KÖYÜM BÜYÜKKARAPINAR Hasan ŞİMŞEK

  • Skip to content
  • Ana menü bloğuna geç ve giriş yap.

Blok arama görünümü

Dolaşım

Arama

Buradasınız: Home

Ana Menu

  • Anasayfa
  • Büyükkarapınar Yazıları
  • Büyükkarapınar Kitabı
  • Basında Büyükkarapınar
  • Biyografik Eserlerim
  • Eğitim Danışmanlığı
  • Genel Yazılarım
  • Köyümüzden Haberler
  • Kim Kimdir?
  • Fotoğraflar
  • İletişim
  • Teşekkür

Anasayfa

YÖRÜK KARISI VE TAŞELİ MUHTARLARI

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Pazar, 25 Ekim 2015 18:25
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2825

Sarıkeçililerden olan  Pervin Çoban Sarvan’a yazı başlığında Yörük Karısı değil ulu bir “Yörük Anası” demem daha doğru olurdu. Gazetede “ Torosların Bayrak İsmi Pervin Ana “ olarak geçer. Bu Saygın “Yörük Anası” nın adını 3 Nisan 2011 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin Pazar Eki’nde gördüm. Ermenek Barajı’nın kendilerine verdiği zararları taa! İstanbullara kadar duyurmuş. Artık o da çevreci HES’ler karşı savaşan on kahramandan biri olarak anılıyor.

Durumu biraz kurcaladım, Habip Çalışkan ve Mustafa Ertaş’ı aradım, onlarla konuşup kafamdaki bilgileri netleştirdim. Sarıkeçililerden olan bu Yörük Anası, yaşam alanlarında verilen tahribatlardan  dolayı kendi gücü oranında mücadele ediyor. HES’ler onları da vurmuş. Daha açık bir anlatımla Sarıkeçiler Aşireti sahilden yaylaya çıkarken tek geçit yeri olan Görmel Köprüsü’nden inşaat süresince yaylaklara ve sonbaharda sahillere inemiyor, gelip geçerken Göksu tabanında hayvanlarını doya doya sulayamıyorlar, geçit yerleri kapatıldığından çok sıkıntı ve acı çekiyorlar.

700-800 yıl gelip geçtikleri yolları doğallığını yitirmiş, teknolojinin gücü önlerini tıkamış ve yaşam alanlarını sınırlamış, çoğu yerde de yok etmiş. Aynı şey Kazancı Beldesi ve çevresindeki köyler için Ermenek Barajı inşaatı süresince yaşanmıştı. Kazancı ve çevresindeki köyler  baraj inşaatı süresince  yaşadıkları  mağduriyetlerini kimselere anlatamadılar. Anlattılar da insanlar duymak, anlamak istemedi. Ama bir Yörük Anası olan Pervin Çoban Sarvan, yaşamlarını zehir eden bu durumu portesto edip seslerini ve doğa tahribatını duyurabildi ve adı “On HES Şövalyesi” inden biri, ya da Çevre Savaşçısı olarak tarihe geçti. 

 Diyeceksiniz ki Sarıkeçili aşiretinin “Ulu Anası” nın  Taşeli Yöresi muhtarları ile ne ilişkisi var?  Var efendim var!. Muhtarın birini Ermenek Barajı ( Çavuş Muhtarı ) yok etti, yuttu gitti. Sıra diğer muhtarlara ( köylere )  gelecek ama beş, ama on, ama yirmi yıl sonra. Biraz ütopik (Gerçekleştirilmesi mümkün olmayan )  görünse de ne yazık ki Taşeli Yöresi’ndeki bütün su havzaları özelleştirilip şekillendirilerek yöre halkının elinden alındı ve alınacak, istedikleri gibi suyu kullanacaklar.

Bunu HES’ler kanalı ile yapacaklar. Zaten şimdiden Daran ve çevresinde dev inşaat makineleri gece gündüz çalışıyor. HES’ler sudan elektrik üreten tesislerdir. Değirmenler gibi su ile çalışır.  Çok daha gelişmiş teknoloji ile yapılan ve  geniş ve sarp alanlara kurulup elektrik üreten bu tesisler, her yönü ile doğayı tahrip eden ve doğadaki canlıların yaşam alanlarını sınırlayan ve onların yok olmasına neden olan tesislerdir.

 HES’lere ( Hidro Elektrik Santralleri ) on yıl önce böyle bakılmıyordu. Çevreci ve en ucuz elektrik üreten santraller olarak görülüyordu, Hasankeyf’teki Baraj inşaatı, Rize ve Artvin yörelerindeki dereler üzerine kurulan HES’ler bize gösterdi ki bunların yapımı ile doğada büyük tahribat var. Bitki, hayvan ve insanın yaşam alanları daralıyor, yok ediliyor. İşte bu nedenle Rize Halkı, Artvin Halkı HES’lere karşı çok dikkatli ve yapılmamasından yana mücadelye veriyorlar ve yaptırmıyorlar. Daha geçenlerde Fetiyeli köylü kadınların HES’leri rap müziği ile portesto ettiğini hatırlayalım.

Günümüzde ve çok yakın gelecekte Dünya ve Türkiye su yönünden çok sıkıntı yaşıyor ve daha da çok yaşayacak. Önümüzdeki on on beş yıl sonra dünyada su kıtlığı yaşanacağı kesin. Göksu vadisi içindeki derelerin akıp geçtiği küçük vadiler, Hidro Elektrik Santralleri (HES’ler) için ideal alanlardır. Göksu Vadisi içindeki derelerin 15-20 yıl içinde Baraj Gölleri  ve Hidro Elektrik Santralleri ile dolacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok.

Bu şu anlama gelir: Ey Muhtarlar! Ya da muhtarlık olarak yönetilen mahalle ve köyler, beldeler,  on beş yıl sonra Çavuş Köyü gibi tarih olacağınızı hiç aklınızdan çıkarmadan şimdiden Yörük Anası gibi bilinçlenip mücadele ediniz. TBMM’ye ve İl Genel Meclis’e  gönderdiğiniz temsilcilerin dahi bu barajların yapılmasından habere olmayabilir.

Ben bir yazar olarak Hidro Elektrik Santralleri ve barajların yapılmasına karşı değilim. Ülkemizin kalkınıp gelişmesi için mutlaka daha çok enerjiye ihtiyacı olacaktır. Taşeli Yöresi’nin insanları olarak sizler, sizlerin iradesi dışında yörenize  yapılan bu tesislerin size ve çevrenize vereceği zararları ve faydaları bilmek zorundasınız. Bunun için şimdiden bilim adamlarından; güvendiğiniz yöneticilerden, Tarım Bakanlığının , Orman ve Çevre Bakanlığının işi bilen temsilcilerinden bilgilenmeniz ve temsilcisi olduğunuz halkı bilgilendirmeniz gerekir.

Tapu ve kadastroda yapılan hatalara bu alanda da düşmeyiniz. İlerde ağlamak, sızlamak, bağırmak çağırmak fayda etmez. Şimdi seçim zamanı köylerinize sizlerin temsilcileri gelecek onlara da bu konuları sorun soruşturunuz. HES’ler ve Barajların yapımı nedeni ile çevre tahribatından sizleri nasıl koruyacaklar? Sizler için ne gibi önlem aldılar? Düşüncelerini öğreniniz. Taşeli Yöresi’nde, her bir muhtar “Ulu Yörük Anası Pervin Çoban Sarvan ” olacak düzeyde kendilerini çevre hakkında duyarlı olmaya hazır hissetmelidir.

Muhtarlar yurdumuzun en demokratik halk temsilcileridir. Doğrudan gücünü halktan alan muhtarların halkı adına çevreyi koruyup kollama ve doğayı koruma adına söyleyeceği çok şey vardır. Gücünüzü fark edin ve ettiriniz. Yakınınızdan geçen her kepçe ve dozeri izleyin ve izletiniz. En büyük doğa katliam araçlarının inşaat makineleri olduğunu unutmayınız. 

Hasan ŞİMŞEK

04 04-2011

ŞEHİT CENAZELERİNE KARŞI GÖREVLERİMİZ

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Salı, 20 Ekim 2015 16:07
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 2895

ŞEHİT CENAZELERİNE

KARŞI GÖREVLERİMİZ

Böyle bir yazı yazmayı üç dört yıldır kafamdan geçiriyor ve şehit cenazelerine karşı katılımın neden düşük olduğunu, millet olarak neden sıkı bir duruş sergilemediğimizi kafamda sorguluyordum. Şehit jandarma üsteğmen Ünal DARBOĞAZ’ın cenaze töreni bu yazıyı yazmama vesile oldu.

Şehitlerimize ve devletimize, milletimize  karşı görevlerimizi gerektiği şekilde yapabiliyor muyuz? Bana kalırsa çoğumuz yapamıyoruz, yapmıyoruz. Üç beş yıldır gözlemlerime dayanarak halkımızın çok duyarlı olmadığını hep yazdım durdum. Bu yazımda yaşadığım ve gözlem yapma imkânı bulduğum bir şehit cenazesi töreninden ve bizlerin bu konudaki ilgisizliğinden söz edeceğim.

Dün 18 Ekim 2015 Pazar günü ülke genelinde üç şehidimizin cenazesinin kaldırıldığı ve ikisinin de şehit düştüğü acı günlerden biriydi. “Ateş düştüğü yeri yakar demiş.” atalarımız. Boşuna söylememişler bu sözü ateş düştüğü yeri cayır cayır yakıyor, yürekleri dağlıyor. Evlerde, cami avlularında, şehitliklerde gözyaşları, ağıtlar insanın yüreğini parçalıyor.

Yer İstanbul -Ataköy,5.Kısım Ömer Duruk Camii, bir şehit cenazesinin kaldırılacağı haberi TV’den belli belirsiz eşimin kulağına şöyle bir çalınmış. Haber doğrulamak için iki üç saat arayış içine girdik ama muvaffak olamadık. İlk duyduğumuz haber doğrultusunda kızım Özlem ile birlikte cenaze törenine katılmaya karar verdik. Şimdiye kadar İstanbul’da hiçbir şehit cenazesine katılmak bana nasip olmamıştı. Biraz araba ile biraz yürüyerek şehidin cenaze namazının kılınacağı Ömer Duruk Camii’nin avlusuna ulaştık. Avluda sivil ve askeri erkân tam kadro orada idi. Hepsi, değişik zamanlarda onlarca şehit verdiğimiz Dağlıca’da önce yaralanıp sonra şehit olan Jandarma Üsteğmen Ünal DARBOĞAZ’ a son görevlerini yerine getirmek için gelmişlerdi. Orda şehit yakınlarının acılarını feryatlarını duyup etkilenmemek için yüreklerin nasır tutmuş olması gerekirdi. İkindi namazın müteakiben şehidimizin namazını İstanbul müftüsü kıldırdı, namazdan önce anlamlı ve sıkıcı olmayan veciz  bir konuşma yaptı. Şehit üsteğmen Ünal DARBOĞAZ’ın naşı bir top arabasına konularak askerî törenle şehitliğe doğru giderken aklımdan şunlar geçti, daha önce de hep geçerdi:

 Biz neden bu içinde yaşadığımız güzel vatanımız için ölen insanlarımıza karşı bu kadar duyarsız olduk? Cenaze namazının kılınacağı ve trafiğin müsait olduğu Ömer Duruk Camii,   Bakırköy ve Bahçelievler, Güngören, Küçükçekmece, Zeytinburnu gibi nüfusun yoğun ve ulaşımın kolay olduğu yerleşim yerlerine yakın. Üstelik de günlerden Pazar, halkımızın, 

kendileri için canını veren insana karşı borcunu ödeyeceği müsait bir ortam. İnsanlarımız böyle müsait bir ortamda iki üç saat zamanını ayırıp da şehidimize karşı son görevini yapmadı? Acaba cenaze törenine katılım için yeterli duyuru yapılmadı mı? Yoksa halkımız kutsal bildiği değerlere karşı aymazlaştı mı?  Yurt genelinde şehit cenazelerine katılımın olduğundan daha düşük olması araştırılacak bir konudur. Ölen kendisi için değil kutsal bildiği vatan savunması için ölüyor. Hepimiz adına ortak iş yapıp bizler adına hayatını sonlandırıyor. Ortak değerlerdeki paylaşımın azalması bilim adamlarımız tarafından derinliğine mutlaka araştırılıp kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Hâlbuki bir terörist cenazesinde Diyarbakır, Şırnak ve Hakkâri’de on binler katılıyor. Nüfusu

milyonları aşan kentlerimizden Ankara, İzmir, Konya ve Hatay’da katılım, oran olarak çok düşük. Ulusça yapılması gerekeni sıkı duruşumuzu gevşeterek devlet görevlilerine havale etmiş gibi bir hâl almış durumdayız. Öbür yandan az da olsa heyecanlı gençler tarafından söylenen  “ Şehitler ölmez, vatan bölünmez! “  sloganları sıradan sokak söylemleri hâline gelir duruma düştü. Şehit cenazesinin kaldırılacağı camiinin bulunduğu yer çevre semtlere ulaşımın kolay olduğu, nüfus yoğunluğunun en kesafetli olduğu yer. Cenaze yakınlarını saymazsanız sivil katılım bu cenaze töreninde de oldukça düşüktü. Halkımızda bu ilgisizlik, vurdumduymazlık neden? Askere gidip de şehit olarak dönmeyi halk olarak, millet olarak iyice kanıksadık mı? Bizim yerimize hiç tanımadığımız bir vatan evladının ölmesi bu kadar ucuz atlatılacak bir olay mı? Maddi ve manevi ağırlığı üzerimizde hiç yok mu?

Şehitlerimiz, kendilerinin ve babalarının tapulu malları için değil, vatan toprağı için canlarını veriyorlar, vatan için ölenleri bu dünyadan uğurlarken on binlerin yerine göre yüz binlerin onları son demlerinde uğurlaması vatanımız ve şehitlerimiz adına vazgeçilmez bir görevimizdir. Vatan ve millet sevgisi hepimizde sözde değil özde olmalıdır. Bunu da davranışlarımıza göstermemiz gerekir diye düşünüyorum.

Tüm gelmiş geçmiş şehitlerimizi rahmetle anarken, dini inancımıza göre vatan savunmasında ölmek ölümlerin en yücesidir. Onlar ölü denmez. Kur’an-ı Kerim bize bunu şöyle açıklar:

“Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyin.

Onlar diridirler. Fakat sizin aklınız buna ermez.”

                                                                         Bakara Sûresi, 154.âyet.

Sonuç olarak, özellikle büyük kentlerde toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmekte zorlansak da özellikle terör olaylarında ve şehit cenazelerinde hepimizin çok duyarlı olması vatandaşlık sorumluluğunun gereğidir diye düşünüyorum. 20.10.2015. Hasan ŞİMŞEK

Sayfa 44 / 85

  • Başlangıç
  • Önceki
  • 39
  • 40
  • 41
  • 42
  • 43
  • 44
  • 45
  • 46
  • 47
  • 48
  • Sonraki
  • Son

Bizi Ziyaret Edenler

Bugün 3

Dün 6

Haftalık 49

Aylık 40

Toplam 32641

Currently are 5 guests and no members online

Kubik-Rubik Joomla! Extensions

Gücünü veren Joomla!®