DURMUŞ ALİ ÖZBEK
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Perşembe, 09 Mart 2017 19:37
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3178
DURMUŞ ALİ ÖZBEK
1960 yılında Ermenek İlçesi, Yukarı Çağlar Köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Güneyyurt Kasabasında, liseyi parasız yatılı olarak Akşehir Öğretmen Lisesinde okuyarak 1979 yılında mezun oldu.
Üç yıla yakın Konya merkezde inşaat işçiliği yaptı. 1983 yılında Burdur Eğitim Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra 1983-1990 yılları arasında Mardin’de, 1990-1994 yılları arasında Konya-Karapınar’da sınıf öğretmenliği yaptıktan sonra Konya merkeze atandı. 1999 yılında Açık Öğretim Fakültesi, Türkçe Öğretmenliği Lisansını tamamladı. 2014 yılı Ağustos ayında emekli oldu.
Bugüne kadar çeşitli yarışmalardan şiir dalında bir birincilik, iki ikincilik ödülü almıştır. Yine hikâye yazma dalında bir ikincilik, Karikatür dalında üç birincilik, iki ikincilik ödülü almıştır. En son ödülünü Konya ili, Selçuklu Belediyesinin “Belediye ve İnsan” konulu düzenlemiş olduğu karikatür yarışmasında mansiyon ödülünü almıştır. İki kere kişisel resim sergisi açmıştır. Yeni Konya Gazetede haftalık olarak elli iki sayı karikatür sayfası yayınlamıştır.
İlkokul 1.sınıflara yönelik okuma yazma seti, 2, 3 ve 4. sınıflara yönelik test kitapları yayınlanmıştır.
Şiirleri Mavera, Eylül, Öğretmen, Karapınar Öğretmenler Günü Dergisi, Konya Öğretmenler Günü Dergilerinde yayınlanmıştır. Ayrıca Konya Kültür Gazetesi, Yeni Meram, Merhaba ve Yeni Konya Gazetelerinde şiirleri yayınlanmıştır. Merhaba, Yeni Konya Gazetelerinde, Gaziantep Öğretmen Dergilerinde karikatürleri yayınlanmıştır. Çeşitli dergi kapakları dizaynını gerçekleştirmiştir. Dostlarına ait beş kitabın kapağını hazırlamıştır.
www. izvit.com sitesi editörlüğü ve Ermenek Haber sitesini yedi yıl yöneticiliğini yapmıştır. Şu anda ise www.medyaermenek.com haber sitesinin sahibi ve yöneticiliğini yapmaktadır.
Sbide Kenti Antik-Yukarı Çağlar Kitabını 15 Eylül 2015 te yayımlanmıştır. İkinci kitabı Torosların Yukarısı Ermenek kitabını Şubat 2017'de yayınlamıştır. Ayrıca şiir, hikâye, masal, araştırma ve derleme çalışmaları yayınlanmayı beklemektedir. Çeşitli yerlerde yayınlanan şiirlerinden biri Gurbet Sanatçısı Sayın Niyazi Serci tarafından bestelenerek cd olarak satışa sunulmuş, bir şiirini de kendisi besteleyerek ulusal bayramlarda öğrencilerine söyleterek büyük beğeni toplamıştır.
Evli olup, iki kız, bir oğlu ve iki kız torunu vardır.
SBİDE ANTİK KENTİ
Sbide Antik Kenti’ni İnternetten tanıdığımız İZVİTLİM yazmış.
Günümüzdeki adı ile Yukarı Çağlar köyü eskilerin deyimi ile İzvid-i Ûlvî –Yukarı İzvit’i her yönü ile anlatan bir kitap, yayınlandı, SBİDE ANTİK KENTİ.14,5 X 21,5 ebadında adına yakışır görsellerle bezenmiş, kroma lüks kâğıda basımı yapılmış güzel bir kapak, iç baskı temiz, kitap kâğıdına basılmış 492 sayfadan ibaret, 500 adet bastırılmış, sadece baskı giderlerini karşılamak adına meraklılar ve ilgili kişiler alabilsin diye 40,00 TL’ye satışa sunuluyor. İşi uygulayan ve bilen biri olarak şunu okuyucularla paylaşmalıyım: Aslında baskısı az tutulan bu tür kitapların normal fiyatı 120,00 -130,00 TL arasında olması gerekir. Bu fiyatlar bile az baskıda yazarın emeğini karşılamaz. Ama amatör ruhlu öğretmenlerin ve amatör yazarların böyle cesur girişimleri olabiliyor. Onların yaptıkları, sadece emeklerinden maaşlarından özveri ile kısıntı yaptıkları fedakârca bir davranış örneğidir. Bizler de bu ve benzeri kitaplardan birer tane alarak hem yöremizi tanıma hem de gelecek araştırmacıları destekleme adına iyi olacağını düşünüyorum.
SBİDE ANTİİK KENT’in yazarı Emekli Öğretmen Durmuş Ali ÖZBEK, daha internetin yaygınlaşmadığı dönemlerde (2001) “İzvitlim” internet sitesini yayına sokan ve Taşeli Yöresi görselleri ile bizlere sıla özlemi gideren bir hemşehrimizdir. Daha sonra arkadaşları ile “ermenek haber “ şimdilerde de “medya ermenek” internet sitesinde yöresel yayın yapan bir arkadaşımızdır. En hızlı Ermenek haberlerini onun sitesinde okuduk ve gördük. Uzun bir çalışmasının ve birikiminin sonucunda, internet araştırmacılığını da bununu üzerine koyarsak, köyü Yukarı Çağlar( Yukarı İzvit’ )’in geçmişten günümüze, anılar ve belgesellerle desteklenen bu kitabı yazmış.
Kitapta öne çıkan Yukarı Çağlar’da bir antik kentin varlığı ve bunun uzun görsellerle, belgelerle desteklenerek anlatılması çabası var. Çabası var dedim, çünkü herkes bu ülkede yaşam derdinde, geçim derdinde, ekmek derdinde. Bir köyde ya da bir kentte eski uygarlıklarla ilgili önemli bir bulgunun varlığı, çevre halkına ve yönetim kademesinde bulunan insanlarımıza çok fazla bir heyecan vermediği gibi, ilgi alanlarına da girmiyor. Kitaba şöyle bir baktığımızda eski kaymakamlardan sonradan vali ve profesör olan Bahattin Güney’in yoğun emek vererek yaptırdığı Ermenek ve köyleri ile ilgili bir envanter çalışması ile Sbide Antik Kenti’ne karşı duyarlılık gösteren bir Belediye Başkanı rahmetli Halil AKBULUT var. Günümüzde ise kitapta Ermenek Kaymakamı Sayın Eyyüp GÜNGÖR ile Güneyyurt Belediye Başkanımız Sayın Celil YAĞIZ’ı görüyoruz. Onların da kendi çaplarında Yukarı Çağlar’a ve antik bir kent olan SBİDE’ye katkıları olduğunu anlıyoruz.
Kitap altı bölümden oluşuyor, birinci bölümde Yukarı Çağlar’ın yeri ve konumu, adının nereden geldiği,
İkinci bölümde, Karamanoğulları Beyliği öncesi dönem, Roma ve Bizans dönemleri ve bu dönemde öne çıkan “Antik Sbide Kenti “’ne görsellerle ve belgelerle vurgu yapılarak tarihi önemi üzerinde durulmuş.
Üçüncü bölümde ise Yukarı Çağlar’da Karamanoğulları Beyliği dönemindeki tarihi yapılar, özellikle 1350 yıllarında yapıldığı sanılan Karamanoğulları Camisi ve diğerleri fotoğraflar ile anlatılmaya özen gösterilmiştir.
Dördüncü bölümde, ulaşılan belgelerde Yukarı Çağlar çeşitli yönleriyle anlatılmış,
Beşinci bölümde 1844-185 yıllarında tutulan temettüat defterinde Yukarı Çağlar, o dönem köy, 89 hane imiş. Temettüat kayıtları köyün geçim kaynakları hakkında bize ilginç bilgiler veriyor.
Altıncı bölümde, Yukarı Çağların etnografyası başlığı altında köyün köklü aileleri, yönetimi, eğitimi, geçim kaynakları vs. uzun uzun anlatılıyor.
Sonuç olarak bir köy kitabı olsa da zaman içinde yaşanmış olaylar, belgeler, yönetim, inanç dünyamız, eğitim öğretim, ekonomik, toplumsal faaliyetler hakkında günümüz insanlarını bilgilendirdiği gibi diğer araştırmacı yazarlara da ipucu verecek nitelikte bir başvuru kaynağıdır. Yazar Durmuş Ali Özbek’i köyüne ve yöremize böyle bir eser kazandırdığı için tebrik ederiz.
10.11.2015
Hasan ŞİMŞEK
Kitap isteme adresi:
Bu e-posta adresi spam robotlarından korunuyor. Görebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir. Bu e-posta adresi spam robotlarından korunuyor. Görebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir. ,
Bu e-posta adresi spam robotlarından korunuyor. Görebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir. Bu e-posta adresi spam robotlarından korunuyor. Görebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir. ,
Tel: 0535 544 97 67- 0505 918 14 42
TOROSLARIN YUKARISI ERMENEK
Güzel bir kitap, (İZVİTLİM) Durmuş Ali ÖZBEK yazmış, bu ikinci kitabı, kapağında olduğu gibi içi de buram buram Ermenek kokuyor.
Torosların Yukarısı ERMENEK kitabı 14,5x 21,2 cm ebadında 160 sayfa. 53 yazı var, bunlardan 5’i şiir, diğerleri Ermenek ile ilgili köşe yazıları.
Durmuş Ali Özbek Bey, Ermenek ile ilgili sorunları, yapılması gerekenleri, çözüm yollarını ve kimlerin katkı yapabileceğini yazmış.
Yazmış olduğu köşe yazılarında, okuyucuların katkılarına da yer vermiş. Aramızdan ayrılan ve yüreği yöremiz için çarpan Hulusi Soydal’a da yorumlarda yer vermesi takdire değer bir davranış.
Torosların Yukarısı ERMENEK’te geçmişten izler, günümüzde yapılanlar ve gelecekteki hayallerimizi okuyup yaşayabilirsiniz.
Köşe yazılarının başlıkları ilginç olduğu kadar, içerikleri de ilginç bir yöntem ve düşünce ile anlatılmış. Yazılarını yerine göre öyküleştirmiş, yerine göre de belgeleştirmiş. Örneğin, Torosların Saklı Kenti Ermenek, Diren Kara Lastik, Taş Ağırı Memleketim, Yusuf Gelmez mi Acaba?
Herkes “Kentsel Dönüşüm” derken D. Ali Özbek “Köysel Dönüşüm Gerekir mi? “ diyor ve köylerdeki eski yapılaşmanın günümüz şartlarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiğini köyünde yaşayarak görüyor ve çözüm öneriyor.
Gerçekten artık köy sokaklarında taşıma arcı olarak eşekler değil, traktörler ve otomobiller dolaşıyor ya da dolaşmak istiyorlar. Dar sokaklarda yangın söndürme araçlarının bile girmediği/ girmekte zorlandığı biliniyor ve günün şartlarına göre köylerde yeni iskân planları yapılmasını öneriyor.
Torosların Yukarısı ERMENEK, Durmuş Ali ÖZBEK’in ikinci kitabı, birinci kitabı ise geçen yıl yayınlanan Sbide Antik Kenti idi. Sbide Antik Kenti her yönü ile dolu dolu bir kitap. Bu kitapta ise yazarın çoğumuzun ilginç bulabileceği seçme köşe yazıları var.
Kitapseverlerin ve kültüre destek vermek isteyenlerin fiyatı 15,00 TL olan bu kitaptan birkaç tane alıp meraklı okuyuculara, yakınlarına hediye edebilirler.
Kültür için belirli fon ayırmak zorunda olan belediyelerimizin bu konuda ilgilenmeleri ve katkı sağlamaları beklenir. İş adamlarımızın da katkısı elbette beklenir. Karaman’da senede on kadar kitap çıkarılıyor ve yayınlanıyor. Yayınlanan bu kitapları Karamanlı iş adamları finase ediyor. Ermenek bunu duymalı ve görmeli diye düşünüyorum. 06.02.2017
Hasan ŞİMŞEK
Kitabın isteme adresi:
Durmuş Ali ÖZBEK:
Bu e-posta adresi spam robotlarından korunuyor. Görebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir. Bu e-posta adresi spam robotlarından korunuyor. Görebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir. ,
GSM: 0535 544 97 67
0505 918 14 42
ALİ GÜNDÜZ GÜRGEN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Çarşamba, 08 Mart 2017 22:15
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 4964
ALİ GÜNDÜZ GÜRGEN
( 1913-1990 )
Muhteşem bir duygu, sağlam bir inanç, geçmişine dayanan derin bir saygı, sağlam bir irade ve müthiş bir anlatım gücü, aşağıda adlarını saydığı camileri ve mimarlarını iki dizede nasıl özetleyip bitiriyor? Bu iki dize bile onun şairliğinin ne düzeyde olduğunun bir göstergesi değil mi?
“Diz çöküp cümlesinin öptüm eşik mermerini,
Ulu mimarların kokladım alın terini,”
Böyle bir girişten sonra İstanbul’u ve tarihi hayal ederek şiiri okuyalım ve şairi tanımaya çalışalım.
KUBBELER
Üsküdar’dan uyarak rûhumun engin sesine,
Geçtim İstanbul’a, daldım o hayal ülkesine;
Sultan Ahmet , Beyazıt, şanlı Süleymâniyye
Aksaray, Vâlide, Fatih … ve yöneldim “Yeni”ye,
Nice mâbetleri saygıyla dolaştım bîr bir…
O vakur kubbelerin her biri bir başka şiir!
… … …. …. …
Diz çöküp cümlesinin öptüm eşik mermerini,
Ulu mimarların kokladım alın terini,
Beni nisyâna çeken zinciri tuttum,kırdım.
Sardı tâ can damarımdan bir alev, haykırdım:
Sizi bin türlü ecel gelse de bizden sökemez,
Bu asîl kubbelerin altına hüsran çökemez!
Kadıköy: 29.VII.1966
Şairimiz, 1913 yılında Ermenek’te doğmuş, öğrenimine mahalle mektebinde başlamış, ilkokul Ermenek’te ,orta okulu Konya’da, yüksek öğrenimini de Ankara’da bitirmiş ve 40 yılı aşkın süreyle çeşitli okullarda öğretmenlik yapmıştır. Selçuk Eğitim Enstitüsü’nde öğretim görevliliği de yapmış olan Gürgen, 1975 yılında emekli olmuştur. Şair Gürgen daha ilkokulda okurken, şiirle ilgilenmeye başlamıştır. Konya Lisesi ve imam Hatip Lisesi’nin sevilen öğretmenleri arasındadır. Çalıştığı dönemde Ermenekli öğrencilere de velilik ve yerine göre de babalık yapmıştır. Şairin “Yağma mı var? “ ve “Dini Şiirler Antolojisi “ isimli eserleri bulunmaktadır. (bkz. Karaman’ın Ünlü Şahsiyetleri ,s.107
ERMENEK
Bir dilber diyarısın, eşin bulunmaz,
O zümrüt saçların tel tel Ermenek,
Âh’ların her şeye bedel Ermenek.
Yanık türkülerle inler durursun,
Kendin söyler, kendin dinler durursun,
Gönüller tahtındır, gözlerde nursun,
Yürekten hıçkıran tek sel Ermenek
( Ali Gündüz GÜRGEN )
________________________________________________
*Yazının özgün imlasına dokunulmamıştır. Şair, Konya Lisesi ve Konya imam Hatip Ortaokulu Öğretmenlerinden Ali Gündüz GÜRGEN’dir ( 8 punto ile )
MEHMET ZEKİ AKDAĞ
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 06 Mart 2017 16:28
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2494
MEHMET ZEKİ AKDAĞ
Büyük kentlerde ilk tanışanlar dostluklarını daha iyi kurabilmek için asıllarının nereli olduğunu sorarlar. Bu sorunun yanıtı her zaman sürprizlerle doludur. Ali O. Atak Bey de benim kökenimi öğrenmek istedi. Ermenekli olduğumu öğrenince, Mehmet Zeki Akdağ’ı tanıyıp tanımadığımı sordu. Tanımadığımı söyleyince bir öğretmen edası ile beni ayıpladı. O, ünlü bir şair, ünlü bir yazar dedi. Nerede ne yaptığını söyledi, telefon numarasını verdi ve tanışmamı da tavsiye etti. O günlerde çok yoğun çalışıyor ve kitaplarım çok satıyordu. O hafta iş yoğunluğundan Mehmet Zeki Akdağ’ı arayamadım. İkinci hafta aradım. Randevu aldım. Başkanlığını yaptığı İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği)’a gittim, tanıştık. Sonra bana iadeyi ziyarette bulundu. İLESAM kapanınca her Cağaloğlu’na inişinde benim çalışma ofisime de uğrardı. Hemen hemen hiçbir Ermenekliyi tanımıyordu. Ama Ermenek’e ve doğduğu belde olan Göktepe’ye her sene gittiğini, Türkiye genelindeki kültürel ve edebî etkinliklerin içinde olduğunu söyleyebilirim.
Mehmet Zeki AKDAĞ da Ermenekliler tarafından az bilinen bir şair ve yazarımızdır. Daha yakın zamana kadar Dil Bayramı etkinlikleri çerçevesinde Karaman’a Mustafa Ertaş Hoca ile birlikte özel olarak davet edilip ağırlanırdı. Balgusan Etkinliklerine Karaman Valiliği’nin tahsis ettiği araba ile gelirdi. Yaşlıdır, zaten başka türlüsü ne olur, ne de M. Zeki Akdağ’a yakışır.
Karaman, Türk Dili’ne olan katkılarından dolayı, ne yazık ki ,Mehmet Zeki Akdağ’a şimdiye kadar bir ödül vermemiştir. Tıpkı öteki ünlü edebî şahsiyetlerden Mehmet Çınarlı’ya, Prof. Kemal Yavuz’a olduğu gibi. 50 yıla yakındır verilen Dil ödüllerinden sadece bir kişi ödüle layık görülmüş Taşeli Yöresi’nden, o da Ahmet Tufan Şentürk’tür. Karaman merkezdekiler, ne yazık ki, Aktekke Meydanı merkez olarak kabul edilirse, 6 km yarı çapının dışında kalan, il olan Karaman’ı ve oradaki kültür hareketleri ve yetiştirdiği değerli şahsiyetleri göremiyorlar, görmek için de bir gayret göstermiyorlar, Tıpkı Ermenek’i Tekke ile Meydan arası görenler ve sananlar gibi. Üzülerek ifade etmeliyim ki Karaman Türk Dili ödüllerini dağıtanlar ya da bu konuda yetkili olan kurum ve kuruluşlar ödülü verirken objektif kriterler üzerinde durmuyor. Kısa vadede, il olan Karaman’a değil, kent merkezi olan Karaman’a getirisi olacağı düşünülen kişilere ödüller veriliyor. Böyle ödüllendirme de hiçbir işe yaramıyor. Bu konuda çok politik davranıldığı gerçeğini vurguladıktan sonra, Taşeli Yöresi’ndeki ,belediyelerimizin ve sivil toplum örgütlerimizin yöremizde çok değerli insanlarımız olduğunu görerek bu konuda da duyarlı olmasını dileriz. Burada konu ödül alıp verme meselesinden çok Türk diline kimlerin daha çok hizmet edebildiği meselesinin, bu işleri sahiplenenler tarafından görülmesi ve algılanmasıdır.
İşte hiç adını sanını duymadığımız (! ) şair,gazeteci, Mehmet Zeki Akdağ Türk diline hizmet eden ana dili Türkçe’yi şiirlerinde ve yazılarında çok iyi kullanan Taşeli Yöresi’nin, Karamanoğlu Mehmet Bey’in diyarında yetişen edebî şahsiyetlerimizden biridir.
Göktepe Belediye Başkanı Sayın Bayram Şahin, 2005 tarihinde “gecenin gözleri” adı altında, şiirlerinden bir kısmını kapsayan kitabını “Göktepe Belediyesi Kültür Yayınlar l “ diye yayınladı. Kitapta Sayın Başkan’ın bir önsözü bile yok. Bu da onun ne kadar mütevazı olduğunun bir karinesidir. Bu şiir kitabı bildiğim kadarı ile Taşeli Yöresi’nde bir belediyenin neşrettiği ilk ve tek kültür kitabıdır. Kendisini içtenlikle kutlarım.
Şair, gazeteci, yazar Mehmet Zeki Akdağ’ı gelecek yazımızda tanıtmaya devam edeceğiz. Bu yazımızı “gecenin gözleri” adlı şiir kitabının ön kapağını süsleyen “Yunus” tarzı şiiri ile bitirelim ve gelecek sayıdaki yazımızda şairimizi enine boyuna tanıtalım. 17.04.2009
BİZİM
Dükkânımız bilge gönül,
Vitrinimiz yoktur bizim,
Dili, duygumuzdan döktük,
Yüreğimiz paktır bizim.
Düş ırmağı kura kura,
Çifte vuran yürek ara,
Hele ergen bin yağmura,
Toprağımız çoktur bizim.
Sınanmış bütün sevgiler,
Elden geçmiş birer birer,
Aşkın çiçeklendiği yer,
Hedefimiz tekdir bizim.
Yiten ülke aratmaya,
Yeniden aşkı tatmaya,
Büyük düşlere yatmaya,
Gecemiz de aktır bizim.
Mehmet Zeki AKDAĞ
MEHMET ZEKİ AKDAĞ ( 11.BÖLÜM )
Geçen haftaki yazımda Mehmet Zeki Akdağ ile nasıl tanıştığımı yazmıştım. Bu hafta hem onu tanıtalım hem de şiirlerinden bir tanesini birlikte okuyalım.
Mehmet Zeki Akdağ’ın öz geçmişi:
1929 yılında, eski adı Fariske olan Göktepe beldesinde doğar. İlkokulu köyünde okuduktan sonra, Askeri Baytar Mektebi’ne gider. Şimdiki adı Hayvan Sağlığı Meslek Lisesi olsa gerek. Askeriyede Veteriner Astsubay olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra 1968 yılı “Milliyet” gazetesinde gazeteciliğe başladı. Akşam,Güneş,Yeni İstanbul, Son Posta, Hergün, ve Ortadoğu gazetelerinde, muhabir,haber müdürü, yazı işleri müdürü ve genel yayın müdürlüğü yaptı. Sürekli Basın Kartı Sahibi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Gazeteciler Sendikası üyesi.
1977 yılı Gazetecilik Araştırma Dalı’nda “Yılın Gazetecisi” ödülünü aldı. Mehmet Zeki Akdağ evli bir kızı ve bir oğlu var.
1945 yılından beri, devamlı şiirle uğraşan Akdağ’ın şiirleri, Çınaraltı, Hisar, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Milli Kültür, Yeni Ufuklar, Türk Yurdu, Orkun, Ülkü, Doğu, Yücel Köye Doğru, İvriz Kültür Dergisi, Yurt,Filiz, Çaba ve Çağrı dergilerinde yayımlandı. 1961 yılında o zaman Doç. Dr. olan Kamil İlisulu tarafından yazılan “Ermenek İlçesi” kitabında Sayın Mehmet Zeki Akdağ imzalı bir şiir var.
İlk şiiri 1947 yılında yayımlanan Akdağ, o yıllardan beri şiirden hiç kopmadı ve şiirin sihirli ikliminde kalmayı yeğledi. Altı sene arkadaşları ile Mızrap adlı bir musikî dergisi çıkardı. Ayrıca Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Türk Edebiyatı, Resimli Türk edebiyatı, Türk Kahramanlık Şiirleri Antolojisi, Mevlâna Şiirleri, Yeni Şiirler,Hamasi Türk Şiir Antolojisi, Yapı Kredi Yayınlarının,iki ciltlik “Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi”, Deniz Şiirler Antolojisi, 73.Yılda Cumhuriyet Şiir Güldestesi, Türk Şiirinden Portreler, Asker Yazar ve Şairlerimiz,Türk Dili ve Edebiyat Ansiklopedisi, Çanakkale Geçilmez Ansiklopedisi gibi edebiyat eserlerinde ve eğitim kitaplarında şiirleri neşredildi.
Otuzu aşkın şiiri bestelendi ve TRT repertuarına girdi. Zeki Müren, Ahmet Özhan, Bilge Pakalınlar tarafından okunmaktadır.
Basılmış eserleri: Kırkikindi, Dar Saat, Uzunhava, Önce Şiir Vardı, Yağmura Duran Bulut, Boşa Çiğnemedim Yalan Dünya ve Gecenin Gözleri.
Mehmet Zeki Akdağ’ın hayatı ve sanatı iki üniversitede yüksek lisans tezi oldu.
1.Fırat Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Rafie Acem, Yüksek Lisans Tezi: “Mehmet Zeki Akdağ’ın edebi kişiliği, şiirlerinin tematik bakımından incelenmesi.”
2.Atatürk Üniversitesi,Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,Türkçe ana Bilim Dalı, Yaşar Bilmiş, Bitirme Tezi: é Mehmet Zeki Akdağ’ın hayatı,sanatı, görüşleri,şiirlerinde iç ve dış yapı incelenmesi.
T.C. Kültür Bakanlığı, Mehmet Zeki Akdağ adına kütüphane açtı. Mehmet Zeki Akdağ, 7500 kitaplık kütüphanesini; doğduğu ve ilk okulu bitirdiği Göktepe beldesine bağışladı. Kültür Bakanlığı da “Mehmet Zeki Akdağ Göktepe Halk Kütüphanesi” adıyla hizmete açtı.
Şairimiz, 40 yıldır İstanbul’da sade bir hayat yaşıyor. Bu satırları yazmadan önce ziyaretine gittim. Evinde bir saat kadar oturup sohbet ettik. Çayımı yudumlarken karşıda el yazısı iki dize gördüm. Yanına yaklaşınca, şairce bir şeyler olduğunu düşündüm:
“ Gözlerimden öpme, ayrılıktır derdin!
Öpmedim, ayrılmadık mı?”
Bu iki dizenin ne kadar düşündürücü ve anlamının ne kadar derin olduğunu okuyuculara bırakırken, anayurt özlemi kokan şiirini birlikte okuyalım:
ORALARI HİÇ GÖRMEDİM Kİ
Burak* misali bir at bulabilsem,
Tanrı Dağlarına inmek isterim...
Bir dört dörtlük sevdadır ki tükenmez;
Uçup da Altay’a konmak isterim...
Özümün tarihi geçmiştir orda,
Kımızları kurtlar içmiştir orda,
Güneş çiçekleri açmıştır orda,
Toplayıp Suna’ma sunmak isterim...
Yiten yolu gönül kervanı izler,
Rüyaları ay yıldızlı benizler,
Dalgasından utanır mı denizler,
Siri Deryalarda* yunmak isterim...
Dağları ağlatan türkü burada,
El değmemiş gerçekler var sırada,
Göklerin kapısı açık orada,
Toprakça yağmura kanmak isterim...
Kuşun feryadını yazan sevdaya,
Ölümsüz hüzünler süzen sevdaya,
En zor düğümleri çözen sevdaya,
Kerem dedem gibi yanmak isterim...
Asırların tortusudur o küller,
Şarkıya renk verir söylenen diller,
Mucizeler ülkesidir o iller,
Hep o diyarlara dönmek isterim...
Mehmet Zeki AKDAĞ
.............................................................................................................................................................................
* Hz. Muhammed’in Miraç Gecesi bindiği atın adı.
** Aral Gölü’ne dökülen akarsulardan biri. Öbürü Amu Derya.
BOŞA ÇİĞNEMEDİ YALAN DÜNYAYI
Ahmet ÖZDEMİR
Öncelikle Mehmet Zeki Akdağ ile ilgili aklımda kalan bazı satırbaşlarını yazmak istiyorum. 1930 yılında eski adıyla Ermenek Fariske köyünde, daha sonraki adıyla Ermenek Göktepe köyünde, şimdiki adıyla Karaman’ın Sarıveleler ilçesinin Göktepe kasabasında doğdu. Küçük yaşta babasız kaldı. Okula gitsin diye doğumunu 1929 olarak kaydettirdiler. Yoksullardı. Tek kurtuluşu Astsubay okuluna girişi olacaktı. Astsubay okulunda veteriner eğitimi aldı. Yabancı diller okuluna giderek dil öğrendi. 1968 yılında emekli oldu. Milliyet, Akşam, Güneş, Son Posta, Her Gün, Orta Doğu gazetelerinde çalıştı. Hisar topluluğu şairler arasında vücut buldu.
İlk şiiri 21 Haziran 1947’de Bayrak Gazetesi’nde yayınlanmıştı. 1950 yılında Kore Savaşları sırasında Şehit Düşen Bir Subayın kucağında çocuğu olan Eşine madalya verilişini anlatan “Bir Madalya Merasimi” şiiri ilgi toplamıştı.
3 Mart 1999 günlü Bizim Gazete’deki yazımda, Mehmet Zeki Akdağ’ın “Önce Şiir Vardı” kitabını tanıtırken, “Sonra da şiir olacak” diye yazmıştım. Eklemiştim: “Önce Şiir Vardı, bir solukta okuyup bitirdim, diyeceğiniz kitaplardan değil. Sıcak bir yaz günü, dilinizle damağınız arasında eze eze, tadını çıkara çıkara bir dondurma yer gibi, ağır ağır, lezzetini duyarak, ahenginin güzelliğine ulaşarak, anlamının derinliğini kavrayarak okunması gereken bir kitap” demiştim.
Birkaç ay sonra bir şiir kitabı daha yayınlandı. 18 Ağustos 1999 günlü Bizim Gazete’de bu kitabı; “Yağmura Duran Bulut, en eskilerden en yenilere kadar bir birinden güzel ve anlamlı çiçeklerin yer aldığı bir şiir buketi” olarak duyurmuş ve şiirlerinden örneklerle yazımı şöyle sürdürmüştüm:
“Mehmet Zeki Akdağ, milli şiirimizin günümüzde ender temsilcilerinden biri. Karacaoğlan’ın, sevda çiçeklerinin büyüdüğü topraklarda doğan ve sağlam bir Türk halk kültürü ile yetişen şair, halk şiirimizden, halk türkülerimizden etkileniyor, kimilerine göre belki hiçbir anlam ifade etmeyen bir mısra, bir kıta, onu anlatılmaz duyguların ortasına götürüyor.”
Şimdi Mehmet Zeki Akdağ, sporcuların sıkça kullandıkları bir sözcükle, kendini egale etti. Aynı güzelliği, aynı düzeyi koruyarak, çoğunluğu yeni olan şiirlerine seçme şiirlerini de ekleyip “Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı” adıyla kitap haline getirdi.
Çocukluk günlerimizde yaygın söylenen bir bozlak vardı. Bir dizesi “Boşa çiğnemişim yalan dünyayı” şeklindeydi. Anadolu’da çiğnemek, basmak, yürümek anlamındadır. Ömrümüzün uzun ince yolunda giderken, yaptığınız şey dünyayı çiğnemektir.
Kitabın kapağında görüldüğü gibi, susuzluktan çatlamış kurak topraklarda, adımlarınızın izinde çimenler yeşeriyorsa, yalan dünyayı boşa çiğnememiş sayılırsınız.
Hanlar apartmanlar yaptırabilirsiniz. Fabrikalar, holdingler kurabilir, çoluğunuza, çocuğunuza bırakabilir ve “Boşa çiğnemedim yalan dünyayı” diyebilirsiniz. Ama sel sürükler, deprem yıkabilir. Ekonomik krizler çıkar, fabrikalar kapanır, satılır, holdingler iflas edebilir. Hatta örneklerini gördüğümüz gibi hapislere bile düşebilirsiniz. Şiiriniz, kitabınız yaşar. Bu açıdan, Kırkikindi, Dar Saat, Uzun Hava, Önce Şiir Vardı ve Yağmura Duran Bulut kitaplarının ardından yeni bir şiir kitabını sanatseverlere sunan Mehmet Zeki Akdağ, “Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı” demekte haklıdır.
-----------
Söze ara verip, M. Zeki Akdağ’ın “Boşa Çiğnemedim Yayan Dünyayı” kitabından rastgele bir sayfa çevirelim. Bakalım bahtımıza ne çıkacak?
TÜRKÜLERİMİZ
Öz suyumdan deniz oldu
Denizimi emdi kıyı,
Ağır ağır erittiler
Selçukluyu, Osmanlıyı.
Büyük büyük tutanlarda
Yitirdik birbirimizi
Kuşkusuz vuslat gününe
Türküler getirdi bizi…
Anacığım çağırıyor
Bir türküde demin beni
Türkülerle doğmuşum ben,
Türkülerle gömün beni.
Torosların çocuğu Mehmet Zeki Akdağ’ın türkülere vurgun olmasından, türküleri tüm içtenliği ile yaşamasından, onlarla duygulanmasından, onlarla gülmesinden, onlarla ağlamasından doğal bir şey olamaz. Nitekim türkülere ilişkin bir çok şiiri diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da yer alıyor. Bunlardan birinde şöyle diyor:
Çift oğullu arım gitti elimden
Nedir senden çektiklerim türküler
Işık çağım, varım gitti elimden,
Boşa çıktı, yaktıklarım türküler
İkiz çığlıklarla doludur başım,
Başladığım yere geldim bir hışım,
Ne anam var ağlayacak ne eşim,
Kıyamadan baktıklarım türküler.
İçimdeki güneş battı ardından
Irmak kırılır mı orta yerinden
Yüce hazlar inlemekte derinden
Yollarına çıktıklarım türküler.
Yarısı doğmamış beste bitmeli
Gece de bitmeli, yas ta bitmeli
Artık esir sesi “sus”ta bitmeli
Filiz versin diktiklerim türküler.
Sabır ve hünere inme inmiştir
Kör bir kalleşliğe zafer denmiştir.
Ayrık otu gibi filizlenmiştir
Muzur diye yaktıklarım türküler...
Mehmet Zeki Akdağ, kuşkusuz ki bir aşk şairidir. Bu aşk maddi aşktır. İnsan olan sevgiliye yazılmıştır. Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı’da yer alan şiirlerde, sevginin muhatabı üç unsur daha vardır. Biri torunları için yazdığı ithaf ve dilek şiirleri, gönül dostlarına ithafları ve Türkçemiz için yazdığı şiirlerdir. Türkçe konusunda onur ve üzüntüyü birlikte yaşamaktadır. Onurludur, çünkü Türkçe’nin güzelliğinin bilincindedir. Üzgündür, çünkü Türkçe, çılgınca kucak açılan bir işgalin altındadır. Bir Türkçe mücahidi olan Nejat Mullaoğlu’na şöyle seslenir:
“Sesimizin bahtı bitik / Dil ırmağı kar bekliyor / Müşküller içinde yürek / Sevilesi yâr bekliyor. / Var mı Türkçem gibi kucak?/ Anamın göğsünden sıcak / Çoğalmaya hazır ocak / Beşiklere yer bekliyor. ”
Dilimizin içerisinde bulunduğu durumu, birçok şiirinde dile getirmiş, acı acı yakınmış adeta imdat istercesine feryat etmiştir. Bu şiirlerinden birinin ilk ve son kıtasını aktarıyorum:
“Söz denizi hem soğuktur hem sıcak
Büyülenmiş destanlarda dil Türkçem.
Yeni doğmuş türkülerin sütüdür
Asırlardan sızdırılmış bal Türkçem.
Solmayan sönmeyen sevda çırası
Duyguların çağlayanı deresi
Sen olmasan acep dünya neresi?
Dağımız yangında, şehir çöl Türkçem.
Aydınlığın beyazlığın kapısı
Hoyratların ninnilerin tapusu
Tarihimiz onurumuz hepisi,
Işıktan meşâle sığmaz bil Türkçem.
Acem dili değil, Acem şalıdır,
Postda oturanım Edebalî’dir.
Milletimin ezgi yüklü dalıdır
Gönlümüzle barışık tek yol Türkçem
Dedemle aramdan kesildi yolum
Yağmaya uğradı en kutsal malım
Terke zorlanıyor.. Sevgilim… Gülüm
Ne olur bir umut ver Gül Türkçem.”
M. Zeki Akdağ’ın, en duygusal şiirinde bile, gizli hicvi, taşlamayı, dokundurmayı, sitemi, bir başka anlatımla kinayeyi görürsünüz. Bunu şairin bir hayat tarzı olarak kabul edebilirsiniz. Ama edebiyatımızda kinayenin sanat olduğu bir gerçektir.
Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı’da yüz iki şiir var. Yukarıda da değindiğim gibi, acele etmeden ağır ağır okunmalı ve hazzı duyumsanmalı, yaşanmalı. Yine rastgele aldığım bir şiir. Bu günümüzün falı olsun:
“İnsanlığın cömert çağı / Yeter artık başlatılsın / Aşka çevrilsin yaşamak / Sevdalılar eşletilsin. / Başlaman sona değip / Yılanların sütün sağıp / Meleklere boyun eğip/ Şeytanlıklar taşlatılsın / Kutsal şarkıları seven / Sevgi yıldızları çavan / Öfke akşamını kovan / Bir zaman var işletilsin.”
AHMET ESİN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 06 Mart 2017 17:14
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2634
AHMET ESİN (1)
Az buçuk Ermenek ile ilişkisi olan herkes Ahmet Esin’i tanır ve bilir. Bizim Taşeli topraklarında gezmediği, görmediği, fotoğrafını çekmediği yer yok gibidir.
Günümüzde facebook sayfalarında dolaşan ve beğeniye sunulan görseller yaygın olmadan önce Taşeli Yöresi fotoğraflarını kartpostala basılacak şekilde çeken ve kâğıda basımını sağlayan değerli bir fotoğraf sanatçısıdır. Aşağıda ayrıntılar girmeden önce bir kısa değerlendirme yaparsak: O, bizim toprakları seven, orda yaşamaktan mutlu olan bir Taşeli tutkunu olan arkadaşımızdır.
Mutlaka , Ermenek dışında yaşayan her Ermenekli Ermenek özlemi duyar ve sever. Orda birkaç gün yaşamaktan mutluluk duyar. Daha da ötesi Ermenek sevgisini , özlemini çevresindekilere anlatmak için biraz da abartıya kaçarak ” Ben bir Ermenek sevdalısıyım !” diyerek duygularına güç katmaya çalışır. Ahmet ESİN, böyle bir Ermenekli değildir. O Ermenek’i özümleyerek hücrelerine kadar yaşar. Şüphesiz Eşi Emekli Öğretmen Nurhan Hanımefendi’in de Ermenekli oluşunda ve aynı kültürü birlikte paylaşmalarında bunun etkisi büyüktür.
24 Eyül 2016 Cumartesi günü bir telefon konuşmamızda, Cuma günü pazara gidip gitmediğini ve neler satın aldığını sorduğumda, öncelikle pazarın pahalı olduğunu söyledi. Bizim gözlemlerimiz de öyle, üretim az, tüketim çok, ürün pahalı. 90 km uzaklığındaki Mut ya da Anamur’da hayat çok daha ucuz. Pazardan alınanlara gelince normal günlük sebze ve meyvelerin dışında bir baharat türü olan “sumak ekşisi” aldığını da söyledi. Sumak, Toroslara özgü bir yaban bitkisidir, Mersin, Hatay ve Antep taraflarında tohumundan yapılan ekşi, yemeklerde yaygın olarak kullanılır. Yaprakları geçmişte ham deri işlemede de Ermenek’te çok tüketimi olan bir bitki idi. Şimdilerde köylüler tarafından dağlardan kekik gibi toplanıp pazara getirilip yemeklere lezzet vermesi için baharat olarak satılan ve çoğunluğu Ermenek dışından gelen insanların satın aldığı, ekşimsi toz bibere benzer bir yiyecek katkı maddesidir.
İkinci bir telefon konuşmamızda Aşağı Çağlar’da “Kapız mevki”nde piknik yaparken buldum Ahmet’i. Kayınpederi rahmetli Hüsamettin Keskin tarafından miras olarak kalan ve yenilenen Garipler’deki evlerini merkez olarak alırsak, bir gün Balkusan’da Karamanoğlu Mehmet Bey Külliyesi’nde, başka bir günü Zeyve Pazarı’nda ya da Ermenek Baraj Gölü çevresinde yapılan Turkuaz Mesire Alanı’nda görürüz.
Ahmet Esin, Taşeil topraklarında gittiği yerleri hem yaşar hem de fotoğraf makinesi ile şimdilerde telefonu ile görüntüleyerek belgeler. Yöremizde Güneyyurt, Kayaönü, Gezende Baraj Gölü, Mennan Kalesi, Maraspoli, Ermenek Kalesi, Tol Medrese, Akça Mescit, Siphas ve Ulu Cami, Başyayla’daki Karamanoğlu mekânları, Uğrulu ve Fariske köristanları, Ermenek merkezde değirmenler, çağlayan sular ve elektrik fabrikası ve kitabesi onun objektifinden bize geçmişte yansıyanlardır. Şüphesiz, tarih ve turistik değerleri kamuya yansıtmada dayısı rahmetli Naci Keskin’in etkisi büyük olsa da onun görsel sanatlara karşı yatkın olduğu bilinir.
2009 yılında Köyüm Büyükkarapınar kitabını yazarken, köy ile ilgili fotoğrafların temininde ve çekiminde bayağı zorluk yaşamıştım. Bir telefon konuşmamızda yine Ermenek’te olduğunu konuşurken anladım. Köyün fotoğraflarını çekme imkânı olup olmadığını sordum. Hemen kabul etti ve ertesi günü Büyükkarapınar’a gider, ağabeyim Ali Şimşek’in rehberliğinde istenilen düzeyde fotoğrafları çekerek bana gönderir ve benim bu alanda yaşamış olduğum bir sıkıntıyı karşılıksız olarak çözer. ( Devamı gelecek sayıda) 06.10.2016 Hasan ŞİMŞEK
AHMET ESİN (2 )
Ahmet Esin, İstanbul’da ikamet eder. Yazları Silivri’de basın mensupları için yapılan bir sitede şirin bir yazlığı var. Yazın sıcak aylarında orda kalsa da kışın güneşli havalarında da zaman zaman gider ve orda kalır. Orda iyi bir dost çevresi vardır. Eylül başlarında Ermenek hazırlığı başlar, ekim sonu bazen kasım aylarında hava durumuna ve şartlara göre iki üç ay sonbaharı her yönü ile Ermenek’te yaşar. Ermenek’te de çok geniş bir dost çevresi vardır. Geçen yıl talihsiz bir kaza geçirir, yolda düşer ve kolu kırılır. Çok acı çeker, o nedenle 2015 sonbaharı onun için pek güzel geçmez. İnşallah bu yılın sonbaharı Ermenek’te onun için güzel anılarla geçer. Gerçek bir Ermenek tutkunu olan Ahmet Esin’i isterseniz biraz yakından tanıyalım:
Ahmet Esin kimdir?
1948 yılında Ermenek merkezde Baba tarafından Rifat Efendi’nin torunu - Abdullah Esin’in oğlu, anne tarafından da Muhittin ( Hoca ) Efendi’nin kızı Zehra Hanımın altı çocuğunun en küçük ikizlerinden biri olarak dünyaya gelir. İlk ve ortaokulu Ermenek’te, liseyi Ankara Motor Sanat Okulu’nda bitirir. 1966 yılında İstanbul’a gelerek rahmetli dayılarının ( Naci ve Abdullah Keskin Beylerin ) isteği üzerine Keskin Color firmasında iş hayatına başlar. Renkli turistik ağırlıklı kartpostal baskısı yapan firmada çalışan Ahmet Esin, matbaacılık ve fotoğrafçılık mesleğin kısa zamanda benimsemesinde ve ilerlemesinde dayılarının teşvik ve rolleri büyüktür.
1973 yılında rahmetli Hüsamettin Keskin’in kızı öğretmen Nurhan Keskin ile evlenir. Uğurtan ve Tolga adında iki evlatları vardır. Nurhan Hanım özverili bir anne iyi bir ev hanımı olduğu kadar aynı zamanda çok başarılı bir öğretmen olarak da bilinir ve anılır. Ahmet Esin’in meslek başarısında büyük destek ve katkıları vardır.
Ahmet’in öğrencilik yıllarından beri fotoğraf çekmeye bir merakı vardır. Ankara’da lisede okurken harçlığından artırdığı parayla bir fotoğraf makinesi satın alarak amatörce fotoğraf çekmeye başlamıştır. Zamanla amatör olarak başladığı fotoğraf çekimlerini ilerleterek okul harçlığını çıkarır hâle getirmiştir.
Keskin Color firmasında çalışırken işinden arta kalan zamanlarda özellikle cumartesi ve pazarları, senelik izinlerde, fırsat buldukça ülkemizin güzel yerlerinin fotoğraflarını çekmeye başladı. Bu çekimler sırasında ünü yurt dışına taşmış bir fotoğraf sanatçısı olan rahmetli Naci Keskin’den büyük bir teşvik ve destek gördü. Zaman zaman Naci Keskin ile birlikte çekimlere gittiği de olmuştur. Naci Bey, Ahmet Esin’deki fotoğraf çekme merakını keşfetmiş ve onu bu alanda cesaretlendirmiştir. 1974 yılında İstanbul Çamlıca Tepesi’nden çektiği Boğaz’ın Akşam Manzarası ile Sultan Ahmet Camii ‘nin Işıklı Gece Görünümü renkli olarak basılan ve çok beğeni toplayan eserleridir.
Fotoğraf çekmek için Anadolu’nun tarihi, turistik ve doğa manzaralı güzel yerlerini gezdi ve fotoğraflarını çekti. Yapmış olduğu bu çekimlerin hemen hemen hepsi Keskin Color firmasında tebrik, kartpostal, kitap, broşür vs basımlarında fotoğraf olarak kullanıldı.
O fotoğraf çekimindeki ustalığını Ermenek için de kullandı, her gidişinde yeni çekimler yaparak döner ve her çekilen fotoğrafın hikâyesini İstanbul dönüşünde bizlere paylaşır. Çekmiş olduğu Ermenek fotoğrafları, kullanım amaçlarına göre kimi zaman bir takvim, kimi zaman bir broşür, kimi zaman kitap , kimi zaman da festivaller afiş olur.O Ermenek’i benim gibi yazı ile değil fotoğraflarla anlatır.
Ahmet Esin’in fotoğrafçılığı yanında şairiği de vardır. Ermenek tutkusu onu şair de yapmıştır. Şiirlerinin bazıları, Yeşil Ermenek, İKEV ve ERÇEV gazetelerinde yayınlanmıştır.
Ahmet Esin 2005 yılında sağlık nedeni ile emekli olup işinden çekildikten sonra yine boş durmamış, tedavileri ile uğraşı verirken bir yandan da Ermenek’te geçirdiği dinlenme aylarında fotoğraf çekmeye devam etmiştir. İnternet siteleri ve facebook sayfaları yaygınlaşmadan önce nerede bir renkli Ermenek fotoğrafı görsek ya rahmetli Naci Keskin’in ya da yeğeni Ahmet Esin’in eseridir diyebiliriz.
Ermenek Belediyesi, bir kadirşinaslık göstererek yaptığı tanıtım hizmetlerine karşılık eski Garipler Sokağına Ahmet Esin Sokağı adını vermiştir.
ERÇEV’in kurucu üyelerindendir, kuruluş aşamasında birlikte çok çaba sarf ettik, tıkanma noktasına geldiğimiz noktalarda rahmetli İlhan Gür ağabeyimize büyük destek ve moral vererek engelleri aşmayı başardık.
Ahmet Esin’in , Taşeli Yöresi için hizmet ehli bir arkadaşımızdır. Sağlığı elverdikçe yöremizin tarih ve turistik yönden bilinmeyen yerlerini görsellerle tanıtmaya devam edecektir.
Onun görsellerinde geçen yüzyıldan kalma toplumsal yaşantılar ve izler bulmak da mümkündür. O şimdi her yıl olduğu gibi yine Ermenek’te yeni bir şeyi keşfetmenin ve görsel olarak bizimle paylaşmanın peşinde olduğunu düşünüyor ve sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmesini diliyorum. 07.10.2016. Hasan ŞİMŞEK
PROF. DR. TAHSİN KESİCİ
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 06 Mart 2017 00:52
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2885
PROF. DR. TAHSİN KESİCİ
Zirvedeki Ermenekliler yazı dizimin bu bölümünde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Tahsin Kesici’yi tanıtacağım. Onun günümüz öğrencilerine bir model olacağını düşünerek, yoklukları ve imkânsızlıkları yenerek tepe noktalara nasıl yükseldiğini anlatmaya çalışacağım. İlerideki zaman sürecinde diğer alanlarda tepe noktalara tırmanmayı başarmış Ermenekli diğer hemşehrilerimizi tanıtmaya çalışacağız.
Prof. Dr. Tahsin Kesici’yi Tanıyalım:
Tahsin Kesici, 01.03. 1938 yılında Ermenek merkezde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ermenek’te okuyan Kesici 1956 yılında Konya Lisesinden ve 1960 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun oldu. İtalya’nın verdiği bir bursla 1960-1961 yıllarında bu ülkede sekiz ay araştırmalarda bulundu. Milano Üniversitesi’ inde mezûniyet sonrası mesleki kurslara katıldı.
Haziran 1961 tarihinde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zooteknik Bölümüne asistan olarak giren Kesici, 1964 yılında doktorasını tamamladı.
1965-1967 yılları arasında askerlik görevini yerine getirdi. Askerlik dönüşü A.Ü. Ziraat Fakültesi’nde yeni kurulan Genetik ve İstatistik Kürsüsü’nde göreve başladı.1969-1971 yılları arasında iki yıl süreyle Federal Almanya’da konusu ile ilgili doktora sonrası çalışmalar yaptı.
1971 yılında doçent olan Kesici, 1972-1982 yılları arasında aynı üniversitede (A.Ü. Ziraat Fakültesi) Genetik ve İstatistik Kürsüsü Başkanlığı görevinde bulundu. Daha sonra, Biyometri-Genetik Anabilim Dalı olarak yeniden yapılandırılan bu birimin on yedi yıl başkanlığını yürüttü.
1979 yılında profesör olan Kesici, 1980-1984 yıllarında A. Ü. Ziraat Fakültesi Dekan Yardımcılığı, 1984-1987 yıllarında Ziraat Fakültesi Dekanlığı, 1987-1992 yıllarında Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1993-2002 yılları arasında dokuz yıl Ankara Üniversitesi Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Rektörlüğe bağlı Enformatik Bölümünün Kurucu Başkanlığını ve Yabancı Diller Yüksek Okulu Müdürlüğünü yürüttü.
Temmuz 2002 tarihinde Yüksek Öğretim Kurulu Üyeliği’ne getirilen Kesici, bu görevini sürdürürken Eylül 2004’te TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğü’ne atandı.
Prof. Dr. Tahsin Kesici’nin bildiği yabancı diller Almanca ve İtalyanca’dır. Kendi sahasında literatürü ( bilim dalında yazılmış eserleri) takip edecek kadar Fransızca ve İngilizce bilmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Prof. Dr. Tahsin Kesici ile söyleşimizi 21 Ekim 2007 Cuma günü akşamı saat 18.00-20.00 arasında yaptık. Benim kendisi ile bu üçüncü karşılaşmamız oldu. Ankara’daki Rektörlük binasında önceden alınan bir randevu ile bu ortamı yakalayabildim. Yeğenimin düğünü vesilesi ile Ankara’ya gitmiştim. Dar bir zamanda buluştuk Sayın Kesici ile, çok fazla derin bir söyleşi yapamadık.
Kendilerine ilkokul anılarını sordum, öğretmenlerinin Emin Bey ve Ulvi Çetin olduğunu söyledi. İlkokul arkadaşlarından Fevzi Çilingir ve Hamdi Karapınar’ı hatırlıyor.
Ermenek Orta Okulunun ikinci mezunlarından. 1953 mezunu. Liseyi Konya’da okuyor. Konya Lisesine giderken kendinden önceki kuşaklar gibi Yellibel’i Karaman’a kadar katır sırtında ve yaya gitmiyor. İlkel de olsa motorlu taşıtlarla Konya’ya ulaşıyor. Bu bakımdan kendinden önce okumak için yukarı tırmananlardan biraz daha şanslı. En azından Ermenek’e motorlu taşıtlar çalışıyor. Konya Lisesi’ne o dönemlerde kayıt yaptırmak, hele lisenin yurdunda kalmak çok zor. Bir de Ermenekli olursan zorluklar çok daha fazla. Tüm bunları aşmak başlı başına bir iş. Bu nedenle lisenin ilk yılında yurtta değil evde kalır. Kaldığı evin elektriği yoktur. Gaz lambası ile ders çalışırlar. İkinci yıl Lisenin yurdunda kalmayı dener. Ne var ki lise yöneticileri Ermenekli öğrencileri pek yurda almakta istekli olmazlar. Sebebi de gayet basit: Umumi tatillerde yurtta kalan öğrenciler memleketlerine gittiklerinde, Ermenekli öğrenciler evleri uzakta olduğundan ve ulaşım güçlüğünden kısa tatillerde ve şubat dönemi yurtta kalmayı yeğlemektedirler. Okul da bunu bildiğinden Ermenekli öğrencileri yurda almakta güçlük çıkarmaktadırlar. Fakat öğrenciler bu güçlüğü yenmenin yolunu bulurlar. O yıllarda Konya Lisesi’nde Ermenekli bir Edebiyat Öğretmeni vardır. Adı Gündüz GÜRGEN ( Şimdiki Selçuk Ecza’nın Genel Müdürü Sonay Gürgen’in babası), Tahsin Kesici, “Gündüz Bey Ermenekli öğrencilerin çoğunun hem velisi olur, hem de yurda alınmasında yardımcı olurdu” der.
NEDEN ZİRAAT FAKÜLTESİNİ TERCİH ETTİ?
Prof. Dr. Tahsin Kesici Konya Lisesinin 35 kişilik fen bölümünden haziran mezunu olan altı kişiden biridir. Üniversiteye devam etmek ister. İstanbul’da Orman Fakültesi sınavına girer. İlk defa denizi görür, vapura biner. Sınav sonucunu rahmetli Mevlit Sarıtaş ağabeyimiz takip eder. Orman Fakültesi sınavını kazanır ama dayısı .......Kıcıman, Tahsin Kesicinin Orman Mühendisi olmasını istemez. Bu arada Ankara’da Veteriner ve Ziraat fakültelerinin de sınavına girer. Dikkat edilecek önemli bir nokta var burada. Bu okulların üçünü de o yıllarda bitiren doğrudan devlet kapısında iş bulur. Daha da önemlisi bu okullar daha öğrenci fakültede okurken iyi burs imkânı tanıyan okullardır. Liseyi bitiren her Ermenekli öğrenci burs veren bir okulu birinci derecede tercih etmektedir. Ankara Ziraat’ın sınavını kazanan Tahsin Kesici sonucu TRT’den öğrenir. O Dönem TRT Üniversitenin belirli dallarında sınav kazanan öğrencilerin listesini yayınlamaktadır. Tahsin Kesici Ziraat Fakültesini kazanmaktan son derece mutludur. Artık ayda 150 TL on iki ay boyu burs alacaktır. Bu para ona yetecek ve artacaktır. Konya Öğrenci Yurdu’nda kalmaktadır. Yurda ücret olarak her ay 15 TL öder. Yurdu Himmet Ölçmen yaptırmıştır. Himmet Ölçmen ( milletvekili) bayramları öğrencilerle birlikte yapar. O bilir ki bu öğrencilerin aileleri uzakta, çocuklar mahzun, üzgün bayram geçirmesin diye bir nebze de olsa onların bu yalnızlığını unutturmak için ailelerini, hiç görmediği bu öğrencilerle birlikte yurtta yapar.
Kesici’nin Ziraat Fakültesi’nde çok başarılı bir öğrencilik hayatı vardır. Okulu 1960 yılının Haziranında pekiyi derece ile bitirir ve İtalya’dan burs kazanır. Torino’da Araştırma Enstitüsü’nde çalışır. Sohbetimizin bir bölümünde kendisinin dört yabancı dil bildiğini söyledim ve nasıl öğrendiğini anlatmasını rica ettim. Biyografisinde öyle yazar. Bu çok ciddi bir eğitimin sonucu olsa gerek diye düşündüm Milletvekili biyografilerindeki 100 sözcük bilgisine sahip olup da dil bilmeye benzemez akademik çevrelerdeki dil eğitim bilgisi. Bu nedenle ciddi ciddi bu konuyu kendisi ile konuştuk. Kesici, Ziraat Fakültesi’nde okurken, lise ve fakültede öğrendiği Fransızcasını ilerletmek için Ziraat üçüncü sınıfın yaz döneminde Farnasa’ya gider. Bir aile yanında tarım işçisi gibi çalışır. Traktör sürmeyi,biçerdöver kullanmayı, gübreleme, sulama gibi ziaraatın temel unsurlarını burada öğrenir. Ailenin yanında 24 saat çalışır. Burada bir şey daha öğrenir: Fransızcasını ilerletir. Zaten Franasa’ya gitmekteki birinci amacı yabancı dilini pekiştirmektir. Tarımla uğraşan bir ailenin yanında kalması da mesleki bilgilerinin uygulamadaki başarısının artılarıdır. Fransa’ya beş gün beş gecede gider, dönüşünde de Marsilya yolu ile vapurla döner ülkesine. Fransa ona ufkunun açılmasını, yabancı dilini pekiştirmesini , pratik hayattaki mesleki bilgisinin ilerlemesini sağlamıştır. O artık dünyaya açılmanın kapılarını aralamıştır.
BİR TÜRK GİBİ KONUŞMAK
Tahsin Kesici Ziraat Fakültesi’ni pekiyi derce ile bitirince Kuzey İtalya’daki Torino Araştırma Enstitüsü’nden burs kazanır. Aldığı burs iyi bir burstur. Tarih 1960-1961’dir. İtalyanca bilmez. Ama Lâtin kökenli aynı familyadan olan Fransızcasını ileriletmiştir. Bu iki dilin birbirine olan yakınlığını ve öğrenme kolaylığını bilmektedir. İtalya’ya henüz geleli on beş gün olmuştur. Enstitü’de bulunduğu odada yalnızdır. Telefon çalar. Telefona cevap verip vermeme konusunda tereddüt hâlindedir. Çünkü İtalyanca konuşamaz. Cevap vermeye karar verir, bir şeyler konuşur ama istenilen yanıtı veremez. Karşısında telefonda bulunan İtalyan konuşmasından bir şey anlamaz ve sonradan öğrendiğine göre yanındaki arkadaşına “ Bir Türk gibi konuşuyor.” demiş. Bunun İtalyanca’daki anlamı “Konuştuğundan bir şey anlamadım.” şeklindedir. Gerçekten de İtalyan’ın karısında konuşan bir Türk, Tahsin Kesici’dir. İtalyanlarda bu tür şeyler çok vardır. Çok sigara içenlere de “bir Türk gibi sigara içiyor.” derler. İlk zamanlarda konuşmada zorlanan Kesici 2,5 ay sonra İtalyanca konuşmaya başlar. Sekiz ayda da iyice öğrenir. İtalya’ya vapurla gider, vapurla döner. Bilgisi,görgüsü ve kendine olan güveni biraz daha artmıştır.
Yurda dönüşte ne yapacağının kararını verir. Eğitim gördüğü Ziraat Fakültesi’nin Zooteknik Bölümüne Haziran 1961’de asistan olarak girer. Artık bilim adamı olma yönünde tercihini kullanmıştır. 1964 yılında doktorasını tamamlar. 1965-1967 yılları arasında askere gider. Askerlik dönüşü Üniversite yeni kurulan Genetik ve İstatistik Kürsüsünde göreve başlar. 1969-1971 yılları arasında iki yıl süreyle Fedaral Almanya’da konusu ile ilgili doktora sonrası çalışmalar yapar. L971 yılında doçent olan Kesici, 1972-1982 yılları arasında Genetik ve :İstatistik Kürsüsü başkanlığı görevini sürdürür. Daha sonra Biyometri-Genetik Anabilim Dalı olarak yeniden yapılandırılan bu bili dalının on yedi yıl başkanlığını yaparak bilim dünyasına hizmet etmiştir. 1979 yılında profesör olan Kesici, 1980-1984 yıllarında A.Ü.Ziraat Fakültesi Dekan Yardımcılığı yapar. Artık bilimsel çalışmaların yanında yöneticilik çalışmaları da yaşamında önemli bir tutacaktır.
PROF. DR. TAHSİN KESİCİ REKTÖRLÜĞE GİDEN YOL
Prof. Kesici, dört yıl gibi bir süre Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Dekan Yardımcılığı ( 1980-1984) yapar. 1984-1987 yılları arasında aynı fakültenin dekanlığına getirilir. Bu süre içerisinde aynı zamanda Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevi de yapar. 1993-2002 yılları arasında dokuz yıl gibi uzun bir zaman Ankara Üniversitesi Yönetim Kurulu Üyesidir. Tüm bu idari görevleri başarı ile yapar. Çevresinde sayılan, sevilen bir yöneticidir. Artık yöneticilik vasfı bilim adamlığı vasfının önüne geçer. Böyle bir ortamda Temmuz 2002 tarihinde YÖK ( Yüksek Öğretim Kurulu ) üyeliğine getirilir. YÖK Üyeliği yaptığı dönemde Yüksek Öğretim Kurumları’nın yeniden yapılanması, sorunları, uluslar arsı ilişkileri gibi konularda bir hayli çalışmalar yapmış ve deneyim kazanmıştır. Böyle bir ortamda çalışırken yeni kurulacak olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ( TOBB) Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğüne atanır. Bir Vakıf Üniversitesi olan TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’ni üç yıl gibi bir zamanda bugünkü seviyesine getirir. Kendisi ile sohbetimizde bir ara okullarının diğer üniversitelerden farkı olup olmadığını sordum. İşte yanıtları:
1.Okula yeni başlayan öğrencilerine 1200 saat İngilizce dersi vermek sureti ile öğrencinin dil sorununu hallediyorlar.
2.Yabancı dil yeterlilik sınavını yabancılar yapıyor. Buna toefl deniyor. Toefl sınavını kazanmak demek, İngilizce eğitim yapan bir okulda, eğitim ve öğretimi İngilizce olarak izleyebilmek anlamına gelir.
Öğrencilere İngilizceyi öğretmelerine rağmen eğitim öğretim dili Türkçe’dir.
3.Okulda üç dönem eğitim yapılmaktadır. 2 dönem ders, kalan üçüncü dönem 3,5 ay ise okulun ayarlamış olduğu bir iş yerinde asgari ücretle staj yapma imkânının sağlanması. Stajla birlikte okul yıl içinde on bir ay eğitim vermektedir.
4.Okuldaki öğrencilerin % 45’i burslu. ÖSS sınavında ilk 100’e giren öğrenci kendi okullarını tercih ederse ayda 1000 YTL eğitim yardımı alır.
5.Okula yeni başlayan öğrencilere diz üstü bilgisayar veriliyor. Ben kendileri ile 19 Ekim 2007’de görüşmüştüm. Ertesi günü 20 Ekim Cumartesi günü öğrencilere bilgisayarları teslim edilecekti. Ben o hazırlık ortamı yaşanırken Sayın Kesici ile görüşmüştüm.
Bir ara okullarında Ermenekli öğrenci olup olmadığını soruyorum: Ermenek ve Mut’tan öğrenciler olduğunu öğrendim. Prof. Dr. Tahsin Kesici, bir rektör olarak okulunun gelişmesi ve uluslar arası bir üne kavuşması için gece gündüz çalışıyor. Bir anlamda Vakıf Üniversitelerinin rekabet ortamında nitelikli insan gücü yetiştirme , toplumda adlarını ön saflarda duyurma gibi hedefleri olduğu izlenimini edindim.
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Ankara Söğütözü’nde 170 dönüm arazi üzerine kurulu yepyeni modern binaları olan bir üniversite. Gelişen,büyüyen, uluslar arası üne kendini hazırlayan bir üniversite.
Sayın Kesici ile bir ara Ermenek’i konu ediyoruz. Ermenek’in kalkınmasından, tarihinden, il olmasından bahsediyoruz. Bu konularda Sayın Rektör bir hayli şikâyetçi. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
ERMENEK’İN İL OLMASI İÇİN ÇALIŞILMALIDIR
Ermenek’in il olması için 25.000 imza toplandı ve İç İşleri Bakanlığına sunuldu. Bu imzalar kolay toplanmadı. Örgütlenme çalışmalarında ve imza toplanma aşamasında Ankara,İstanbul, Konya gibi büyük kentlerde çok zaman ve emek harcandı. Bu işin İstanbul ayağında ben vardım. O nedenle harcanan emeği çok iyi biliyorum. Ermenek halkına bunu benimsetip anlatamadık. İmzalar ve dilekçe hâlâ yürürlükte diyor Sayın Rektör. Ermenek’te halkın il olmayı benimseyemediği gibi siyasi önderler de bu konu üzerlerine düşen görevi yapıp çalışmadılar diyor, Sayın Kesici.
Ermenek’in ekonomisini ve kazanç getirebilecek ürünlerini konuşuyoruz. Bu konuda önerilerinin olup olmadığını soruyorum. İşte ilginç bir yanıtı: Ermenek’e haşhaş ekimi izni geçmiş yıllarda verildiği halde bugüne kadar merak edip de bunun tarımı yapılmadı. Ermenekli haşhaş üretimini denemdi, öncülük yapan da olmadı. Bana göre Ermenek için gelir getirici bir üründü. Elma artık Ermenek için gelir getirici bir ürün olmaktan çıktı. Kiraz ve bağcılık yapılırsa emeği karşılayacak gelir sağlana bilir. Bilinçli turşu imalatının da Ermenek halkına kazanç getirebileceğini hatırlatıyor Ziraat Profesörü Sayın Kesici.
Prof. Dr. Sayın Kesici’nin en çok üzüldüğü nokta Ermenek’in tarihinin yazılmamış olmasıdır. Mutlaka yazılmalı diyor. Özellikle Türklerin bölgeye yerleşmesi ile Fatih Sultan Mehmet Dönemi’ ne kadar olan Beylikler Dönemi hakkında ciddi ve güvenilir bilgiler yok. Her şey karanlıkta. Bu dönem ve sonrası araştırılıp aydınlatılarak yazılmalıdır düşüncesinde. Buradan Prof. Dr. Salim Cöhce’ye bir gönderme yapalım. Yöremizin tarihi ile yakından ilgilendiğini ve bu alanda çalışmalar yaptırdığını da biliyoruz. Umarız bu boşluğu dolduracak güzel bir eser yazar ya da öğrencilerine yazdırır. Hatırlanacağı üzere Prof Cöhce,İnönü Üniversitesi Tarih Bölümü Anabilim Dalı Başkanı olarak Malatya’da görev yapıyor.
Söyleşimizi bitirirken, ülkemiz gençlerinin bilgili, kültürlü ve çağın gereklilerine uygun olarak yetişmesi için büyük çaba sarf eden değerli bilim adamımız ve üst düzey yöneticilerimizden TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Sayın Prof Dr. Sayın Tahsin Kesici’ye sağlık ve başarılar dileriz.
Hasan ŞİMŞEK