KÖYÜM BÜYÜKKARAPINAR Hasan ŞİMŞEK

  • Skip to content
  • Ana menü bloğuna geç ve giriş yap.

Blok arama görünümü

Dolaşım

Arama

Buradasınız: Home

Ana Menu

  • Anasayfa
  • Büyükkarapınar Yazıları
  • Büyükkarapınar Kitabı
  • Basında Büyükkarapınar
  • Biyografik Eserlerim
  • Eğitim Danışmanlığı
  • Genel Yazılarım
  • Köyümüzden Haberler
  • Kim Kimdir?
  • Fotoğraflar
  • İletişim
  • Teşekkür

Anasayfa

100.YIL ÖNCE 19 MAYISA HAZIRLIK!

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Pazartesi, 20 Mayıs 2019 18:32
Yazar: hasan-simsek
Gösterim: 1976

100.YIL ÖNCE 19 MAYISA HAZIRLIK!

Mustafa Kemal Paşa, Mütareke sonrası 13 Kasım 1918 tarihinde, Suriye’den dönerken Haydarpaşa Garı’nda, Dolmabahçe önlerinde demir atmış düşman zırhlılarını görünce “geldikleri gibi giderler .” demişti. Geldikleri gibi gittiler!

19 MAYIS 1919’un yaklaşık altı buçuk ay öncesi, Yıldırı Orduları Komutanlığını bıraktıktan sonra, Mustafa Kemal’in İstanbul’da Pera Palas Oteli’nde, Şişli’deki evinde arkadaşları ile zaman zaman buluşup işgal altındaki İstanbul’da kurtuluş için planlar yaptıkları bir vakadır. 1919’un Ocak ve Şubat aylarında geleceğin Milli Mücadele Kahramanları İstanbul’dadır. Mustafa Kemal ile görüşmeleri sonucu,XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Ereğli’ye, sonra Ankara’ya, XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa Erzurum’a ordularının başına gönderilme kararı alınır.Anadolu’da başkaca düzenli bir ordu yok, Mondros Mütarekesine göre ordular terhis edilip silahları elinden alınmış ve depolar yerleştirilmiştir. Mustafa Kemal İstanbul’da eski arkadaşları ile sık sık görüşerek bir arayış içindedirler, Bunlar, Rauf Bey, Harbiye Nezareti Müsteşarı İsmet Bey, Refet Paşa, Fevzi Paşa Nureddin Paşa gibi generaller İstanbul’da işgalden nasıl kurtulacağının hesap ve kitabını yapmaktadırlar. Bazı aydınlar ve Fethi Bey gibi eski askerler İngilizler tarafından tutuklanıp sürgüne gönderilmişlerdir. Mütareke yılarlında Müslüman-Türk halk perişandır.

Mütarekede birkaç İstanbul vardır: Bunun biri Türk-Müslüman İstanbul’dur. Beşiktaş’tan Haliç boyunca Kasımpaşa’dan Eyüpsultan’a ve oradan İstanbul’un yedi tepesini ve tepelerini, karşıda Üsküdar, Beylerbeyi, Kandilli ve Beykoz’ kadar uzanan bu İstanbul kan ağlıyor. Çileli harp yılları bu İstanbul’u yiyip bitirmiştir. Harbe giden ve harpten dönebilen Müslüman İstanbullu, şehrinde, açlık, perişanlık, işsizlik bütün eski geleneklerin çözülüşünü görmüş ve yaşamışlardır.

Bir de kozmopolit İstanbul var: O zamanki Şişli, İstanbul’da devrin türedilerinin, harp zenginlerin Rum ve Ermeni tüccarlarının ne oldukları, ne iş gördükleri belirsiz kozmopolit tiplerin kaynaştığı yerdir. Aynı zamanda eski vezirlerin, saltanat düşkünlerinin yeni politikacıların ve bütün işgal kuvvetleri ileri gelenlerin iç içe yaşadığı yer de gene Şişli’dir.

Şişli’nini milli bir rengi yoktur. Harp devrinin özentili tipleri,türedileri, modern hayat yaşıyorum diye zanneden düşkün kadınları, kumar,israf,yabancı görünüşlü lüks hayat hep Şişli’dedir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    

1919’da, Samsun ve havalisindeki anarşi ve asayiş bozukluğu bahsinde ve gerçekler çatışıyordu. Bize göre, oradaki yerli Rumlar, İngiliz ve Fransızlar gölgesinde Yunan gemilerinin İstanbul sularına gelmelerinden, Karadeniz kıyılarında gösterişli dolaşmalarından cüret alarak müdafaasız Türk halkına saldırıyorlardı. Saldırgan olan Türkler değil Rumlar’dır. İngilizler bir nota vererek Rumlara olan bu saldırıların önlenmesini istediler. Olmadığı takdirde, bu havalinin işgal olunacağını açıkladılar.

Mustafa Kemal İstanbul’da kaldığı sekiz aylık Mütareke Dönemi’nde İstanbul’daki çalışmalarından bir sonuç çıkmayacağını anlar. İşte tam o günlerde işgal kuvvetleri, hükümete, Samsun ve havalisindeki asayiş meseleleri için baskılarını yapmış ve işgal tehdidinde bulunmuşlardı Sadrazam Ferit Paşa zor durumdadır. Dahiliye Nazırını çağırır ve ondan düşündüğü tedbiri sorar. Dahiliye Nazırının tedbiri şudur:

-Oraya Mustafa Kemal Paşa’yı gönderelim.

Bu iş burada Babıâlide yoluna konmaz; asayişin bozulduğu bölgeye bu davanın hakkından gelebilecek, tecrübeli bir şahsiyeti geniş selahiyetleri ile göndermek lazımdır. Mevcut kumandalar arasında bu vasfılar haiz olarak hatırıma gelen Mustafa Kemal Paşa’dır. “ cevabını verir.

Sadrazam, III. Ordu Müfettişliğine tayin iradesini Padişah’tan almıştır. Mustafa Kemal hem koruyucu bir unvanla, hem de sınırları pek belirli olmasa da, geniş bir yetki ile Anadolu yolu açılmıştır.

Anadolu’da ondan ne bekleniyordu? Onu Anadolu’ya göndermeye karar verenler ile kendisinin tasarıları arasında hiçbir benzerlik yoktur.

İşgal kuvvetleri hükümete:

-Samsun ve havalisindeki Türkler Rumlara taarruz ediyorlar. Bunu önleyin, yoksa işgal ederiz demişlerdi.

Mustafa Kemal için asıl olan kendisinin İstanbul’dan Samsun’a çıkaracak köprüyü kurmaktı. O günü anlatırken şöyle der: “ Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyim.”

Görevin şekli düzenlenirken, Genelkurmay ikinci Başkanı Kazım Paşa’ya Mustafa Kemal,hükümet ne isterse hepsini yaz, ama şu iki maddeyi de mutlaka ekle.Onlar bana yeteri “ İstediğimi birinci madde , Samsun’dan başlayarak, bütün doğu vilayetlerindeki kuvvetlerin kumandanı olmaklığım ve bu kuvvetlerin bulunduğu vilayetler valilerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğimdir. ikincisi, bu mıntıka ile herhangi bir temesta bulunan askerî ve idari makamlara bildirmlerde bulnabileyim” der.Çok geniş yetkilerle verilen talimatname artık elindedir, ve çok mutludur.

 

Mustafa Kemal İstanbul’daki son ziyaretini Süleymaniye sokaklarında hoş bir eve yapar. Bu evde İsmet Bey oturur. Habersiz gitmiştir. Kısaca gelişen olayları İsmet Bey’e anlatır.

-Ben yerleşinceye kadar, sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin!

Mustafa Kemal Şişli’deki evinde son gecesini annesi ve hemşiresi ile geçirir. Akşam yemeğini, bir yer sofrasında annesinin odasında beraber yerler. Tıpkı Selanik’teki gibi.

16 Mayıs 1919 günü öğle sıralarında Bandırma Vapuru’nun kontrolü tamamlanmış Boğaz’dan Karadeniz’e tam rota denilmiştir. Bir gün önce ise 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilmiş, esas adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin adına bir gazeteci düşmana karşı ilk direnişi başlatmış ve düşman kurşunu ile yaşamını yitirmiştir. İşgale karşı halk sessiz ve üzgündür. Böyle bir havada Mustafa Kemal Samsun’a gider.

Karadeniz yolculuğu tatsız ve hatta endişeli geçer, yol güvenliği tehlikede olduğundan, Bandırma Vapuru o Karadeniz’in haşin ve dalgalı sularında mümkün mertebe açıktan gider. Mustafa Kemal’in kaptana emri şudur.

-Derhal ve bütün süratinle denize açıl!

Karargâh heyetinde Kâzım Dirik, Hüsrev Gerede, Arif (Albay) Dr. İbrahim Tali, Dr. Refik Saydam, yaverleri Cevat Abbas ve Muzaffer, Albay Refet vardır.

Samsun’da karaya çıkmak o zamanki şartlarda zordur, doğal bir limanı yoktur, açıktan yolcular usta sandalcılar marifetiyle karaya çıkarılır. Samsun ve çevresi deniz kıyıları düşman kontrolü altındadır. 19 Mayıs Türk milleti için yeni bir milattır. Kurutuluşun başlangıcı ve milli mücadelenin ilk adımıdır. 100 yıl sonra andığımız bu 19 Mayıs başlangıcı, ülkemizin yeniden çağdaş ülkeler seviyesinin üstünde bir refah seviyesine ulaşması dileğimizdir. 18.05.2019 Hasan ŞİMŞEK

Kaynak: Tek Adam, Şevket Süreyya Aydemir, Prof. Dr.Hamza Eroğlu,

KEÇİLERİ BİTİRDİLER Mİ?

  • Yazdır
  • E-posta
Detaylar
Kategori: Köşe Yazılarım
Yayın tarihi: Perşembe, 01 Şubat 2018 19:01
Yazar: alidokur
Gösterim: 1992

KEÇİLERİ  BİTİRDİLER Mİ?

Keçilerin ciddi anlamda ev ekonomisine katkısının ne olduğunu bilmeyenler, keçileri ve koyunları (davarları )bizim Taşeli topraklarında yok edip bitirmeyi başaramadılar. Hâlbuki bu iki hayvan türü de insanların yerleşik hayata geçişiyle beraber kedi   köpek gibi insanlarla birlikte yaşadılar ve onlara yiyecek oldular, içecek süt verdiler, başlarına sırtlarına  örtü oldular.

Keçiler ve koyunlar özellikle keçiler, bizim Taşeli Yöresi’nin var oluşundan beri bitkilerle, ormanlarla iç içe yaşayan hayvanlardır. Yabanisi olduğu kadar evcilleştirilerek sürüler hâlinde beslenip insanların besin olarak hizmetinde olan bu hayvanlar, son yıllarda baskıcı bir yönetim anlayışı ile beslenmez olmuştur. Hayvan varlığının azalmasına bağlı olarak tarım ürünlerindeki organik ürünler de yerini doğallıktan uzak ürünlere terk ederek organik ürünleri aratır duruma getirmiştir.

İnsanlarımız  tutturmuş bir organik ürün,  organik gıda, organik tarım, organik de organik! İyi de:

Organik besinin yetiştirilmesi ve insanların faydalarına sunulması için öncelikle hayvan varlığının ve onun tali ürünlerinden gübrenin yani hayvan dışkısının var olması gerekir.  Ekilecek ve dikilecek sebze ve meyvelerin yetiştirilip verimli hâle gelmesinin temel koşulu su ve havadan sonra çoraklaşan/fakirleşen toprağı güçlendirecek ve bitkinin besin alamsını sağlayacak olan doğal hayvan gübresidir.  Hayvancılığın yok edildiği ya da azaltıldığı bir yörede doğal besinlerden söz etmek bir hayalcilik olur.

Geçmiş yıllarda hayvancılığın hayati derecede önemini kavrayıp önemsemeyen devlet politikaları ve buna paralel olarak götürülen vatandaş politikaları Türk halkını bir lokma ete muhtaç eder duruma getirmiştir. Bizim Taşeli Yöresi’nin geçmişinde, köylerde hayvancılıkla geçinen halkla birlikte, Yörüklerin/göçerlerin hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları, yazın yaylalara kışın da sahillere inildiği ve ciddi anlamda bir küçükbaş hayvancılığı yetiştirilip ülke ekonomisine katkı yaptığı biliniyor.

Binlerce yıldır ormanla iç içe yaşayan kıl keçiler, ders kitaplarında yazıldığı gibi bizim Taşeli topraklarında çam fidanlarını yemiş olsalardı, yöremizde hiç orman kalmazdı. Hâlbuki binlerce yıldır ormanlarımızdan kesim yapılarak kendimizin ve dış ülkelerin  kereste ihtiyaçları sağlanıyor. Keçilerin ormana zarar vermesi söz konusu olsa idi yöremizde bugüne kadar bir tane çam ağacı kalmazdı. Kıl keçilerin ormana özellikle çamlara zarar veriyor yaygarası ve yasaklama keçileri ve onların yaşam şeklini tanımamaktan kaynaklanıyor. Keçiler çam yaprağını çok aç da olsalar yemezler, seçici bir özellikleri vardır. (bkz. www.hasansimsek.com.tr  Kıl Keçiler Gözden Çıkarıldı mı? )

Bizim Taşeli topraklarında son yıllarda kıl keçilerin, Orman Yönetimi’nin baskıları ve verdikleri  ağır cezalar nedeni ile sayıları azaltılmış nerdeyse yöre halkı kurban kesecek davar bulamaz hâle gelmişti.  2008 yılından beri   yörede bu hayvanların sayılarının çoğaltılması için uyarıcı yazılar yazıyorum.  Özellikle belediye başkanlarımıza da rica ederek hayvan besleyenlere kolaylık sağlanması şeklinde defalarca ricamız olmuştu. Güneyyurt’ta,  Celil Yağız başkanımızın bu konuda önlemler alarak çobanların yaşam alanlarını rahatlatıcı çalışmalar yaptığı   tarafımızdan biliniyor.  2011 yılında il bazında yaptığım bir araştırmada küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarımızda 2009 ve 2010 göre bir artışın olduğunu resmi rakamlarla tespit etmiştik. ( Bkz. www.hasansimsek.com.tr –İlimizde Hayvan Varlığı- Hayvan Varlığı adlı araştırma).  Gayri resmi 2017 yılı verilerine göre Taşeli Yöresi’nde küçükbaş hayvan varlığının 2011 yılana göre ciddi oranda arttığı görülüyor. Şüphesiz bunda devletimizin  uygulanan hayvancılık politikalarını  iyileştirmeye yönelik çalışmaları ve halkımızın neleri  kaybettiklerini görmeleri ile mümkün olmuştur.

  Yaptığımı inceleme ve araştırmaya göre, Taşeli Yöresi’nde,

1.Ermenek’te   2011 yılında küçükbaş hayvan varlığı  37.335 iken 2017 yılında 49.000 keçi, 11.00 koyun toplam 60.000bin, kayıt dışı hayvanlara birlikte 65-70 bin tahmin ediliyor.

2. Başyayla’da 2011 yılında küçükbaş hayvan varlığı   3 204 iken 2017 yılında 5000’e

3.Sarıveliler’de 2011 yılında küçükbaş hayvan varlığı  4935 iken 2017 yılında bu sayı kesin olmamakla birlikte  7000 bin civarında.

Rakamlar sevindirici olmakla birlikte yeterli değildir. Küçükbaş hayvan besleyicilere ve ev hayvanı olarak besleyenlere mümkün mertebe cezai müeyyidelerden yöneticilerin kaçınmaları kendi öz çıkarları ile doğru orantılı olarak düşünülmelidir.

Göç nedeni ile nüfuslarının gittikçe azaldığından yakınan belediye  başkanlarımıza önerilerimiz, hayvan varlığını çoğaltacak önlem almaları ve yörede istihdam yaratmalarıdır. Daha da ötesi hayati derecede besin değeri olan et ve sütten başka, halkına sağlıklı sebze ve meyve yedirmenin temel koşulunun hayvancılıkla mümkün olduğunu görmekte yarar var. İlaçsız, suni gübresiz sebze ve meyvelerden verim almanın olmazsa olmazı hayvan gübresidir. Yorgun ve bitkin Anadolu topraklarında, doğal sebze v e meyve üretilmesi ancak doğal tohumla birlikte, doğal hayvan gübresi kullanmaktan geçer. Bu da ancak hayvan varlığını çoğaltmakla mümkündür.  Son üç beş yıldır Tarım Bakanlığımız bu eksikliği gördü ve önlem almaya başladı ama bu yeterli değil. Yerel yöneticilerin de küçükbaş hayvanlarının yaşam alanlarının genişletip iyileştirmesinden yana çalışma yapması ve hayvan besleyicileri teşvik etmesi yerel ekonomiye katkı sağladığı kadar, milli ekonomiye de artı bir değer katacaktır. Dünya var olduğundan beri keçiler Taşeli Yöresi’nde vardı, dünya durdukça  bu toprakların vaaz geçilmez bir parçası olan keçiler de  var olacaktır. 16.01.2018 Hasan ŞİMŞEK

Sayfa 31 / 85

  • Başlangıç
  • Önceki
  • 26
  • 27
  • 28
  • 29
  • 30
  • 31
  • 32
  • 33
  • 34
  • 35
  • Sonraki
  • Son

Bizi Ziyaret Edenler

Bugün 3

Dün 6

Haftalık 49

Aylık 40

Toplam 32641

Currently are 8 guests and no members online

Kubik-Rubik Joomla! Extensions

Gücünü veren Joomla!®