıza oradan su alabilirsiniz.
Bizans İmpartoru Zenon’un köyünün yaylasında oksijeni bol, yeşili bol, tarihi ve obaları bol bir nostalji yaşayıp akşamüstü Uğurlu Köristanı’nı da gezip Ermenek’e döneceksiniz. Ermenek’ten Yayla 40 km’dir. Buradan Yörüklerin göç yollarını da görmeniz mümkündür. Siz bu geziye hazır olduğunuz zaman Selçuklu Otel’in güler yüzlü müdürü Ata Gür yol ve organizasyon konusunda size yardımcı olacaktır.
23.10.2013
Hasan ŞİMŞEK