MEHMET ZEKİ AKDAĞ
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Pazartesi, 06 Mart 2017 16:28
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2499
MEHMET ZEKİ AKDAĞ
Büyük kentlerde ilk tanışanlar dostluklarını daha iyi kurabilmek için asıllarının nereli olduğunu sorarlar. Bu sorunun yanıtı her zaman sürprizlerle doludur. Ali O. Atak Bey de benim kökenimi öğrenmek istedi. Ermenekli olduğumu öğrenince, Mehmet Zeki Akdağ’ı tanıyıp tanımadığımı sordu. Tanımadığımı söyleyince bir öğretmen edası ile beni ayıpladı. O, ünlü bir şair, ünlü bir yazar dedi. Nerede ne yaptığını söyledi, telefon numarasını verdi ve tanışmamı da tavsiye etti. O günlerde çok yoğun çalışıyor ve kitaplarım çok satıyordu. O hafta iş yoğunluğundan Mehmet Zeki Akdağ’ı arayamadım. İkinci hafta aradım. Randevu aldım. Başkanlığını yaptığı İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği)’a gittim, tanıştık. Sonra bana iadeyi ziyarette bulundu. İLESAM kapanınca her Cağaloğlu’na inişinde benim çalışma ofisime de uğrardı. Hemen hemen hiçbir Ermenekliyi tanımıyordu. Ama Ermenek’e ve doğduğu belde olan Göktepe’ye her sene gittiğini, Türkiye genelindeki kültürel ve edebî etkinliklerin içinde olduğunu söyleyebilirim.
Mehmet Zeki AKDAĞ da Ermenekliler tarafından az bilinen bir şair ve yazarımızdır. Daha yakın zamana kadar Dil Bayramı etkinlikleri çerçevesinde Karaman’a Mustafa Ertaş Hoca ile birlikte özel olarak davet edilip ağırlanırdı. Balgusan Etkinliklerine Karaman Valiliği’nin tahsis ettiği araba ile gelirdi. Yaşlıdır, zaten başka türlüsü ne olur, ne de M. Zeki Akdağ’a yakışır.
Karaman, Türk Dili’ne olan katkılarından dolayı, ne yazık ki ,Mehmet Zeki Akdağ’a şimdiye kadar bir ödül vermemiştir. Tıpkı öteki ünlü edebî şahsiyetlerden Mehmet Çınarlı’ya, Prof. Kemal Yavuz’a olduğu gibi. 50 yıla yakındır verilen Dil ödüllerinden sadece bir kişi ödüle layık görülmüş Taşeli Yöresi’nden, o da Ahmet Tufan Şentürk’tür. Karaman merkezdekiler, ne yazık ki, Aktekke Meydanı merkez olarak kabul edilirse, 6 km yarı çapının dışında kalan, il olan Karaman’ı ve oradaki kültür hareketleri ve yetiştirdiği değerli şahsiyetleri göremiyorlar, görmek için de bir gayret göstermiyorlar, Tıpkı Ermenek’i Tekke ile Meydan arası görenler ve sananlar gibi. Üzülerek ifade etmeliyim ki Karaman Türk Dili ödüllerini dağıtanlar ya da bu konuda yetkili olan kurum ve kuruluşlar ödülü verirken objektif kriterler üzerinde durmuyor. Kısa vadede, il olan Karaman’a değil, kent merkezi olan Karaman’a getirisi olacağı düşünülen kişilere ödüller veriliyor. Böyle ödüllendirme de hiçbir işe yaramıyor. Bu konuda çok politik davranıldığı gerçeğini vurguladıktan sonra, Taşeli Yöresi’ndeki ,belediyelerimizin ve sivil toplum örgütlerimizin yöremizde çok değerli insanlarımız olduğunu görerek bu konuda da duyarlı olmasını dileriz. Burada konu ödül alıp verme meselesinden çok Türk diline kimlerin daha çok hizmet edebildiği meselesinin, bu işleri sahiplenenler tarafından görülmesi ve algılanmasıdır.
İşte hiç adını sanını duymadığımız (! ) şair,gazeteci, Mehmet Zeki Akdağ Türk diline hizmet eden ana dili Türkçe’yi şiirlerinde ve yazılarında çok iyi kullanan Taşeli Yöresi’nin, Karamanoğlu Mehmet Bey’in diyarında yetişen edebî şahsiyetlerimizden biridir.
Göktepe Belediye Başkanı Sayın Bayram Şahin, 2005 tarihinde “gecenin gözleri” adı altında, şiirlerinden bir kısmını kapsayan kitabını “Göktepe Belediyesi Kültür Yayınlar l “ diye yayınladı. Kitapta Sayın Başkan’ın bir önsözü bile yok. Bu da onun ne kadar mütevazı olduğunun bir karinesidir. Bu şiir kitabı bildiğim kadarı ile Taşeli Yöresi’nde bir belediyenin neşrettiği ilk ve tek kültür kitabıdır. Kendisini içtenlikle kutlarım.
Şair, gazeteci, yazar Mehmet Zeki Akdağ’ı gelecek yazımızda tanıtmaya devam edeceğiz. Bu yazımızı “gecenin gözleri” adlı şiir kitabının ön kapağını süsleyen “Yunus” tarzı şiiri ile bitirelim ve gelecek sayıdaki yazımızda şairimizi enine boyuna tanıtalım. 17.04.2009
BİZİM
Dükkânımız bilge gönül,
Vitrinimiz yoktur bizim,
Dili, duygumuzdan döktük,
Yüreğimiz paktır bizim.
Düş ırmağı kura kura,
Çifte vuran yürek ara,
Hele ergen bin yağmura,
Toprağımız çoktur bizim.
Sınanmış bütün sevgiler,
Elden geçmiş birer birer,
Aşkın çiçeklendiği yer,
Hedefimiz tekdir bizim.
Yiten ülke aratmaya,
Yeniden aşkı tatmaya,
Büyük düşlere yatmaya,
Gecemiz de aktır bizim.
Mehmet Zeki AKDAĞ
MEHMET ZEKİ AKDAĞ ( 11.BÖLÜM )
Geçen haftaki yazımda Mehmet Zeki Akdağ ile nasıl tanıştığımı yazmıştım. Bu hafta hem onu tanıtalım hem de şiirlerinden bir tanesini birlikte okuyalım.
Mehmet Zeki Akdağ’ın öz geçmişi:
1929 yılında, eski adı Fariske olan Göktepe beldesinde doğar. İlkokulu köyünde okuduktan sonra, Askeri Baytar Mektebi’ne gider. Şimdiki adı Hayvan Sağlığı Meslek Lisesi olsa gerek. Askeriyede Veteriner Astsubay olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra 1968 yılı “Milliyet” gazetesinde gazeteciliğe başladı. Akşam,Güneş,Yeni İstanbul, Son Posta, Hergün, ve Ortadoğu gazetelerinde, muhabir,haber müdürü, yazı işleri müdürü ve genel yayın müdürlüğü yaptı. Sürekli Basın Kartı Sahibi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Gazeteciler Sendikası üyesi.
1977 yılı Gazetecilik Araştırma Dalı’nda “Yılın Gazetecisi” ödülünü aldı. Mehmet Zeki Akdağ evli bir kızı ve bir oğlu var.
1945 yılından beri, devamlı şiirle uğraşan Akdağ’ın şiirleri, Çınaraltı, Hisar, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Milli Kültür, Yeni Ufuklar, Türk Yurdu, Orkun, Ülkü, Doğu, Yücel Köye Doğru, İvriz Kültür Dergisi, Yurt,Filiz, Çaba ve Çağrı dergilerinde yayımlandı. 1961 yılında o zaman Doç. Dr. olan Kamil İlisulu tarafından yazılan “Ermenek İlçesi” kitabında Sayın Mehmet Zeki Akdağ imzalı bir şiir var.
İlk şiiri 1947 yılında yayımlanan Akdağ, o yıllardan beri şiirden hiç kopmadı ve şiirin sihirli ikliminde kalmayı yeğledi. Altı sene arkadaşları ile Mızrap adlı bir musikî dergisi çıkardı. Ayrıca Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Türk Edebiyatı, Resimli Türk edebiyatı, Türk Kahramanlık Şiirleri Antolojisi, Mevlâna Şiirleri, Yeni Şiirler,Hamasi Türk Şiir Antolojisi, Yapı Kredi Yayınlarının,iki ciltlik “Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi”, Deniz Şiirler Antolojisi, 73.Yılda Cumhuriyet Şiir Güldestesi, Türk Şiirinden Portreler, Asker Yazar ve Şairlerimiz,Türk Dili ve Edebiyat Ansiklopedisi, Çanakkale Geçilmez Ansiklopedisi gibi edebiyat eserlerinde ve eğitim kitaplarında şiirleri neşredildi.
Otuzu aşkın şiiri bestelendi ve TRT repertuarına girdi. Zeki Müren, Ahmet Özhan, Bilge Pakalınlar tarafından okunmaktadır.
Basılmış eserleri: Kırkikindi, Dar Saat, Uzunhava, Önce Şiir Vardı, Yağmura Duran Bulut, Boşa Çiğnemedim Yalan Dünya ve Gecenin Gözleri.
Mehmet Zeki Akdağ’ın hayatı ve sanatı iki üniversitede yüksek lisans tezi oldu.
1.Fırat Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Rafie Acem, Yüksek Lisans Tezi: “Mehmet Zeki Akdağ’ın edebi kişiliği, şiirlerinin tematik bakımından incelenmesi.”
2.Atatürk Üniversitesi,Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,Türkçe ana Bilim Dalı, Yaşar Bilmiş, Bitirme Tezi: é Mehmet Zeki Akdağ’ın hayatı,sanatı, görüşleri,şiirlerinde iç ve dış yapı incelenmesi.
T.C. Kültür Bakanlığı, Mehmet Zeki Akdağ adına kütüphane açtı. Mehmet Zeki Akdağ, 7500 kitaplık kütüphanesini; doğduğu ve ilk okulu bitirdiği Göktepe beldesine bağışladı. Kültür Bakanlığı da “Mehmet Zeki Akdağ Göktepe Halk Kütüphanesi” adıyla hizmete açtı.
Şairimiz, 40 yıldır İstanbul’da sade bir hayat yaşıyor. Bu satırları yazmadan önce ziyaretine gittim. Evinde bir saat kadar oturup sohbet ettik. Çayımı yudumlarken karşıda el yazısı iki dize gördüm. Yanına yaklaşınca, şairce bir şeyler olduğunu düşündüm:
“ Gözlerimden öpme, ayrılıktır derdin!
Öpmedim, ayrılmadık mı?”
Bu iki dizenin ne kadar düşündürücü ve anlamının ne kadar derin olduğunu okuyuculara bırakırken, anayurt özlemi kokan şiirini birlikte okuyalım:
ORALARI HİÇ GÖRMEDİM Kİ
Burak* misali bir at bulabilsem,
Tanrı Dağlarına inmek isterim...
Bir dört dörtlük sevdadır ki tükenmez;
Uçup da Altay’a konmak isterim...
Özümün tarihi geçmiştir orda,
Kımızları kurtlar içmiştir orda,
Güneş çiçekleri açmıştır orda,
Toplayıp Suna’ma sunmak isterim...
Yiten yolu gönül kervanı izler,
Rüyaları ay yıldızlı benizler,
Dalgasından utanır mı denizler,
Siri Deryalarda* yunmak isterim...
Dağları ağlatan türkü burada,
El değmemiş gerçekler var sırada,
Göklerin kapısı açık orada,
Toprakça yağmura kanmak isterim...
Kuşun feryadını yazan sevdaya,
Ölümsüz hüzünler süzen sevdaya,
En zor düğümleri çözen sevdaya,
Kerem dedem gibi yanmak isterim...
Asırların tortusudur o küller,
Şarkıya renk verir söylenen diller,
Mucizeler ülkesidir o iller,
Hep o diyarlara dönmek isterim...
Mehmet Zeki AKDAĞ
.............................................................................................................................................................................
* Hz. Muhammed’in Miraç Gecesi bindiği atın adı.
** Aral Gölü’ne dökülen akarsulardan biri. Öbürü Amu Derya.
BOŞA ÇİĞNEMEDİ YALAN DÜNYAYI
Ahmet ÖZDEMİR
Öncelikle Mehmet Zeki Akdağ ile ilgili aklımda kalan bazı satırbaşlarını yazmak istiyorum. 1930 yılında eski adıyla Ermenek Fariske köyünde, daha sonraki adıyla Ermenek Göktepe köyünde, şimdiki adıyla Karaman’ın Sarıveleler ilçesinin Göktepe kasabasında doğdu. Küçük yaşta babasız kaldı. Okula gitsin diye doğumunu 1929 olarak kaydettirdiler. Yoksullardı. Tek kurtuluşu Astsubay okuluna girişi olacaktı. Astsubay okulunda veteriner eğitimi aldı. Yabancı diller okuluna giderek dil öğrendi. 1968 yılında emekli oldu. Milliyet, Akşam, Güneş, Son Posta, Her Gün, Orta Doğu gazetelerinde çalıştı. Hisar topluluğu şairler arasında vücut buldu.
İlk şiiri 21 Haziran 1947’de Bayrak Gazetesi’nde yayınlanmıştı. 1950 yılında Kore Savaşları sırasında Şehit Düşen Bir Subayın kucağında çocuğu olan Eşine madalya verilişini anlatan “Bir Madalya Merasimi” şiiri ilgi toplamıştı.
3 Mart 1999 günlü Bizim Gazete’deki yazımda, Mehmet Zeki Akdağ’ın “Önce Şiir Vardı” kitabını tanıtırken, “Sonra da şiir olacak” diye yazmıştım. Eklemiştim: “Önce Şiir Vardı, bir solukta okuyup bitirdim, diyeceğiniz kitaplardan değil. Sıcak bir yaz günü, dilinizle damağınız arasında eze eze, tadını çıkara çıkara bir dondurma yer gibi, ağır ağır, lezzetini duyarak, ahenginin güzelliğine ulaşarak, anlamının derinliğini kavrayarak okunması gereken bir kitap” demiştim.
Birkaç ay sonra bir şiir kitabı daha yayınlandı. 18 Ağustos 1999 günlü Bizim Gazete’de bu kitabı; “Yağmura Duran Bulut, en eskilerden en yenilere kadar bir birinden güzel ve anlamlı çiçeklerin yer aldığı bir şiir buketi” olarak duyurmuş ve şiirlerinden örneklerle yazımı şöyle sürdürmüştüm:
“Mehmet Zeki Akdağ, milli şiirimizin günümüzde ender temsilcilerinden biri. Karacaoğlan’ın, sevda çiçeklerinin büyüdüğü topraklarda doğan ve sağlam bir Türk halk kültürü ile yetişen şair, halk şiirimizden, halk türkülerimizden etkileniyor, kimilerine göre belki hiçbir anlam ifade etmeyen bir mısra, bir kıta, onu anlatılmaz duyguların ortasına götürüyor.”
Şimdi Mehmet Zeki Akdağ, sporcuların sıkça kullandıkları bir sözcükle, kendini egale etti. Aynı güzelliği, aynı düzeyi koruyarak, çoğunluğu yeni olan şiirlerine seçme şiirlerini de ekleyip “Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı” adıyla kitap haline getirdi.
Çocukluk günlerimizde yaygın söylenen bir bozlak vardı. Bir dizesi “Boşa çiğnemişim yalan dünyayı” şeklindeydi. Anadolu’da çiğnemek, basmak, yürümek anlamındadır. Ömrümüzün uzun ince yolunda giderken, yaptığınız şey dünyayı çiğnemektir.
Kitabın kapağında görüldüğü gibi, susuzluktan çatlamış kurak topraklarda, adımlarınızın izinde çimenler yeşeriyorsa, yalan dünyayı boşa çiğnememiş sayılırsınız.
Hanlar apartmanlar yaptırabilirsiniz. Fabrikalar, holdingler kurabilir, çoluğunuza, çocuğunuza bırakabilir ve “Boşa çiğnemedim yalan dünyayı” diyebilirsiniz. Ama sel sürükler, deprem yıkabilir. Ekonomik krizler çıkar, fabrikalar kapanır, satılır, holdingler iflas edebilir. Hatta örneklerini gördüğümüz gibi hapislere bile düşebilirsiniz. Şiiriniz, kitabınız yaşar. Bu açıdan, Kırkikindi, Dar Saat, Uzun Hava, Önce Şiir Vardı ve Yağmura Duran Bulut kitaplarının ardından yeni bir şiir kitabını sanatseverlere sunan Mehmet Zeki Akdağ, “Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı” demekte haklıdır.
-----------
Söze ara verip, M. Zeki Akdağ’ın “Boşa Çiğnemedim Yayan Dünyayı” kitabından rastgele bir sayfa çevirelim. Bakalım bahtımıza ne çıkacak?
TÜRKÜLERİMİZ
Öz suyumdan deniz oldu
Denizimi emdi kıyı,
Ağır ağır erittiler
Selçukluyu, Osmanlıyı.
Büyük büyük tutanlarda
Yitirdik birbirimizi
Kuşkusuz vuslat gününe
Türküler getirdi bizi…
Anacığım çağırıyor
Bir türküde demin beni
Türkülerle doğmuşum ben,
Türkülerle gömün beni.
Torosların çocuğu Mehmet Zeki Akdağ’ın türkülere vurgun olmasından, türküleri tüm içtenliği ile yaşamasından, onlarla duygulanmasından, onlarla gülmesinden, onlarla ağlamasından doğal bir şey olamaz. Nitekim türkülere ilişkin bir çok şiiri diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da yer alıyor. Bunlardan birinde şöyle diyor:
Çift oğullu arım gitti elimden
Nedir senden çektiklerim türküler
Işık çağım, varım gitti elimden,
Boşa çıktı, yaktıklarım türküler
İkiz çığlıklarla doludur başım,
Başladığım yere geldim bir hışım,
Ne anam var ağlayacak ne eşim,
Kıyamadan baktıklarım türküler.
İçimdeki güneş battı ardından
Irmak kırılır mı orta yerinden
Yüce hazlar inlemekte derinden
Yollarına çıktıklarım türküler.
Yarısı doğmamış beste bitmeli
Gece de bitmeli, yas ta bitmeli
Artık esir sesi “sus”ta bitmeli
Filiz versin diktiklerim türküler.
Sabır ve hünere inme inmiştir
Kör bir kalleşliğe zafer denmiştir.
Ayrık otu gibi filizlenmiştir
Muzur diye yaktıklarım türküler...
Mehmet Zeki Akdağ, kuşkusuz ki bir aşk şairidir. Bu aşk maddi aşktır. İnsan olan sevgiliye yazılmıştır. Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı’da yer alan şiirlerde, sevginin muhatabı üç unsur daha vardır. Biri torunları için yazdığı ithaf ve dilek şiirleri, gönül dostlarına ithafları ve Türkçemiz için yazdığı şiirlerdir. Türkçe konusunda onur ve üzüntüyü birlikte yaşamaktadır. Onurludur, çünkü Türkçe’nin güzelliğinin bilincindedir. Üzgündür, çünkü Türkçe, çılgınca kucak açılan bir işgalin altındadır. Bir Türkçe mücahidi olan Nejat Mullaoğlu’na şöyle seslenir:
“Sesimizin bahtı bitik / Dil ırmağı kar bekliyor / Müşküller içinde yürek / Sevilesi yâr bekliyor. / Var mı Türkçem gibi kucak?/ Anamın göğsünden sıcak / Çoğalmaya hazır ocak / Beşiklere yer bekliyor. ”
Dilimizin içerisinde bulunduğu durumu, birçok şiirinde dile getirmiş, acı acı yakınmış adeta imdat istercesine feryat etmiştir. Bu şiirlerinden birinin ilk ve son kıtasını aktarıyorum:
“Söz denizi hem soğuktur hem sıcak
Büyülenmiş destanlarda dil Türkçem.
Yeni doğmuş türkülerin sütüdür
Asırlardan sızdırılmış bal Türkçem.
Solmayan sönmeyen sevda çırası
Duyguların çağlayanı deresi
Sen olmasan acep dünya neresi?
Dağımız yangında, şehir çöl Türkçem.
Aydınlığın beyazlığın kapısı
Hoyratların ninnilerin tapusu
Tarihimiz onurumuz hepisi,
Işıktan meşâle sığmaz bil Türkçem.
Acem dili değil, Acem şalıdır,
Postda oturanım Edebalî’dir.
Milletimin ezgi yüklü dalıdır
Gönlümüzle barışık tek yol Türkçem
Dedemle aramdan kesildi yolum
Yağmaya uğradı en kutsal malım
Terke zorlanıyor.. Sevgilim… Gülüm
Ne olur bir umut ver Gül Türkçem.”
M. Zeki Akdağ’ın, en duygusal şiirinde bile, gizli hicvi, taşlamayı, dokundurmayı, sitemi, bir başka anlatımla kinayeyi görürsünüz. Bunu şairin bir hayat tarzı olarak kabul edebilirsiniz. Ama edebiyatımızda kinayenin sanat olduğu bir gerçektir.
Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı’da yüz iki şiir var. Yukarıda da değindiğim gibi, acele etmeden ağır ağır okunmalı ve hazzı duyumsanmalı, yaşanmalı. Yine rastgele aldığım bir şiir. Bu günümüzün falı olsun:
“İnsanlığın cömert çağı / Yeter artık başlatılsın / Aşka çevrilsin yaşamak / Sevdalılar eşletilsin. / Başlaman sona değip / Yılanların sütün sağıp / Meleklere boyun eğip/ Şeytanlıklar taşlatılsın / Kutsal şarkıları seven / Sevgi yıldızları çavan / Öfke akşamını kovan / Bir zaman var işletilsin.”